Hak arayışının konusu
İslam’da insanlar hür doğmuştur; haklar ve hürriyetler bakımından hepsi birbirine eşittir. Bununla beraber eşit değillerdir: "Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Onların bir kısmı diğer kısmına iş gördürsün diye kimini kimine derecelerle yükselttik. Rabbinin rahmeti ise onların toplayageldiklerinden hayırlıdır." (Zuhruf Suresi, 32) İslam’da işçi çalıştırmaya delil aranırsa Mısır’dan kaçmak zorunda kalan Musa’nın Medyen’de Şuayb'ın (a.s.) yanında ücretle çalışmasını hatırlayabiliriz. Hz. Şuayb'ın (a.s.) kızları, koyunlarını sulamak için Hz. Musa'nın yardımını almışlar ve babalarına: “Babacığım! Bunu işçi olarak tut! Zira senin çalıştıracağın en iyi adam, böyle kuvvetli ve güvenli biri olmalıdır.” (Kasas Suresi, 27) demişlerdi.
İnsanların hepsinin eşit olması gerektiği şeklinde bir düşünceye katılmak bu temelde mümkün değildir. Benzeri bir delil Hz. Musa'nın Hızır (a.s.) ile arasında geçen bir konuşma vesilesiyle de ileri sürülebilir. Hızır (a.s.), yıkılmak üzere bir duvar görür ve onu düzeltir, buna karşılık herhangi bir ücret almaz. Musa (a.s.), “İsteseydin, elbette buna karşı iyi bir ücret alabilirdin” (Kehf Suresi, 77) der. Yine “Artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların haklarını ve ücretlerini eksiltmeyin, halka haksızlık etmeyin” (Araf Suresi, 85) emri vardır. Bu deliller, insanlığın “eşitliğinde” değil, “emeğinin karşılığını almakta” HAK mücadelesi yapılabileceğine işarettir.
Emeğin kutsallığı
İslam, emek ehlini, ibadet ederek kendisine hizmet edilmesini bekleyene göre daha aziz görmüştür: “Hz. Enes'den rivayet edilmiştir: Biz bir seferde Resulullah (s.a.) ile beraberdik. Aramızda bir kısmı oruç tutuyor, bir kısmı tutmuyordu. Sıcak bir günde bir yerde konakladık. Gölgelenenlerin çoğu elbisesi olanlardı. Bir kısmımız güneşe karşı elleriyle korunuyorlardı. Derken oruçlu olanlar yığılıp kaldılar, oruçsuzlar kalkıp çadırları kurdular, hayvanları suladılar. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.): ‘Bugün sevabı oruçsuzlar kazandı’, buyurdular.” (Kütüb- ü Sitte, c: 9, hadis no: 3205, Akçağ, İbrahim Canan)
Helal kazanç için elinin emeğiyle kesb ettiğini yemek İslam’da övülmüştür. Bu nedenle fütüvvet ahlâkında oturup çalışmaktan geri kalmak yerilmiştir: “Sülemi der ki: Fütüvvet gereklerinden biri de (…) çalışmaktan geri durmamaktır. Sufinin, çalışıp kazanmadan geri durması doğru değildir. Ancak kesin olarak çalışmayı terketmesi istenen bir adam olur, bir hal kendisini kazanma yerlerine muhtaç bırakmazsa o başka. Fakat ihtiyacı varsa ve çalışmasına mani bir sebep yoksa çalışması evlâdır. Çünkü oturmak, marifetlerde teserrüften ve geleneklerden dışarı çıkan kimse içindir.” (Sülemi, Tasavvufta Fütüvvet, AÜİF yay, 1977: 33)
