İnsan ırkının yeryüzünde varlığı ile eşdeğer bir sürece tekabül ettiğini düşündüğüm salgın hastalıklar çeşitli önlemler adı altında tecritleri beraberinde getirmiştir. Hepimizin bildiği üzere Eyüp Peygamber de habis hastalık yüzünden iyileşene kadar tecrit edilmişti. Peygamberimiz süt anneye verildiği zaman dört yıl süren veba salgını yüzünden Mekke'ye gelememişti. Yine Hz. Ömer'in Şam'da veba salgını haberi aldıktan sonra şehre girişi kısıtlaması ve günümüze kadar yaşanan İspanyol gribi, sars virüsü, domuz gribi, kuş gribi gibi pek çok örneğin sonuncusu elan muzdarip olduğumuz covid 19.
Mevzu bulaşıcı hastaların insan hayatına etkilerini yadsıyamayız elbette. Biyolojik sisteme verdiği hasar dışında psikolojik ve sosyo-ekonomik olumlu-olumsuz birçok etkisi olduğu muhakkaktır. Sokağa çıkma yasakları ile birlikte toplu karantina uygulamaları neticesinde aile birliği, aynı sofrada her öğün birliktelikler, sofralarda düzen tertibe önem verilmesi, hazır gıda tüketiminin asgariye inmesi, çalışma hayatının koşuşturmacası esnasında kalan zamanı başkalarıyla geçirme isteği sırasında ihmal ettiğimiz içimize yönelmemiz gibi birçok artısını tecrübe etme fırsatımız oldu. “Hayatın akışı sırasında aylarca günlerce konuşmadığımız görüşmediğimiz akraba, eş, dost için duyulan özlemin farkına varışımızı ve bağlarımızı kuvvetlendirişimizi, covid 19’a borçluyuz” desem kanaatimce yanılmış olmam.
Yukarıda saydığım salgın hastalıklar ve yaşadığımız sürecin bize katkıları kadar yan etkileri olduğu da açıktır. En büyük handikapımız teknoloji ile irtibatımızı sorguladığımız süreçte teknolojiye mecbur kalışımız diyebilirim. Hazırlıksız plansız programsız bir şekilde eğitim faaliyetlerinden akraba ziyaretlerine arkadaş sohbetlerine, ilim meclislerine kadar hayatınızın her alanında teknoloji ile zorunlu birliktelik yaşadığımız süreçten geçiyoruz. Evde geçirilen vakitte gezilerimizi dahi sanal ortama taşıma girişiminde bulunduk. Adam Alter, “Karşı Konulamaz” adlı kitabında Steve Jobs un “İphone”u pazarlarken ilk konuşmasında kullandığı "karşı konulamaz bir teknoloji vaadi"ne dikkat çekiyor. Teknolojinin davranış bağımlılığı unsuru olduğunu bunun sadece irade zayıflığı ile ilişkilendirilemeyeceği teknolojik tasarımların insan davranışlarını ve algısını yönetme esasına dayalı olduğunu vurgulamıştı. Bu süreçte karşılaştığımız mecburiyetin planlı olup olmadığı konusu Bill Gates ve insanlara chip takılacağı iddialarını akıllara getirmiyor değil. Teknolojinin sosyal medya boyutunda ve oyun oynamak suretiyle çılgınca kullanılmasını tartışırken kendimizi bir anda teknoloji çukuruna itilmiş olarak bulduk. Mesleğimizi icra etmek için dahi her gün muhatap oluyoruz. Üzerine iletişim kurmak, hasta ziyareti yapmak, ev ziyaretleri yapmak, toplu okumalar yapmak, geziler yapmak gibi teknoloji olmadan da yapabileceğimiz aktiviteleri ne yazık ki dijital ortama taşımak durumda kaldık. Bu durumun getirisi olduğu kadar bizden götüreceği çok şey olduğu da bir gerçektir.
