Her şey Din Kültürü ders kitabında bir hadis-i şerifin tercümesinin bozularak verilmesine dunyabizim ekibinden Aydın Başar Beyin şahit olması ile başlıyor. O katledilen hadisi Aydın Bey önce Prof. Şinasi Gündüz Hocaya soruyor. Ardından Abdurrahman Arslan Beye soruyor. Bu arada meselenin içine ilahiyat ve medreseler konuları da dahil oluyor. Bakalım neler olmuş, nasıl olmuş. O katledilen hadis hangisi imiş...
Prof. Dr. Şinasi Gündüz Hocanın Araştırma ve Kültür Vakfı’ndaki seminerinin sonunda söz isteyerek kendisine bir soru sordum. Sorudan sonra salonda sanki buz gibi bir hava estiğini hissettim. Aldığım cevaptan anladım ki hocamız bana katılmıyordu. Ben de acaba yanlış mı düşünüyorum düşüncesiyle programdan sonra Abdurrahman Arslan Hocamı telefonla aradım ve kendisinin bu konudaki fikirlerini aldım. Abdurrahman Arslan Hocamın fikirleri Şinasi Gündüz Hocanın fikirlerine hiç mi hiç benzemiyordu.
Konu çok mühimdi. Onun için insanlarla bunu paylaşmalı ve bu konuya dikkat çekmeliydim. Hurafe deyince benim aklıma ilahiyat fakültelerinde üretilen hurafeler geliyordu. Ki bunların en büyüğü de ‘bilimsellik’ adı altında benimsenen anlayıştı. Bu, medrese metodolojisinden farklı bir şeydi. Bu görüşlerimi seminerde Şinasi Hocamıza anlattıktan sonra kendisine şöyle bir soru sordum:
Bilimsellik bir hurafe mi?
“Ülkemizdeki 8. sınıf Din Kültürü kitaplarında bir hadis-i şerif şu şekilde tahrif edilerek aktarılıyor: ‘Bilim öğrenmek kadın ve erkek her Müslümana farzdır.’ Bunun alt kısmında ise eshab-ı suffenin de bilim öğrendiği yazıyor. Belki biraz zan yapıyor olabilirim ama bu kitaptaki bu yazılar bilimsellik hurafesini üretenlerin tesiriyle yazılmış gibime geliyor.” Bu cümlemden sonra oturum başkanı olan Doç. Dr. Mustafa Tekin Hoca sözümü keserek sorumu net sormamı istedi. Ben de: “Bilimsellik adı altında bir hurafe var mıdır ilahiyat fakültelerinde üretilen?” dedim. Prof. Dr. Şinasi Gündüz Hoca soruma şu şekilde cevap verdi:
“Siz kendi sorunuza kendi cevabınızı verdiniz ancak ben şunu söyleyeyim. Öncelikle ben şu genellemeleri çok uygun görmüyorum çünkü Türkiye’de elliye yakın ilahiyat fakültesi var. Kuruldukları tarihi düşünecek olursak yüz küsur yıllık ilahiyatların bir tarihi var. İlahiyatlarda şu anda bir sürü farklı farklı düşünen ilim insanı var, hocalar var. Bunun için genellemeler yapmamak lazım. Bilimin kendisi bir hurafe midir? Bazı insanların zihninde bilim ya da bilimsellik dediğimiz şey bir hurafedir. Çünkü bilimin kendisinin bir din haline getirildiği durumlardan söz etmek de mümkündür. Hani bilim anlayışı, işte her şeye eleştirel bakacaksın, her şeyi şöyle yapacaksın; bunun kendisi de bir din boyutuna zaman zaman girmiştir. Ancak ilahiyat fakültelerinde- bir genelleme yapacak olursak- hocalarımızın genelde düşündükleri şey İslam’ın temel referanslarından, kaynaklarından hareketle öğrencilere belirli konuları vermektir. Onları düşündürmek. Gerekiyorsa eğer bir takım şeyleri sorgulayıp analiz etmeleri…”
Bilim öğrenmek farz mı?
Prof. Dr. Şinasi Gündüz Hocanın bu sözleri üzerine Din Kültürü 8. Sınıf kitabındaki tahrifatı hatırlatarak; “İlmi bilim olarak çevirmek doğru mu” diye sordum. Buna da şöyle cevap verdi:
“Tabi orada ilim ‘bilim’ olarak çevrilir mi çevrilmez mi? İlim Arapçası, bilim Türkçesi olarak düşünürseniz burada bence bir sorun yok. Ama bilime kafanızda farklı bir anlam verip de ‘bilim şudur, bilim ilme girmez’ derseniz ona bir şey diyemem. Neticede ben o kitabı yazan yazar hangi anlamda bilimi kullandı onu bilemiyorum, onunla konuşmak lazım. Ancak ilmin gerçekten bir müminin yaşantısında son derece önemli olduğunu Peygamber Efendimiz birçok hadisinde vurgulamıştır. Onun ilme çok önem verdiğini bizzat kendisini ‘muallim’ olarak tanımladığını biz biliyoruz.”
