Yapay zekâdan kahraman olur mu?

“Gerçek” bir çocuğun var ama sanal bir çocuğu yetiştirmek için çabalıyorsun ve “gerçek” çocuğun bu yüzden ölüyor. Hayal ile gerçek, sanal ile hakikatin kırıldığı yerde büyük bir tehlike baş gösteriyor. Yakuphan Güleç yazdı.

Yapay zekâdan kahraman olur mu?

İnternet, yapay zekâ, dijital oyunlar ve yeni teknolojik gelişmelere dair bu platformda yayınlanan yazılarım üzerine dönüp baktığımda “Dünyamız neredeydi ve şimdi nereye doğru gidiyor?” diye düşünmeden edemiyorum. Üstüne üstlük e-spor gibi gittikçe büyüyen bir dalın milyar dolarla oynadığı, biyoteknolojik çalışmaların gözümüzü korkuttuğu, koronavirüs ile ne yapacağımızı şaşırdığımız bu dönemde çevremize şöyle bir dönüp bakma ihtiyacı hissediyoruz değil mi?

Antik dönem pagan anlatıları, uygarlıkların destanları, şehir efsaneleri derken günümüzde çok daha farklı bir anlatma yoluna girmiş bulunuyoruz. İkincil bir yaşam formunda yani simülasyonlar[1] içerisinde Yapay Zekâ (YZ) ile kurduğumuz ilişkilerin anlatımından bahsediyorum. Kodlar vasıtasıyla kurulan şehirler ve o şehirlere yerleştirilen YZ bedenleriyle yepyeni bir evren tasarlıyoruz. Bu evren içerisinde sanki nefes alıyormuşçasına saatlerimizi ayırıyoruz. Hayallerimizi süsleyen hayatlar kuruyoruz. Bazen o hayatlar bizi öyle içine alıyor ki ne olduğunu anlamadan kendimizi kaptırıyoruz.

2010 yılında Güney Kore’de evli bir çiftin internet üzerinden oyun oynarken bebeklerini açlıktan öldürdükleri suçlamasıyla mahkeme önüne çıkması haberini[2] bilmem hatırlıyor musunuz? Haberin detayında oynadıkları oyunun sanal bir kız çocuğunu yetiştirmek olduğu, olayı daha da ilginç hale getiriyor. “Gerçek” bir çocuğun var ama sanal bir çocuğu yetiştirmek için çabalıyorsun ve “gerçek” çocuğun bu yüzden ölüyor. Hayal ile gerçek, sanal ile hakikatin kırıldığı yerde büyük bir tehlike baş gösteriyor. İzlediğimiz veya oynadığımız her şeyin bizim için ne ifade ettiği bu yüzden çok önemlidir.

Yapay zekâ kullanımında yaşanan gelişmelerin oyun endüstrisine olan etkisi bugün konuyu başka noktalara taşımaktadır. Oyunların sunduğu yeni bir dünya tasarımında mücadele etmek ve aslında kendi hikâyesini yazmak insanlar için yeni bir hayat anlamına gelmektedir. Özgür ve sınırsız bir dünya… Size de çok heyecanlı gelmiyor mu?

İkincil yaşam formları (second life) olarak betimlediğimiz sanal dünyaya dair pozitif ve negatif yorumlara sık sık rastlamaktayız. Peki, gerçekte “second life” nedir? İnsan ırkına ne gibi katkılar sunmaktadır? Bunun net bir cevabını verebileceğimi düşünmüyorum. Bıçağın hem insanı öldürmek hem de ekmek kesmek için kullanılması gibi bir şey bu. Yine de olaylar üzerinden bir değerlendirme yapabileceğimi düşünüyorum.

