Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Laurent Mignon’un Doğu-Batı, Edebiyat ve Eleştiri, Hece, Varlık gibi dergilerde farklı zamanlarda yayınladığı edebiyat üzerine makaleleri Ana Metne Taşınan Dipnotlar başlığını taşıyor. Adından da anlaşıldığı gibi yazıların temel ekseni ya edebiyat tarihinde ismi unutulan kimi yazarların metinleri etrafında dönüyor ya da edebiyat dünyasının yakından tanıdığı kimi isimler ve meseleler hakkında taşları yerinden oynatacak yorumlar içeriyor. Kültürlerarasılık gibi bir sahanın sınırları içerisinde de okunabilecek yazılarda Mignon özellikle edebiyat tarihçilerine oldukça farklı teklifler sunuyor.
Edebi getto
İsak Ferera, Servet-i Fünuncularla aynı dönemde şiirler yayınlamış, Tevfik Fikret etkisinde bir şair ve Musevi Osmanlı vatandaşıdır. Mignon, Mirat adlı bir de dergi çıkarmış olan Ferera’nın edebiyat tarihinde isminin hiç anılmamasını, bilinçli bir unutturma, Musevi Osmanlı şairlerini edebi bir gettoya mahkûm etme olarak değerlendirir.
Mignon, Cumhuriyet ideolojisinin, edebiyat tarihi yazımında dili değil, dini öne çıkardığını ve bunun evrensel değerler açısından sakıncalı ve Türkçe’de ısrar etmiş bu şairler açısından da büyük bir haksızlık olduğunu düşünür. Bu tespitler, alternatif bir edebiyat tarihi yazmak ve resmi tarihle hesaplaşmak adına oldukça önemlidir. Fakat Mignon’un satırları arasında öyle bir bilgi var ki neredeyse yazarın söylediklerini ters yüz edecek cinsten. İsak Ferera ve Avrom Naon çıkardıkları Mirat dergisinde “Musevi olmayan bir kalemin eseri kabul edilmeyecektir.” şeklinde bir açıklama yer alır. Bu açıklama Mignon’u da rahatsız etmiş olmalı ki uygun bir şekilde tevil etme yolunu tutmuş. Dergide böyle bir açıklamanın yer almasını sıradan okuyucu, tüm dünyada siyasal anlamda olduğu gibi edebi anlamda da gettoda yaşamayı seçenin Museviler olduğunu düşünür. Fakat Mignon böyle düşünmüyor. Yalnızlığa mahkûm edilen Musevilerin bu şekilde davranarak” Osmanlı edebiyat çevrelerinin inşa ettikleri gettonun görünmez duvarlarını yıkmaya” (s.20) çalıştıklarını söyler. Bir tarafta Musevilerden başkasının yazılarının yayınlanmasına izin verilmeyen bir dergi, diğer tarafta ise satış kaygısıyla toplumun önyargısından etkilenmemesi için teklif edilen müstear ad ve sonrasında da edebiyat tarihindeki vefasızlık var. Hakşinaslık veya kadir-naşinaslık konusunda okur, “hırsızın hiç mi suçu yok!” diyecektir doğal olarak. Ardından da günümüz okuru, Musevileri, (İsrail örneğinde olduğu gibi) “görünmeyen duvarları yıkma” değil; “görünen duvarları örme” imgesiyle tanıdığını hatırlayacaktır ister istemez.
![]() |
Yahya Kemal |
Oryantalist ve seçkinci Yahya Kemal
“Kimin Gökkubbesi” başlıklı yazıda Yahya Kemal’in oryantalizme ve sonuçlarına karşı duyarsızlığı tartışılır. Daha öne Beşir Ayvazoğlu ve Attila İlhan’ın da üzerinde durduğu şey, Yahya Kemal’in İstanbul’u ile yabancı seyyahların gözündeki İstanbul arasındaki benzerliktir. Egzotik, sıra dışı, gerçek insanların yaşamadığı tasvirlerdir söz konusu olan.