Doğrusunu isterseniz Şinasi Hocanın ilmin “bilim” olarak çevrilmesine tepki göstermemesine çok şaşırdım. Çünkü bu sadece basit bir yanlışlık değil, bana göre bir cinayetti. Üstelik “bilim öğrenmek farz” denilince bilime bir de kutsallık atfedilmiş oluyordu. Katılmayarak Şinasi Gündüz Hocamızı dinlemeye devam ettim. Şöyle söyledi sözlerinin devamında:
“Medresenin neresi güzel Allah aşkına!”
“Şimdi bu çerçevede düşündüğümüz zaman, meseleyi ‘ilahiyatlarda verilen ilim’ veya ‘medresede verilen ilim’ şeklinde iki şeyi karşı karşıya getirmemek lazım. Çünkü bizde şöyle bir hastalık da var: Hep böyle geçmişi kutsuyoruz, işte ‘medreseler çok güzeldi modern ilahiyatlar her şeyi bozdu.’ Medresenin neresi güzel Allah aşkına? Osmanlı döneminde ne üretmiş medreseler, sorusunu da sormak lazım. Ne üretmiş, ne ortaya koymuş? Medresenin kuşkusuz iyi yönleri var, olumsuz yönleri de var. Bugün ilahiyat fakültelerini kaldırıp yerine emsile binaya yani ezbere dayalı bir Arapça eğitimi sistemini koysak daha iyi şeyler mi çıkacak? Sorgulamak lazım.”
Hocanın bu sözlerine de katılmam mümkün değildi. Hele ki medrese ile ilgili söylediklerine asla katılamazdım. Ben İslam’da ilahiyat diye de bir şeyin olmayacağını düşünüyordum. Ve ideolojinin eğitim sistemi üzerindeki hedeflerini unutamazdım. Medresenin kaldırılmasının arkasında ideolojik sebepler olduğunu görmezden gelemezdim. Yerine konulan ilahiyat fakültelerinden şüphelenmekte de haklıydım. Fakat tartışılacak konu çoktu. Hangi birini konuşabilirdik ki? Programın sonunda Şinasi Gündüz Hocanın yanına gittim ve bugün bilim denilince pozitivist bir bilim algısının anlaşıldığını söyledim. İslam’daki ilmin Allah’a götürücü bir bilgi olduğunu, bilimde ise böyle bir kaygının olmadığını ifade ettim. Kendisi ilim ve bilim tartışmalarından haberdar olduğunu söyledi. Sonra güzel bir şekilde saygı ile yanından ayrıldım.
Abdurrahman Arslan Hocamı aradım
Bu programdan sonra kafamdaki soru işaretlerini kaldırmak maksadı ile Abdurrahman Arslan Hocamı aradım, kendisine bu konudaki fikirlerimi anlattım. İslam’daki ilim ile bilimin aynı şey olmadığını ifade ettim. “Evet, çok yaşayın doğru…” dedi. Sonra 8. sınıf Din Kültürü kitabındaki tahrifattan bahsettim ve “çocuklara ‘bilim öğrenmek farzdır’ dediğiniz zaman o bilimselliği çocukların önüne bir put gibi koymuş olursunuz” dedim. Hadisin bu şekilde çevrilmesini Abdurrahman Arslan Hocam tepki ile karşıladı ve şöyle dedi:
“İlmin ‘bilim’ olarak çevrilmesi hadisin bence tabiatına ve maksadına da uygun bir şey değil. Burada hadis tahrifatı vardır. Yani bu konuda biliyorsun Efendimiz aleyhisselatü ve sellemin bir öğüdü vardır. Hadisi yanlış aktaranları lanetlemiştir. Bizim bu konuda bilimle İslam’ın dediği ilim arasındaki farkı ortaya koymamız lazım. Niye biz bilimi putlaştıralım ki? Bizim öğrenmemiz gereken Allah’ın ilmidir. Yaaa!!! Öyle şey olur mu? Ama sen bunu kimseye anlatamazsın. Bunun için kendini fazla üzme.”