1999 yapımı Matrix serisinde anlatılan hikâyede insanların tasarladığı makinelerin akıllanıp nasıl kendilerine silah doğrulttukları anlatılıyor. Terminatör serisinde de benzer bir durumla karşılaşıyoruz. Bu duruma bazı distopya kitaplarında da rastlamaktayız. Bıçağın insanı öldüren yüzü işte burada çok net olarak gösteriliyor. Diğer yandan makinelerin sunmuş olduğu o sınırsız ve cazibeli güzel dünya tasarımını da anlatan çalışmalarla da karşılaşmaktayız. Gerçek Kahraman (Free Guy) filmi de yapay zekânın nelere kadir olduğunu anlatan çalışmalardan biri. Filmin hikâyesi kısaca şöyle: “Sanal dünya oyununda bir arka plan oyuncusu olduğunu keşfeden banka memuru Guy, kendi hikâyesinin kahramanı olmaya ve hayatını yeniden yazmaya karar verir. Sınırların olmadığı bir dünyada, çok geç olmadan artık kendi dünyasını kurtaran bir adam olmaya kararlıdır.” Yani 0 ve 1’lerin üzerine inşa edilen YZ’lerin içerisinde kendi kendine karar almayı başaran bir kod yazılımı yerleştirilmiştir ve bu kod Guy adlı kahramanımızda hayatının kadınını bulduğu zaman harekete geçmiştir. Nitekim bu olay gerçekleşir ve artık Guy diğer anlatımlarda yer alan yapay zekâlar gibi kötülük yoluna başvurmaz. Böylece kodlarla örülü Free City evreninde küllerinden doğan gerçek bir kahramanla karşılaşırız. Kahramanımız kötülükle dolu şehrin içinde figüran olmaktan çıkar ve asıl hâle gelir. İçindeki kıvılcım ile gerçek hayattaki kötü adam Antwan’ın sevdiği kadın ve ortağından çaldığı oyun kodunu açığa çıkarır. Filmin sonunda anlaşılır ki kahramanımızın kodlarını tasarlayan ortağının asıl amacı sevdiği kadına aşkını 0 ve 1’ler ile yazmasıdır. Antwan’ın hırsızlığı kamuoyunda duyulduktan sonra oyunun haklarını elde eden ikili, karar alma mekanizmaları yerleştirilmiş kodları yani YZ’leri oyunlarında barındırır. Böylece bir ömür boyu mutlu olurlar. Tabii Guy “server”ları kesilene kadar ölümsüz ve mutlu olacaktır. Bu da sınırsız bir yaşam manasına gelmektedir.

Sanal bir dünya üzerinde kendi kendine düşünüp karar alabilen özgür YZ’lerin olduğu bir evren düşünelim. Bu YZ’ler kahraman olabilir mi? Her daim yardımsever, insanları koruyan ve dost canlısı bir yapay zekâdan bahsediyorum. İnsanların zihinlerini ele geçirmeden, oyun evreninde doğru yol alabilmesini her daim sağlayabilir mi? Bence hayır. Zira 2017 yılında Facebook yapay zekâ botlarının kendi dilini geliştirmesi üzerine mühendislerin fişini çekmeleri[3] haberi bu durumun açık bir kanıtıdır. Kendi kendine değişen ve dönüşen bir algoritmanın kontrolden çıkma ihtimali her zaman vardır. O yüzden Guy’un sonsuza dek gerçek bir kahraman olacağı hikâyesi tam anlamıyla bir Hollywood güzellemesinden başka bir şey değildir. Bakalım önümüzdeki günlerde yapay zekâlara dair daha neler konuşacağız? Meraklısına T.C. Cumhurbaşkanlığı’nın hazırlamış olduğu Türkiye’nin İlk Yapay Zekâ Stratejisi’ni sunuyorum.[4]

Yakuphan Güleç

Dipnot:


[1] Simülasyon kavramını 1972 yılında ünlü Fransız filozof Jean Baudrillard ortaya atmıştır. 1976’da ise bu kavram üzerine yaptığı çalışmalarını “Simgesel Değiş Tokuş Ve Ölüm” adıyla yayımladığı kitapta toplamıştır.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Usame
Usame - 2 yıl Önce

Bence bu filmin asıl felsefesini kaçırmışsınız ama neyse boş ver...