Mignon, Yahya Kemal’in bir yazısında şiiri “keşfedilmesi güç bir cevher” şeklinde tanımlamasını ve şiirlerini yayınlamayıp sadece dost meclislerinde okumasını seçkinci bir tavır olarak görür. Bu gelenek Osmanlı dönemi şiir meclislerine dayanır ve Yahya Kemal bu manada seçkinci Divan şiiri geleneğini yaşatır. Yahya Kemal’in seçkinciliğine bir dayanak da şiirinde geçen yer adlarıdır. Çamlıca, Erenköy, Göksu, Kandilli gibi yer adları yönetici sınıfın yaşadığı yerlerdir. Bunun yanı sıra Süleymaniye, Koca Mustafapaşa, Üsküdar, Atikvalde gibi yoksul insanların yaşadığı yerler de geçer şiirlerinde geçmesine fakat Yahya Kemal açısından burada yaşayanların değil, bu yerlerin Osmanlı Türklüğü ve Osmanlı Müslümanlığı açısından önemi ön plandadır. Koca Mustapaşa’nın tasviri, hayali Doğu imgelerinde olduğu gibi fakirlik, kadercilik ve Müslümanlığın bir arada gösterildiği Oryantalist gravürlere benzer.
Bu durumda Mignon “vatan şairliği” gibi “milli şairlik” sıfatının da Yahya Kemal’e uygun düşmeyeceğini, Yahya Kemal’in yeniden keşfedilebilmesi için, onu bu kavramlardan arındırmanın bir zorunluluk olduğunu söyler.
![]() |
A. Hamdi Tanpınar |
Tanpınar’a itiraz
Türkiye’de edebiyat bölümünde okumuş olanların yakinen tanıdığı, satır satır ezberlediği, kutsal kitap gibi sorgulamadan, tartışmadan kabul ettiği bir eser vardır: A. Hamdi Tanpınar’ın 19.Asır Türk Edebiyatı Tarihi. Tanpınar’ın pek çok görüşünün isabetli olduğunu inkâr edemeyiz fakat eleştirel okumalara açık olmaması, kelimenin tarihsel boyutuyla kanonlaştırılması hakikaten sıkıntılı bir durumdur. Mignon da aynı kaygıyla yazısının başına ihtiyati olarak “biraz iddialı olsa da” kaydını koyarak başka yerde rastlayamayacağız türden bir itirazda bulunur. Tanpınar’ın edebiyat tarihçiliğindeki özgün yerini dile getirirken sonrasında yetişen neslin Tanpınar kadar yenilikçi olamadığını söyler. Tanzimat romanı konusunda en ufuk açıcı çalışmaları Berna Moran, Jale Parla ve Nurdan Gürbilek gibi Türkoloji dışından akademisyenlerin yapmış olmaları bunun en güzel kanıtıdır.
Mignon yazısında daha önce Jale Parla’nın Babalar ve Oğullar kitabında ele aldığı bir konuya yeni açılımlar kazandırır. Tanpınar'ın edebiyat tarihinde yer alan bir pasaj, Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatını anlama ve anlamlandırma konusunda oldukça belirleyici olmuş görüşler içerir: “ Tanzimat’la birlikte imparatorluk asırlarca yaşadığı medeniyet dairesinden çıkarak mücadele halinde bulunduğu başka bir medeniyet dairesine girdiğini ilan ediyor onun değerlerini açıkça kabul ediyordu.”
Tanpınar’ın bu görüşüne karşı Jale Parla, Tanzimatçıların İslami epistemolojiye sonuna kadar bağlı kaldıklarını ortaya koyan teziyle karşılık vermişti. Mignon da Tanzimat dönemi yazarlarının Endülüs tarihine ilgi duymalarını benzer bir yaklaşımla izah eder. Tanzimatçılar için ideal devlet modeli Batılı ülkeler değil, yine her anlamda bir yükselişin örneği olan, Müslüman Endülüs’tür. Batıya yaklaşım tarzı Batı karşısında yenik düşmenin farkındalığı ile sınırlıdır. Yeniden dirilişin modeli ise ancak bir İslam devleti olabilir. Namık Kemal’den Ahmet Mithat’a kadar Tanzimat’ın önemli isimleri bütün Batıcı kimlikleriyle, İslam Hukukuna bağlılıklarını her fırsatta dile getirmiş olmaları bu bağlamda düşünülebilir.