Yazıyı kaleme alma düşüncesine iten asıl sebep elbette bunlar değildi. Karantina süreçlerine, kişisel tecrübeleri ve kendi tecrübemi dikkate aldığımda bir tür 'modern inziva süreci' demekten kendimi alamıyorum. Kendimize vakit ayırabildiğimiz, kendimizi yeniden keşfettiğimiz, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığımızı daha net ifade edişimiz, eksilerimiz ve artılarımızla yüzleşmemiz, varoluş nedenimizi sorgulayışımız, mevcut şartlarımızı gözden geçirmemiz ve daha birçok yenilikten bahsedebilirim. Kendimizle baş başa kaldıkça tefekküre ayrılan vaktin bereketi de ayrı oluyor. Bu süreçte nasıl bir evlat olduğumuz, nasıl bir vatandaş olduğumuz, nasıl bir kul olduğumuz, nasıl bir meslek erbabı olduğumuz ve daha nice sorgulamalar yaşadık beraberce. Kırgınlıklarımızın, kızgınlıklarımızın, ani parlayışlarımızın esasında anlık süreçler olduğunu ve birçoğunun gereksiz olduğunu keşfedişimiz büyük bir devrimdir şahsım adına. Affedebilen, tolere edebilen, sabredebilen bireyler olarak sürecin sonunda toplumsal psikoloji adına epey yol kat edeceğimizi düşünüyorum.
Sürecin bana kattığı en önemli alışkanlık kitap okumaktı hiç şüphesiz. Yüksek Lisans sürecinde kendi alanına yönelik ağır akademik eserler okumanın bunalmışlığı ile sadece olay örgüsü içeren hikaye, roman türüne katlanabilmekte güçlük çekerken bu süreçte araştırma ve daha fikri eserlerle aramdaki buzları tamamen eritmiş olmanın sevincini yaşamaktayım. Okuduğum kitapların türleri kadar konusu ve teması da hayli değişime uğramıştı. Eskiden dünya konjonktürünü ilgilendiren siyasi, ekonomik ve felsefi kitaplar olurken bugün psikoloji ve sosyoloji ağırlıklı kitaplar olması insan denilen varlığın kimyası ile ilgilenmem de içe dönüş yolculuğuna dahil edilebilir.
İnzivayı bizi bizden ve Yaradan’dan alıkoyan her şeyden el etek çekmek olarak alırsak bu süreçte her şeyden tam olarak izole olabildiğimizi söyleyemem. Sosyal medya veya dijital platformlar aracılığı ile alışkanlıklarımızı devam ettirdiğimiz bir gerçek. Ama inzivadan kastım ruh dünyamızı sorgulama, kendimiz, kimliğimiz, benliğimizi hakkında düşünmemiz, kendimizle ilişkimizi gözden geçirmemiz diyebilirim. Ayrıca kendi kimliğimizi oturttuğumuzda Yaradan ile ilişkimizi de düzene koyma fırsatı bulduğumuz da bir gerçektir. Daha affedici, daha adil ve daha mütevazı oldukça nefsin keskin uçlarını törpülememiz kolaylaşıyor, ruhumuz aydınlanma sürecine hazırlanıyor adeta. Tabi bu süreçleri yaşamak hiç de kolay olmuyor. İçimize yöneldiğimizde keşke’lerimizin ya da iyi ki’lerimizn hezeyanı ile bocalama sürecine giriyor, ani yükselişler yaşayabiliyoruz. Yoğun sorgulamaların, sert hesaplaşmaların bu tarz dışa vurumları olacağı da muhakkaktır.
Velhasıl “karantina ya da sosyal izolasyon” adını verdiğimiz süreç sadece salgının seyrini değiştirmedi aslında, bizim ruhsal devinimlemize de aracılık etti, diyebiliriz. “Kimiz, neyiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz, neler yapıyoruz, neler yapmalıyız, neler yapmamışız?” gibi sorumluluk skalasını ve skalayla mutabakatımızı sorguladığımız bir süreci idrak ettik. Esasen bakıldığında sahip olduğumuzu sandığımız hiçbir şeyin bize ait olmadığını sadece emanetçiler olduğumuzu an be an idrak edebildiğimiz takdirde tekamül sürecinde hayli yol kat etmiş olacağız.
Sümeyye ŞAHİN