Buna göre muhsinler, kâsibûn (ahireti kazanmak için iş-meslek tutanlar) bir zümredir: Üreten, çalışan, yed-i eminliğine verilenler için hakları muhafaza eden, insanların yollarına çıkan eziyetleri kaldıran, hasta-aciz-müstezaf-yaşlı-dul-kadın ve çocukların maişetini temin için dünyada yorulanlar… İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir: “Allah Resulü (s.a.) buyurdu, ‘Kim el işinde yorulursa, bağışlanmış olarak akşama kavuşur.’” (Rudani, Cem’ ul Fevaid, İz, c: 2, hadis no: 4572) “Resulullah’a (s.a.) denildi ki: ‘hangi kazanç daha helal ve hoştur?’ Resulullah (s.a.) da şöyle cevap verdi: Kişinin elinin emeği ile elde edilen kazanç.” (Rudani,age, c: 2, Hadis no: 4569) Yine şöyle buyurulmuştur: “Ebu Hureyre'den Resulullah (s.a.): ‘Canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki sizden birinizin eline ipini alıp sırtında odun taşıması, birisine varıp dilenmesinden çok çok iyidir.” (Sahih Buhari muhtasarı, Abdullah Feyzi Kocaer, Yeni Şafak, 2004, Hadis no: 747) Emek ehlinin namazını koruduğu takdirde emeği kutsaldır ve ibadettir. Şöyle denmiştir: “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir taam asla yememiştir. Allah’ın peygamberi Davud (a.s.) elinin emeğini yerdi.” (Kütüb-ü Sitte, Akçağ, İ. Canan Şerhi, c: 16, s: 498)
İşçinin iş talebi hakkı
İşçinin tâbi olduğu yönetimden iş talebi hakkı vardır. “Hepiniz çobansınız, maiyetinizdekilerin hukukundan mesûlsünüz” (Riyazüs Salihin, c:1, hadis: 281). Devlet ve maiyyet sahipleri (sermayedar, kendilerine mülk verilenler), iş bulmak veya halkın geçimini sağlayacak imkânları oluşturmakla mükelleftir. “Rızık konusunda kiminize kiminizden fazla veren Allah’tır. Hal böyleyken kendilerine fazla verilmiş olanlar, rızıklarını eşit hale gelsinler diye ellerinin altında bulunan kimselerle paylaşmıyorlar. Peki, (böyle yapmakla) bile bile Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?” (Nahl Suresi, 71) Kişinin iş talep etme hakkı olduğu gibi mesken, evlilik, yiyecek, giyecek, eğitim, ısınma ve tedavi gibi zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak bir ücret talep etme hakkı da vardır.
Bu görev devletin ve devlet yerine getirmediği takdirde toplumun üstündedir. Toplumda işsizliğin ve geçim yollarının tıkanmasının ahlâkı bozacağı fikri üzerinde durulursa, devletin herkese iş vermek zorunda olmasının nedeni anlaşılır. Hz. Ömer, bırakın insanları, dağdaki kurtların bile geçimlerini düşünmek fikrindeydi. Keza “Bir de sizden olan dulları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salihleri evlendirin, eğer fukara iseler Allah, onlara fazlından gına verir, Allah, Vasi’dir, Alîm’dir.” (Nur Suresi, 32) Bu ayet, eşi olmayan herkesi kapsamakta ve bekar kişilerin evlenmesine yardımcı olmanın farziyetini ifade etmektedir. Evlenmeyi teşvik eden bir dinin, evlilik kurumunun devamlılığını da yani geçimle ilgili koşulların tedarikini de istemesi esastır.
