İnsan bu, su misali

Hayatımız, ömrümüz düz bir çizgi halinde akıp gitmez. Biz de tıpkı akan su gibi önümüze çıkan engelleri kâh dolanarak, kâh yıkarak, bazen üstünden aşarak, bazen de büyük boşlukları doldurarak devam ederiz yolumuza. Turgut Akça yazdı.

İnsan bu, su misali

Ömür geçiyor, zaman su gibi akıp gidiyor. Ömrün ve zamanın; yaşanmışlıkları geride bırakması suyun akıp gitmesine benzer.  Su, bir dereden, bir nehirden, bir ırmaktan akar gider. Geçtiği bir köye, kasabaya, şehre, hayat verdiği bir ağaca ya da üzerinden aştığı bir kayaya, altından geçtiği bir köprüye tekrar uğramaz. Artık o köyden, o kasabadan o şehirden, o tarlanın kenarından yeni sular akar ve gider. O ağaca başka sular hayat verir, o taşı başka sular aşındırır, o köprünün altından daha çok sular gelir geçer. Bu akış, bu coşku yılmadan, yorulmadan, gidene aldırmadan gece gündüz, yaz kış durmaksızın devam eder. Bunun içindir ki, zaman ve zamanla akıp giden insan ömrü suyun bu değişmez akışına benzetilir. Suyun akıp gittiği gibi, zaman ve ömür de bir daha dönmemek üzere akıp gider. Derelerin, nehirlerin ve ırmakların denizlere, okyanuslara akıp dolduğu gibi insanoğlu da, bir başka dünyaya akıp dolmaktadır ve zamanı geri getirmek mümkün değildir. “Üç şey geri gelmez; söylenen söz, atılan ok ve geçen zaman” demiş atalarımız.

Anlaşılan, su bizi kendi mecrasına doğru sürükleyecek bu yazıda. O halde bırakalım kendimizi suyun akışına. Su ve suyun akışı başka yönlerden de insan ömrüne benzer ki, zaten dünyamızın da, vücudumuzun da dörtte üçü su değil midir? Suyun akışı insanoğlunun hayat çizgisi, hayat çilesi, ömür yolu gibidir. Genellikle dereler, ırmaklar düz akmazlar. Dağların eteklerinden dolanarak kıvrıla kıvrıla akarlar. Yani inişli çıkışlı devam ederler yollarına. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’e kulak verelim; “Su iner yokuşlardan, hep basamak-basamak; benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.” Bu yolculukta bazen büyük boşlukları doldururlar, bazen engellerin üzerinden aşarlar, kimi zaman sürüklerler engelleri, kimi zaman yararlar, bazen de engellerin etrafını dolanarak yollarına devam ederler. Ama durmaksızın akıp giderler. Düzlüklerde debileri düşer daha yaygın ve sakin akarlar, eğimi yüksek yar’larda debileri yükselir deli gibi çılgınca akarlar.

İnsanoğlu da öyle değil midir?

Hayatımız, ömrümüz düz bir çizgi halinde akıp gitmez. Biz de tıpkı akan su gibi önümüze çıkan engelleri kâh dolanarak, kâh yıkarak, bazen üstünden aşarak, bazen de büyük boşlukları doldurarak devam ederiz yolumuza. 

Sudur hayat veren arza

Su ile çıktık yola, su ile devam edelim o halde. Suyun; engellerin etrafını dolanması, engelleri aşması ve boşlukları doldurarak yol alması onun akışını yavaşlatabilir ama aynı zamanda bu ahenk de kazandırır suya. O yüzdendir; düz bir arazide menderesler oluşturarak akan suyu izlemek ayrı bir huzur verir insana. Sakin, telaşsız, yıkmadan, yaşatarak, yeşerterek huzur içinde akar. İnsan ömrü de böyledir. Sakin huzur içinde kıvrılarak, engellerin bazen etrafını dolanarak, doldurulması gereken boşlukları sabırla doldurarak, yarması gereken engelleri etrafına zarar vermeden, yüksek bir işçilikle zamana yayarak, aşındıra-aşındıra, alıştıra-alıştıra yararak yolunu açıp gider. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’e tekrar kulak verelim: “İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.” Bu inişli çıkışlı hayat insanoğlunu olgunlaştırır, kıvamlaştırır, ruhumuzdaki katılıkları yumuşatır. İçimizdeki çer çöpü temizler. Su da öyle değil midir? O yüzdendir ki, dağlardan sakin sakin, dövüle-dövüle akıp gelen su daha içilebilir, daha bi sudur. Bu su daha yumuşak, daha berrak süzüle süzüle gelmiştir, daha lezzetlidir, daha ferahlatıcıdır. Ama bir sel suyunu düşünün, deli gibi çılgınca yıkarak ve öldürerek, geriye büyük bir enkaz bırakarak akar.

21. yüzyılın insanın sorunu da bu değil midir? Hız her şeyin önüne geçip, durup düşünmeye zaman bırakmadan bütün değerleri yıkıp yok etmiyor mu? O yüksek ve ince işçilik hıza kurban gitmiyor mu? Sel sularının ardından ortaya çıkan mutsuzluklara benzer haller yaşamıyor muyuz?

Çilesi yüzüne vurmuş, alnında kalın çizgiler, yüzünde derin yarıklar oluşmuş insanlar kim bilir hangi dağların eteklerini dolanmışlar, hangi boşlukları doldurup engelleri aşmışlar ve hangi badirelerden geçmişler. İnsanoğlunun hayat serüveni yüzündeki çizgilerde gizlidir.

Aziz su bizi alıp götürdü tıpkı üzerindeki bir saman çöpünü sürüklediği gibi. Evet su azizdir. Susuz bir hayat susuzdur, kurudur, cansızdır. Sudur hayat veren arza. Bu suyun görevidir, suyun sorumluluğundadır kurumuş topraklara hayat vermek.

İnsanoğlu da başıboş yaratılmamış, sorumsuz değildir. Dünya hayatının başından âhiret hayatının başına kadar ki dünya serüvenimiz, sorumluluklarımızı yerine getirip, sakin, temiz, içilebilir, hayat veren sular gibi akıp gitmeli, dünya hayatını böyle bitirip yeni bir hayata bu saflıkta ve bu temizlikte başlamalıdır insan.

Turgut Akça

YORUM EKLE