Medresenin işlevini dergiler görmeye başlar!

Sırat-ı Müstakim, dinden uzaklaştırılan gençlik için de düşünmüştür. Dindarlarca çıkarılan birçok derginin bilinçaltında aslında böylesi bir neden yatar..

Medresenin işlevini dergiler görmeye başlar!

 

İlk dönem Tanzimat edebiyatçıları, “Sanat, toplum içindir” anlayışını benimsediklerinden, gizli bir elitistliği bünyesinde barındıran edebiyat dergileriyle fildişi kulelere sığınmamışlar; gazetelerde siyasî, edebî her nevi dertlerini toplumla paylaşmışlardır. Mesela Namık Kemâl’in erkeksi avazı dergi sayfalarına sığmayacak kadar yüksekti.

Siyasi nedenlerle bu anlayış Tanzimat’ın ikinci dönemi ve Servet-i Fünûn’da “sanat, sanat içindir”e dönüşmüş, sanatkârları fildişi kule şekline giren lügate çekmiştir. Gazetenin hükmü kalmamış, Tevfik Fikret öncülüğünde Servet-i Fünûn dergisi çıkmaya başlamıştır. Öyle anlaşılmaz şiirler yazılmıştır ki bu dönemde,  şairin kendisi bile, şiirini yayımladıktan birkaç gün sonra dönüp okumak istediğinde, lügatlerden yardım almak zorunda kalmıştır. Fakat Tevfik Fikret ölümünden yaklaşık on yıl önce fildişi kulesinden yeraltına (under-ground) inerek İstanbul’un şahsında devlete ve İslam medeniyetine yönelik isyan şiirleri yazmıştır.

Sırat-ı Müstakim niçin çıkmıştı?

Bazı soruların yanıtı, yıllar sonra gelen nesiller tarafından verilir. “Sırat-ı Müstakim niçin çıkmıştır” sorusuna bugünden baktığımda, bilinenden bilinmeyene doğru birkaç yanıt verebiliyorum. Mehmet Akif’in Sırat-ı Müstakim’i, parçalanmakta olan Osmanlı’nın yaralarına merhem olmak istemiş ve Batı’dan bulaşmış toplumsal hastalıkları iyileştirmeye aday hekimler yetiştiren bir okula dönüşmüştür. Bu dergi, o güne dek çıkan gazete ve dergilerden farklı olarak kurtuluşu Batı’da değil İslam’da görmüş ve bunun mücadelesini vermiştir.

Mehmet Akif, o günün şartlarında kendine has karakteri ve haysiyetli duruşu ile kendi kurduğu dergi dışında özgürce yazamazdı. Kurtuluş Savaşı yıllarında Sırat-ı Müstakim’in halkı aydınlatmada ve milli mücadeleye asker toplamada büyük katkısı olmuştur. I. Dünya Savaşı’nda bir milyon askerimizin hazin kaybı (neredeyse memlekette okuryazar kalmamıştır), süreğinde Kurtuluş Savaşı’nda çoğunluğu köylülerden oluşan yaklaşık 17 bin kişilik ikinci acımız (rakamlara vurulamayacak bu acı, I. Dünya savaşındaki kaybımızın yanında çok küçüktür), bunlara ek olarak Cumhuriyet sonrasında kapatılan medreseler, bazı inkılapların ardından ölümle cezalandırılan âlimler, Said Nursi gibi ev hücresinde gözaltına alınan üstatlar, memlekette açlık gibi bir din açığının da ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sırat-ı Müstakim’i Eşref Edip’in, Mehmet Akif’ten sonra tekrar okurla buluşturması bu sebeplerle ilgilidir aslında.

Azıcık Osmanlı Türkçesi’ne hâkim olan, Sırat-ı Müstakim’i karıştırdığında dergi yazarlarının canhıraş bir şekilde edebiyattan çok dinî meseleleri ele aldığını görecektir. Dergi, dinden uzaklaştırılan gençlik için güncel dinî meseleler üzerine de düşünmüştür. İslami camiada çıkan birçok derginin bilinçaltında aslında böylesi bir neden yatar. Medreseler kapatıldığı ve toplum dinden uzaklaştırıldığı için, Müslümanların çıkardığı dergilerin okul olmaktan başka bir yolu yoktu. Bu dönemi ben, Anadolu’nun ilk İslamlaşma dönemine benzetiyorum. Sonraki yıllarda Necip Fazıl’ın İslam tebliğini amaçlayan, bugün bize yavan gelen kimi metinlerinin Divan-ı Hikmet’in işlevini gördüğünü de gözden kaçırmamak gerek.

Bir dergi, x derginin yetiştirdiği yazarlarla yoluna devam ediyorsa…

Bence, bir dergide büyük şiirler, öyküler yayımlanmış, çok mühim değil aslında. En mühimi geride, ileriye yönelik canlı kanlı düşünen, bayrağı geleceğe taşıyacak Müslüman gençler bırakmaktır. Muhatabı olmayan büyük eserler, en nihayetinde küçüktür. Büyükse bir eser, kendi neslini de beraberinde yetiştirerek getirir, bu tür eserlerin arkasında da elbette dergileriyle birlikte müellifleri bulunmaktadır.

Büyük Doğu da yeni bakışlarla geldi. Zaten Necip Fazıl yeninin ta kendisiydi, hâkim düzen ile anlaşmakta zorlandı. Necip Fazıl’ın şiirde sustuğu yerde Sezai Karakoç Diriliş’te konuşmaya başladı. Bu konuşma da ölü topluma bir İsa-aşısıydı ve kan kadar gerekliydi. Edebiyat Dergisi, Mavera’nın da bunlara benzer nedenleri bulunmakta.

Kimi zaman büyük ruhlar bir arada barınamıyor. Bunu doğal görmek, doğanın bir kanunu olarak düşünmek lazım. Aynı kaynaktan beslenip farklı kanallardan aynı denize dökülen ırmakların elbette topraklarımıza faydası olacaktır. Fakat bir dergi x derginin yetiştirdiği yazarlarla yoluna devam ediyorsa o dergi artık x dergi olmuştur ve varlığının pek bir anlamı kalmamıştır.

Fikirsiz metinler eser olamaz, aynı şekilde fikirsiz dergiler de dergi olamaz. Çünkü fikirsizlik, insansızlık ve imansızlık demektir. Bu günün genç dergilerinin çoğu fikirsiz ve dolayısıyla esersiz çıkıyor. Çıkış nedenleri büyük oranda isimlerini çığırtkanlıkla duyurmak. Oralardan kulakları rahatsız eden geçici bir tiz ses çıkar, o kadar.

 

Zafer Acar yazdı

YORUM EKLE