Evvelki hafta çıkan değinilerde konuya bodoslama daldık; fakat nedir bu "Şiirin nabzı" ve nerede atar? Bu temel soruyu mükemmelen cevaplamak imkânsı;, adı üstünde nabız tekdüze atmaz; nabzı tutana göre farklı attığı da olur.
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Dikkatimi çeken bir konu vardır her zaman: Kim hangi çevreye odaklanmışsa, oradaki dedikoduları bile ezbere bildiği, saati saatine takip ettiği halde, dikkat etmediği çevrelerde şiir adına devrim gerçekleştirilse ruhu duymayacaktır. Bunun nedenini düşünüyorum yıllardır. Bazı dergileri okuyanlar başka dergiler çıkmıyormuş gibi davranır, bazı şairlerin, yazarların, editörlerin ağzından çıkan her lafı aşırı derecede önemseyen insanlar başkalarının çok önemli sözlerini bile ilginç bulmayabilir. Yayıncılık alanı ikiye bölünmüş durumda: Şiir muhalefettir, birey özgürlüğüdür, inançsızlıktır diyen sol kesim; şiir uysallıktır, gelenektir, neredeyse ibadettir diyen sağ kesim. Şiirin nabzı orda mı atar burda mı atar; nedir?
Muhafazakârlar dondurma yemez gibi dursalar da yerler
Biraz kalın kesimlerle anlatmak zorundayım; yoksa sol içinde inançlı, değilse mistik eğilim çok güçlü; sağda da gerçekçilik, somutçuluk yıllardır arka saflardan ön saflara doğru hareket ediyor. Ama hâlâ ideolojik ve sosyal önyargılar hâkimiyetini koruyor denebilir. Ataol Behramoğlu'na yüz sürenlerle İsmet Özel'e uzaktan rabıta yapanların hikâyesi bu. Kimi için Sezai Karakoç evliya katındadır, kimi için Gülten Akın ulu bir kadın anadır.
Türk şiirinin nabzı ideolojik kesimlerin üstünü örttüğü günlük hayatın içinde atıyor. Muhafazakârlar dondurma yemez gibi dursalar da yerler, gazete okurlar, sinirlenirler, neşelenirler, işe giderler ve herkesin kardeşleri olmadığının gayet bilincindedirler. Fakat şiirin bunu yansıtmasına karşı bir direnişleri olduğu da aşikâr. Gerçek hayattan söz eden şiiri muhafazakârlar genellikle hoş karşılamıyor. Gerçekçilik muhafazakârlığı içten fethediyor. Dergâh'ta, Yedi İklim'de, Hece'de eskiden takke ve tesbih şiirlerinden başka bir şey nadiren okuyabilirdik. Bugün ısırılan elmadan, açılıp kapanan perdelerden, cadde ve bulvarlardan söz eden şiirlere de bu dergiler yer verebiliyor. Dergâh'ın Süleyman Çobanoğlu eliyle başlattığı, ‘Hece Veznini İhya Hareketi’ bugün kritik bir eşikte duruyor. Ya gerçekçiliği iyice benimseyerek, temel kaziye kabul ederek geleceğe doğru hareket edecek ve günlük hayata sızacak. Ya da şimdiye kadarki nostalji, ütopya, uhreviyat-maneviyat imgesiyle yetinecek ve nabzı atmamaya başlayacak. Yani kısaca, mortu çekecek.
Mısra kemendi
Son yirmi yılın şiir hareketlerinden biri, tarih sırasına göre ilki hatta, hece vezninin ihyası veya benim tercihimle ‘Yeni Hece Şiiri’dir. Çok ilginç bir durumdur, bin iki yüz yıllık bir veznin 20. yüzyılın son, 21. yüzyılın ilk on yılında hâlâ okunur, kendini hissettirir, etkili şiirler yazdırabilmesi. Burada Süleyman Çobanoğlu'nun İsmet Özel ve Mustafa Kutlu'nun desteğini alması, 1960'ların sonu ile 70'lerin başında doğan muhafazakâr şair arkadaşlarımızın azımsanamayacak kısmının Çobanoğlu'na ayak uydurması da etkili olmuştur. Klasik görünen, fakat hem teknik hem duygusal-düşünsel nedenlerle gününe ait bir şiir, Yeni Hece. Beklenmedik bir başarısı var. Taşralılığımızdan besleniyor bir yanıyla. 1920'lerin, 30'ların hece şairleri taşralı saz şairlerine özenen şehir çocuklarıydı ve kulakları aruza heceden daha yatkındı aslında. Konakta büyümüşlerdi. İdeolojik nedenlerle hece vezniyle şiir yazdılar. Ve mübarek 14'li (7 + 7) hece ölçüsünü keşfettiler.