Sonra telefonda Abdurrahman Hocama şöyle dedim. “Şimdi bizim çocuklarımız, ‘Bilim öğrenmek farzdır’ uydurmasını okudukları zaman, gidelim laboratuvara araştırma yapalım, ilerlemeye katkı sağlayalım, batılılar ilerletmesin hatta biz ilerletelim, hatta kızlarımız da bilim yapsın türünden şeyler anlayacaklardır. Oysa Allah kimseden böyle bir şey istemiyor. Gidin bilimsel araştırma yapın falan demiyor. Allah bizden kendisine götürecek ilmi araştırmamızı istiyor.”
İlim ve bilim aynı şey mi?
Daha sonra Abdurrahman Arslan Hocama katıldığım konferanstaki konuşmalardan bahsettim. Şinasi Gündüz Hoca, Abdurrahman Arslan Hocamın da saygı duyduğu bir isimdi. Fakat onun ilim ve bilim konusundaki görüşlerine kesinlikle katılmadı. Sonra Abdurrahman Arslan Hocama; “İlimle bilim aynı şey midir” diye sordum. Bu konuyu bana şöyle izah etti:
“Kesinlikle hayır! Kesinlikle hayır! İslam’ın ilminin başlangıç noktası vahiydir. İslam ilim derken vahyi kasteder. Ve onun temel amacı da insanı iyi bir kul yapmak ve Allah’a götürmektir. Batılı anlamdaki “science” dedikleri ise ortaçağda kullanılan bir terimdi. Ama farklı anlamlar yüklemişlerdi. Ama modern zamanlardaki ‘bilim’in kökeninde tabiat vardır. Senin de orada dediğin gibi onun amacı Allah’a götürmek falan değildir. Onun öyle bir amacı yoktur. Hatta bilim dediğiniz bilgi türü ahlaktan arındığı, dinden arındığı nispette amaçladığı biçime ulaşır. Eğer ona dinden veya ahlaktan bir unsur katılmışsa o zaten bilim olarak kabul edilmez. Bugün batıda da bilim öyle çok fazla revaçta değildir. Öyle çok itibar gören bir şey değil. Batıda otuz yıldır tartışılan bir mevzudur bu… Pozitivizm eskiden olduğu gibi doğrunun kaynağı olarak görülmüyor. Bu iş bitti. Pınar Yayınları’ndan çıkan Özgür bir Toplumda Bilim adlı kitapta bütün bunlar anlatılıyor. Fala bakmakla bilim adamının söylediği arasında neden bir üstünlük olsun diyor. Çünkü bilim bize mutlak anlamda doğruyu söyleyemez diyor.” Araya girdim; “Şu halde bilim farzdır demek ciddi bir hatadır öyle değil mi?” diye sordum. Abdurrahman Arslan Hocanın yanıtı şöyle oldu:
Bu Allah’ın Peygamberine bir iftiradır
“Bu hadise ‘bilim’ kelimesini sokmak Haşa Allah’ın Peygamberine bir iftiradır. Öyle şey olur mu? İslam’ın ilim dediği şey ile batının bilim dediği şey arasında mahiyet farkı vardır. Bugün akılcılık da bitmiştir. İslam’ın söylediği akılla Batılı anlamda akıl arasında da dağlar kadar fark vardır. Batıdan öğrendikleri şeylerin hepsi iflas eti… Bunları ben söylemiyorum. Herkesin bildiği bir şeyi ben söylüyorum. “
Medreseler çürümüş müydü?
Abdurrahman Arslan Hocama, Şinasi Gündüz Hocanın “Medresenin nesi güzel” sözünü hatırlattığımda ise şöyle söyledi: “Medrese bitti diyorlar, medrese bitmedi. Dünyanın çeşitli yerlerinde medreseler var. Medreseden ne anlıyoruz? Bir de onu konuşalım. Pozitivist bilimin öğrenildiği yer üniversite ise İslam’ın ilminin öğrenildiği yer de medresedir. ‘Medrese çürümüştü’ gibi lafları kesinlikle kabul etmiyorum. Bu Osmanlı döneminden beri söylenen bir şeydir. ‘Medrese bitti’ gibi laflar hurafe sloganlardır.”
Bu haberi Şinasi Gündüz Hocanın seminerdeki aldığımız ses kayıtlarından ve Abdurrahman Arslan Hocanın telefondaki ses kayıtlarından faydalanarak yaptık. Abdurrahman Arslan Hocama haberimde kendisini Şinasi Hoca ile ilmî anlamda karşı karşıya getireceğimi söyledim. Bunda bir sakınca görmedi. Bu izin üzerine bunları yazmış oldum. Konunun önemine binaen bunu sizlerle paylaştık.
Aydın Başar sordu, tartıştı
Akademyanın soğukluğu her cevaba sirayet etmiş. Allah razı olsun Aydın Başar.