Mignon bu konuyu da temel meselesine, azınlıkların edebiyat tarihinde görmezden gelinmesine getirmiş olsa da Tanzimat dönemini anlamaya çalışırken çok sık karşımıza çıkan Tanpınar’ın bir tespitinin sere serpe tartışılması son derece önemli, yenilikçi ve cesaret vericidir.
![]() |
Nurettin Topçu |
Nurettin Topçu faşist midir?
Mignon’un Hece dergisinin Nurettin Topçu özel sayısı üzerine yazdığı bir yazıdaki iddiaları oldukça değişik ve ilgi çekicidir. İsmi Anadolu sosyalizmi ile birlikte anılan milliyetçi, muhafazakâr bir çizgide yer alan Topçu için Mignon, “hastalıklı Yahudi ve yabancı düşmanlığı, nasyonal sosyalizmin Hitlerci yorumuna hayranlık” gibi yakıştırmalar yapar. Bu iddalı sözler, Topçu’nun “Sosyalizm ve Şekilleri” başlıklı makalesinde geçen şu sözlerine dayanır: “milli değerlerle geleneklere dayanan faşizm ile aynı esaslara dayanan Alman milli sosyalizmi, devlet sosyalizminin en mükemmel gerçekleşmesi [dir]…”
![]() |
Adolf Hitler |
“Yahudi Allah’ın insan diye yarattığı varlıklara benzemez.” diyen Topçu, Freud, Durkheim, Marx, Einstein, Spinoza gibi filozofları “hakikati yıkmak için dünyaya gönderilmiş” Yahudiler olarak görür. Mignon’a göre Topçu’nun çalışma odasına Hitlerin resmini asması da sosyalizme duyduğu ilgiden değil, ırkçı, insancılık karşıtı görüşlerindendir.
Topçu’nun ilkel komünizm karşıtlığı, endüstriyel topluma karşı alternatif olarak sunduğu tarım toplumu, mistisizm arayışında Fransız oryantalist L. Massignon etkisi, modernlik karşıtlığı ve çevreci duruşu, Mignon’un tartıştığı diğer konulardır.
Mignon yazılarında, “Osmanlı emperyalizmi, ırkçı Dostoyevski, insanoğlu-insankızı” gibi duymaya alışık olmadığımız ifadelere yer verse de yazıları, edebiyat ve düşünce dünyasının mitlerini yeniden okuma çabası bakımından oldukça dikkate değer tespitler içeriyor. Hakan Erdem çoğu zaman göz atmaya bile üşendiğimiz dipnotların izini sürerek tarihçilerin hatalarını görmezden gelmemiş ve Tarih-Lenk’i yazmıştı. Mignon da dipnotlarda adı sadece şöyle bir görülüveren isimlerin tarihini yazmayı tercih etmiş ve var olanı tekrar etmek yerine, sahiplenmeci bir yaklaşımla okumaya hiç de müsait olmayan zihin açıcı metinler ortaya çıkarmıştır.
İbrahim Alan bildirdi.
mignon'un kitabını omurgası üzerinden değil de gittiği yolları takip ederek ve bu yolları çürüterek eleştiriyi minimal bir boyutuyla ele almış ibrahim alan. fakat azınlık siyaseti güttüğü kitap yayınlandıktan sonra başka yazarlar tarafından da yazıldı. fayrap'ta esma güneş yazmıştı mesela, mignon'un azınlık siyaseti güttüğünü temel alarak. şimdi buradan yola çıkıp da ibrahim alan'ın yazısına intihal diyebilir miyiz? haksızlık olurdu.