Bu ölçü 90'lardan sonra parlayan Yeni Hece hareketinin en çok kullandığı ölçüdür. 7+7, ilk tespitime göre çıkış ve inişi, günümüzün inişli çıkışlı atmosferini canlandırdığı için tercih ediliyor. Mısraın ilk 7 hecesinde ipinizi atıp, ikinci 7 hecede geri çekebiliyorsunuz. Mısra kemendi gibi bir şey bu. Bazen müthiş mısralar yazılmasına yardım ediyor. Ama en önemli kusuru da bundan doğuyor. Arada müthiş mısralar ama bütünlük yok. Süleyman Çobanoğlu'nun, İbrahim Tenekeci'nin, Ahmet Murat'ın, Cevdet Karal'ın ve diğer pek çok arkadaşın mısralarını birbirimize işaret edip ne kadar özel olduklarını söyleriz. “Çok iyi mısra” deriz. Ama o kalıp içinde süreklilik ve bütünlük tutturmak zor oluyor ve tam diyebileceğimiz, baştan sona aynı seviyede gidebilen şiirlerin sayısı azalıyor. Herkesin yazabileceği bir tarafı da var 14'lü şiirin. Yazılıyor da. Ama ustalık ve başarı sadece sayılı şairin nasibi oluyor.
![]() |
![]() |
![]() |
Hecenin ilk üçü
İlk üç derseniz, şair arkadaşlar inşallah içerlemez, bu öznel bir değerlendirme değil, bir anlamda şiir okuyucusunun demokratik seçimi, yeni hece kalıbının en başarılı üç şairi Süleyman Çobanoğlu, Ahmet Murat ve İbrahim Tenekeci'dir derim. Süleyman zaten bu ilk anda cesaret gerektiren hareketi başlattığı için. Çünkü 90'larda heceyle yazmak genç bir şair için kendi ayaklarına sıkmak anlamı taşıyordu. “Yok daha neler” denecek bir şeydi. Taşralı gibi görünmeye neden olurdu; modern şiir cehaleti sayılırdı. Süleyman Çobanoğlu modern şiiri iyi bilen biri, İsmet Özel ve Behçet Necatigil'e aynı anda yakın duran ilk şiirlerinden sonra kısa diyebileceğimiz bir zamanda kendi sesini buldu. Belki de çabuk gelen ustalık az yazmasına yol açtı. İbrahim, kendini hece kalıbıyla sınırlamadığı halde, alttan akan bir ölçülülük içinde öznel ve samimi bir lirizm yaratabildiği için kendine özel bir yere sahip. Her birimizin bir ucundan tuttuğu, bizi bir şekilde yakalamayı başaran mısraları var. Ahmet Murat ise yetişkinlik ve bilinç öncesinden taşıdığı imgeyle, düşünce öncesi dille şiirini yaptı. Asgari, minimal ama cevher gibi bir şiiri var Ahmet'in. İşlenmemiş olması en iyi kalitesi aynı zamanda.
Bu üç şairi biraz Necatigil'e, biraz Asaf Halet'e, biraz Ziya Osman'a; daha geç dönemlerden Cahit Zarifoğlu ve İsmet Özel'e benzetebilirsiniz. Susta pürdikkat mısra ve ibare kollayan şairlerdir hepsi. Bir anda müthiş bir söz söyler ve gerisini getirmesi de gerekmez. Yeni hecenin son dönem şiirimize kattığı en büyük değer bu bence. Mısraın, ibarenin, sesin, sözün öldüğü söylenen bir çağda büyük şair, öncü şair, yaratıcı, dahi gibi sıfatlar almayı beklemeden yeni hece şairleri bu mısraları, bu ibareleri söylediler ve sözün, gerçeğin, hatta aslında düşüncenin şiire dönmesine yardım ettiler. Küçük bir eleştiri olarak, bazen şiirde ileri düzeyde yapılan deneyleri hor görmeleri, şiiri yalnızca saf ilhama bağlamaları gibi tutumlarının yanlış anlamalara neden olduğunu söyleyebilirim. Şiir ilhamla gelir, tıpkı şansın insana gelişi gibi. Ama Çinliler ne demiş: Şans onu kovalayan adama gelir. Ya da ona benzer bir şeyler. Şimdilik bu kadar yeter.
Hakan Arslanbenzer haber verdi
sevgili arslanbenzer, özellikle bir isim daha var. ilk üçe almamışsınız... fakat öznel değerlendirme dediğiniz için normal karşılıyorum. yine de ismi geçebilirdi. kim: ALİ AYÇİL. eğer yeni hece şiiri diye bir isimlendirme yaptıysanız Naz Bitti kitabıyla kendini belli eden bir şair var. sizce Ali Ayçil'in durumu nedir? Türk şiirinde özellikle yeni hece şiirinde yeri var mıdır? yoksa unuttunuz mu? yoksa aranız mı yok?.