Asgari geçimin sağlanması
Bu standarda ulaşıncaya kadar işçi ve memurlara ev yerine kira yardımı-lojman, evlenme yardımı, binit yerine servis aracı temini yapılmalıdır. Ömer b. Abdülaziz (ö: 720) geçimini maaşla sağlayanlara şu sözleri söyledi: “Herkesin barınacağı bir evi, hizmetçisi, düşmana karşı yararlanacağı bir atı ve ev için gerekli bir eşyası olmalıdır. Bu imkânlara sahip bulunmayan kimse borçlu (garim) sayılır ve zekat fonundan desteklenir.” (Hamdi Döndüren, 2003: 463) Hz. Ebubekir’den itibaren bütün Müslümanlara bütçe fazlası gelirlerden ata veya atıyye adı verilen karşılıksız maaş verilmeye başlanmıştı. ( Döndüren, 2003: 468) Emeği ile geçimini sağlamanın standardı şudur: “Kim bizim bir işimize tayin olunursa, evi yoksa ev edinsin, bekarsa evlensin, hizmetçisi yoksa hizmetçi ve biniti yoksa binit edinsin. Kim bunlardan fazlasını isterse o hilekârdır yahut hırsız.” Buna göre işçi ve memurlar maaşlarından yapacağı tasarruflarla mesken edinebilmeli, bekarsa evlenebilmeli, sosyal çevresi hizmetçi istihdamını gerektiren bir meslekte çalışıyorsa hizmetçi edinebilmeli ve gerektiğinde bir araç satın alabilmelidirler. (Hamdi Döndüren, Delilleriyle Ticaret ve İktisat İlmihali, Erkam, 2003: 462; Hadis: Ebu Davud, İmare, 10; A. b. Hanbel, Müsned, IV, 229)
İşçi çalıştıran, işçisinin maaşını onun mesken alabilmesi, evlenebilmesi, araç satın alabilmesi esasına göre belirlemek zorundadır. Bu kriter, işçi çalıştıranın, işçi maliyetinin yüksek olması nedeniyle lükse yönelmesini önleyen bir tüketim modeline tâbi kalarak yaşayacağını gösterir. Zenginler, lüks tüketimlerini arttırarak yaşarlarsa, işçilik maliyetlerini de arttırmış olacaklarından basit yaşamayı tercih etmek zorunda kalacaklardır. Bu, emtia fiyatlarını düşürür; lüks emtia tüketilmediği için toplum homojenleşir.
İşçinin ücretini teri kurumadan vermek
“İşçiye ücretini teri kurumadan veriniz” (Heysemî, Mecmau'z-zevâid, IV/97, nakleden Hamdi Döndüren, 2003: 455) ve “Üç kimse kıyamet gününde beni karşılarında bulacaktır. Benim adımı verip haksızlık eden; hür bir insanı satıp parasını yiyen; bir kimseyi çalıştırıp da ona ücretini vermeyen.” (Buhari, Büyu 106, İcare 12; İbn Mace, Rehin, 4; Ahmed b. Hanbel, II, 292; nakleden Hamdi Döndüren, 2003: 454) hadisleri rivayet edilmiştir.
Hak sahiplerine ücretlerini vaktinde vermemek hak gasbıdır. İşverenler, işçi ücretlerini vaktinde vermeyerek hak sahiplerinin tevdi edilmesi gereken maaşlarını karşılıksız bir kredi ve ek sermaye haline getirirler, haksız bir kazanç elde ederler. Örneğin yüz elli işçi çalıştıran bir sermayedar işçilerinin maaşını bir ay gecikmeli vererek mülk alsa ve icara verse, aldığı kira on yıl içinde ikinci bir mülk almaya yeter sermaye oluşturur. Maaşlarını geç alan işçilerin bedelini ödediği bu mülk, işçiler aleyhine bir fakirlik mekanizması tesis edecektir.
İşveren yediğinden yedirir, giydiğinden giydirir
“O, Allah’ın elinizin altında kıldığı kardeşinizdir. Onlara yediğinizden yediriniz, giydiğinizden giydiriniz. Onlara yapabilecekleri işleri yükleyiniz.” (Buhari, İman 22; Müslim, Eyman 40; Nakleden Hamdi Döndüren, 2003: 474) Hz. Hz. Ömer'in şöyle bir uygulamasından bahsedilmiştir: “İnsanlar kıtlığa dûçar olmuştu. (Bu nedenle) yağ fiyatları hayli yükselmişti. Ömer (r.a.) yağ yiyordu. Bu nedenle de karnı guruldardı. O da ‘İstediğin kadar gurulda. Allah’ a yemin olsun ki, insanlar yağ yemedikçe sen de yemeyeceksin’, dedi.” (Ahmed b. Hanbel, Kitabü’z- Zühd, İz, 2006, s: 634)
Ebu Zer, bir gün kölesi ile aynı çeşit elbiseyi giymiş halde yolda giderken Süveyd’e rastlar. Süveyd bu durumun sebebini sorar. Ebu Zer (r.a.) şöyle der: “Köle ile tartışmış ve annesinin siyah bir kadın olduğunu söylemiştim. Durum Resulullah’a ulaşınca O (s.a.) dedi ki: ‘Köleler, Allah’ın sizin elinizin altında bulundurduğu kardeşlerinizdir. Onlara yediğinizden yediriniz. Giydiğinizden giydiriniz. Onlara üstesinden gelebileceği yükleri yükleyiniz. Eğer ağır yük yüklerseniz, onlara yardım ediniz.’” (Döndüren, 2003: 473) Kitabü’l Haraç’ta da şöyle yazılıdır: "Rabbimiz, 'köle ve cariyelerinize rıfk ve ihsanla muamele ediniz' (4 Nisa 36) diye emir ve tavsiyelerde bulunmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.) de: 'köle ve cariyeleriniz hakkında Allah'tan korkunuz! Onlara yediğiniz yemekten yediriniz ve giydiğiniz elbiselerden giydiriniz.Kendilerine takatlarından fazla iş teklif etmeyiniz' buyurmuşlardır.
