Şeyh Galib, Nabi'den ne istemişti?

Bir iddia uğruna ya Rab ne eserler doğuyor! Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk'ı nasıl yazdı?!

Şeyh Galib, Nabi'den ne istemişti?

Her eserin bir yazılma hikâyesi vardır

Size daha önce Nâbî’nin Hayriyye’sinden bahsetmiştim. Acaba Hayrâbâd’ını  okumuş ya da bu eserin adını duymuş kaç kişi çıkar? Hayır. Size, Hayrâbâd’dan bahsetmeyeceğim. Peki, o zaman neden Nâbî’den söz açtım? Nâbî’nin Hayrâbâd’ının, bir başka eserin yazılmasına nasıl vesile olduğundan bahsedeceğim de ondan.

Eserimizin adı; Hüsn ü Aşk. Müellifi Şeyh Gâlib. (“Müellif” kelimesini özellikle kullandım. Sanki “yazarı” ya da “şairi” kelimeleri Şeyh Gâlib için biraz basit kaçıyor.) Öncelikle şunu belirteyim “Şeyh” bir lakap değil. Şeyh Gâlib, gerçek bir Mevlevi şeyhidir. 1757 yılında İstanbul’da doğar. Asıl adı Mehmet olan Şeyh Gâlib, önceleri "Esad" daha sonra da "Gâlib" mahlaslarını kullanır.

Nâbî ve Hayrâbâd’a ağır eleştiri

Hüsn ü Aşk’ın “Der Beyân-ı Sebeb-i Te’lîf” yani “Eserin Kaleme Alınış Sebebini Açıklama” bölümünde Şeyh Gâlib, eserin yazılma hikâyesini anlatır.

Şeyh Gâlib, usta şairlerin bulunduğu bir dostlar meclisine girer. Mecliste divan sahibi genç şairler vardır. Şiir ve özellikle de Nâbî’nin Hayrâbâd’ı hakkında konuşmaktadırlar. Şeyh Gâlib de sohbete dâhil olur. Nâbî’nin Hayrâbâd’ı, çok yaşlandığı zaman kaleme aldığını ama yine de ilginç bir eser olduğunu söyler. Meclistekilerden biri eseri övme konusunda aşırıya kaçar. Diğerleri de söylenenleri tasdik ederler ve eserin bir benzerinin yazılamayacağını ima ederler. Aşırıya kaçan övgüler, Şeyh Gâlib’i rahatsız eder ve dayanamayarak önce Nâbî hakkında sonra da Hayrâbâd hakkında ağır eleştirilerde bulunur.

Nâbî’nin, aşırı mübalağalar yapma hususunda alçaktan uçan bir kuş gibi olduğunu söyler. Ayrıca padişahtan unvanlar, nişanlar alıp dünya pazarında muradını aldığı, söz meydanında ünlü olduğu hâlde yine tembellik gösterip nice mânâlara ulaşmaktan uzak kaldığını da ilave eder. Sonra da Hayrâbâd’ı eleştirir. Hayrâbâd’ın hayırsız bir insanın olgunluğunu dile getirme üzerine kurulduğunu, hikâyenin çalıp çırpma bir hikâye olduğunu ve içinde hırsızlar için bir hayli hisse olduğunu; Nâbî’nin, ihtiyarca bir yapmacıklığa düştüğünü ve bir de hırsızlık işini süslü gösterdiğini söyler. Gâlib’in eleştirisi uzar gider.

İş, iddiaya biner

Meclistekiler, Gâlib’in yaptığı onca ağır eleştiriden sonra Gâlib’ten Hayrâbâd gibi bir eser meydana getirmesini isterler. Hatta ona biraz da cesaret vermek için Nâbî’nin yaşlılık zamanında güçlükle elde ettiği şeyi onun, genç yaşta elde edebileceğini söylerler. Gâlib de o hevesle kalemi eline alır. Hüsn ü Aşk’ı yirmi altında yaşında, altı ay gibi kısa bir sürede yazar. 