Bununla beraber İslam dininde köle ve cariyeleri azad etmek en büyük ibadetlerden sayılmıştır. Köleliği ortadan kaldırmayı gerektirecek pek çok sebep ve ahkam mevcuttur. Hataen adam öldüren, Ramazan-ı Şerif orucunu taammüden bozan, yemin ettiği halde onu yerine getiremeyen kimselerin, ceza olarak köle azad etmeleri bu cümleden olan şerî sebeblerdendir." (Ebu Yusuf, Kitabü' l Haraç, Akçağ, 1982: 56)
İbadet hakkı
İbadet ve iman ettiği üzere yaşamak, kişinin temel ve vazgeçilmez hakkıdır. Kur’an’da buyurulmuştur: “O kişilerdir onlar ki onları yeryüzünde yerleştirdik mi namaz kılarlar, zekât verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar ve bütün işlerin sonucu, Allah'a varır.” (Hac Suresi, 41) Namazı ikame ederler. Hem namaz kılmaya fırsat verirler, zaman tanırlar, hem de namazı kılabilmek için gerekli mekan-özel alan-kolaylık tesis ederler. Kapitalist birikim adına namazın kılınmasını imkânsızlaştırarak bu dini sadece zenginlerin dini haline getirmezler. Namazın toplumsal iktisadı belirleyiciliği ve iktisadın konusu olduğu düşüncesi modern zamanların üzerinde durmadığı bir meseledir.
Gerçekte namaz sanıldığı üzere bireysel ve bazı ilahiyat doktrinlerinin iddia ettiği gibi malî olmayan ibadet olarak tasavvur edilemez. Namaz iktisadî hayatı vakt’lere bölen, tanzim eden, insanları o vaktlerin tesbit ettiği hallere göre cem eden ve sevkeden özgürlük kazanımıdır. Bireyin anlam yitimine karşı ahlâkî direnişini mümkün kılarak politik despotluğu bozmaktadır. İşçinin işçi olarak kalışını muhkemleştirmeye, proleterleşerek meta ve nesne durumuna düşmeye bir isyan! Bir patrona imam olmak. Eylemin “devrimci” ve eşitlikçi kıyam halinde sembolizme kavuşması ancak bu gibi bir ritüelde mühürlenebilir. Bir “patronun burnunu yere sürtmek”, onu bir proleterin yanında aynı secdeye baş koydurtmak, başka ideolojilerin üstesinden gelebildiği bir mesele değil.
İşçinin “eşitlik” yönünden en büyük eylemi patronuyla “aynı safta sıkışık bir kütle halinde” namaz kılmak ve emeğini koyduğu tezgahta da patronunun yediğini yemeye yetecek “geçim” hakkını aramaktır. Osmanlı’da bir dönem bu başarıldığı için, ahi büyükleri çıraklarının hiç bir zaman patronu olmadılar, kardeş kaldılar.
Lütfi Bergen değindi
Müslüman kavramı kuranda sıfat olarak kullanılır.İnsanı tarif eden en kuşatıcı kelimedir çünkü ama yıllardır biz islamı mevsuf zannetik ve önüne koyacak bir şeyler aradık.Elimize geçen her sıfatla tanımlamaya çalıştık kendimizi.Etrafımızda dolaşan her yaftayı kendimizde görmek istedik ve ölü kimlikler için bir mezarlığa çevirdik hayatımızı.