Hüsn ü Aşk, bir açıdan bakıldığında modern bir aşk masalı gibidir ama sembollerin diline kulak vererek okursanız eser, kendisini açığa çıkarır. Sembolleri çözdüğünüzde eserin Mevlevîlikte geçirilen bir iç olgunlaşmayı anlattığını görürsünüz. Gâlib’i anlamak için tasavvufu biraz olsun bilmek gerekir. 

Sembolizmin ilk temsilcisi mi?

Hüsn ü Aşk’ta sembolleri kullanma konusunda büyük bir ustalık gösterir, Şeyh Gâlib. Bu anlamda dünya edebiyatında sembolizmin doğuşunu 19. yüzyıla indirgeyen Batı temelli düşünceye sahiplere ezber bozucu bir cevaptır; Hüsn ü Aşk. 

Müthiş semboller, çözülmesi gereken sırlar...

Hüsn ve Aşk, Muhabbetoğulları Kabilesi'ne mensupturlar. Muhabbetoğulları Kabilesi, tasavvufî anlamda “tarikat”ı sembolize eder. Aşk’ın lalası; Gayret’tir ve “çaba”yı sembolize eder. Hüsn’ün dadısı; İsmet’tir. İsmet, “ihlâsı, samimiyeti, doğruluğu, dostluğu bir de namusu, iffeti” temsil eder.

Sühan, iyi niyetlidir. Eserin en ilginç kahramanıdır. Hüsn’ün denetiminde Aşk’ın yolculuğunda mekânlara göre şekil değiştirerek Aşk’a yardımcı olur. Aşk’ın vuslata ulaşması için yolculuğunu kolaylaştırır. Sühan, “Mürşid-i kâmil”dir.

Aşk, Hüsn’le evlenmek istediğinde, kabilenin ileri gelenleri vuslatın bu kadar kolay elde edilemeyeceğini anlatarak Aşk’a, vuslat için Diyâr-ı Kâlb’e gitmesi gerektiğini söylerler. Diyâr-ı Kâlb yine ayrı bir semboldür. “Gönül”ü simgeler. Diyar-ı Kalb’e gidip orada Kimya’yı bulup getirmelidir. Kimya tasavvufta önemli bir değere sahiptir. Kimya “gizli bir ilim”dir. Sihirlidir. Herkes onu anlayamaz. Ayrıca tasavvufta kimyanın, Allah’ın sırlarından olduğu ve ancak Allah katında yücelen kişilere nasip olacağına inanılır. Yani Aşk, bunu bulup anladığında Allah katına yükselecektir.

Sonundan bahsetmeyeceğim. Gördüğünüz gibi sembollerle dolu bir aşk masalı;  Hüsn ü Aşk.

1001 günlük çile ve on bir defa hatmedilen Mesnevi

Şeyh Gâlib, Hüsn ü Aşk’ı bitirdikten sonra Konya'ya giderek Mevlâna dergâhında çileye soyunur. Çile çıkarması 1001 gün yani yaklaşık üç yıl sürer. Çilesinin bir kısmını Konya’da bir kısmını da İstanbul'da doldurur. Bu arada da hiç şiir yazmaz. Mevlevî büyüklerinin sohbetlerinde bulunur, Mevlânâ'nın Divân-ı Kebir'i ve Mesnevi'siyle meşgul olur. Mesnevi şerhlerini ve diğer tasavvufla ilgili kitapları okuyup inceler. 27 yaşında iken Mesnevî'yi, onbir defa hatmeder.

Bir süre tarikatın çeşitli kademelerinde görev aldıktan sonra da Galatasaray Mevlevîhanesi’ne şeyh olur. Kendisi de bir şair olan padişah III. Selim döneminde korunan Şeyh Gâlib, hayatının son yıllarını da İstanbul’da geçirir. Genç denecek bir yaşta, 42 yaşında İstanbul’da vefat eder.

Meryem Uçar, Oldu hevâ-yi zülf ile dil târmâr-ı gam / Cem’iyyet-i şuûr ne âlemdedir aceb, dedi

YORUM EKLE

banner36