Coğrafya kaderdir!

İnsan bir coğrafyaya doğar. Düzlüğüyle engebesiyle, yağmuruyla çamuruyla, yeliyle rüzgârıyla, yarıyla, uçurumuyla sık sık yüzgöz olmak bize ondan pek çok şey katar. Necdet Subaşı Dünyabizim için yazdı.

Coğrafya kaderdir!

Bir coğrafyanın içine doğarız. Bizi dağlar bayırlar, tarlalar, bahçeler, karlar, yağmurlar, çaylar ve ırmaklar karşılar. Doğduğumuz yer bir enleme bir boylama sahiptir. Haritada bulunacak bir yerde olmak güzeldir; bazen yerimizi tarif etmekte, dünyadaki yerimizi bulmakta zorlandığımız zamanlar olur.

Coğrafya kaderdir” diyenleri haklı çıkaracak ağır, birbirinden ağır hikâyeler yaşarız. Doğduğumuz ev, durduğumuz yer, bastığımız toprak, baktığımız ufuk, gezdiğimiz dünya neredeyse sicilimize işler. Bir coğrafyaya doğarız. Hayatımız “Ne diye buradayım?” sorularıyla anlam kazanır, “İyi ki burada doğmuşum!” cümleleriyle mutluluk kendi kıvamına ulaşır. Nereden bakılırsa bakılsın yaş ilerledikçe etkisi de fark edilecek olan bir coğrafya bizi suyuyla, havasıyla, toprağıyla, iklimiyle, dağıyla ve rüzgarıyla sık sık kolaçan eder.

Bedenimizin tamamı topraktır, belki çamur, belki çöl belki kara toprak. Abartısız bir yoğrulmadır hayat dediğimiz. İçine karılan şeyler sadece bilgiyle kontrol edilebilecek şeyler değildir. Taşından toprağından aldıklarımız vardır, suyundan yemişinden kaptığımız şeyler vardır. Ondandır doğduğumuz yerde kişiliğimiz şekillenir, büyüdüğümüz yer sayesinde kendimizi bir kimlik pazarlığının içinde buluruz. “Nerelisin?” sorusuna verdiğimiz cevap bizi içinde şekillenip durduğumuz coğrafyayla olan ilişkimizi afişe eder.

Yaşadığımız toprakların kaderimiz üzerindeki etkileri

Öyle ne edebiyat ne de romantizm, ya da başka hiçbir şeyin etkisi altında olmaksızın bize yansıyan yanlarıyla bu coğrafyayı bilerek bilmeyerek ölene kadar sırtımızda taşımaya mahkûm olduğumuzu öğrenir, sonra da bütün bu ağırlıkların nereye kadar yük nereye kadar da nimet olduğunu kestirebilmek için geriye dönüp bütün bu yaşanmışlıklar içinde coğrafyanın hatırı sayılır payını görmeye çalışırız. Ayakları yere sağlam basanlar tarihin hemen her döneminde yaşadığımız toprakların kaderimiz üzerindeki etkisini saymakla bitiremezler. Nefes aldığımız yeri kim hangi gözle görüyor, bu uçsuz bucaksız mümbit ovalar kimilerini neden tahrik ediyor, kimileri neden bu çölleri gözden çıkarmaya hazır öyle duruyorlar diye bugün ağzımız açık öğrenmek isteriz.

Bir topraktan söz etmek hiç de basit değil. İnsanlar ister mülkiyet ister rızık isterse sırf güzel bir manzara olması hasebiyle olsun, öyle ya, işte onun için ölüyorlar, korumak için ne müstahkem kaleler inşa ediyorlar, imarı için kim bilir ne külfetlere katlanıyorlar.

Uzaklaştığımızda özlenen yakınlaştığımızda tek kelimeyle vuslat sayılan bir şey nasıl olur da her daim bizim kaderimiz olur, kaderimizin bir parçası olur?

İnsan bir coğrafyaya doğar. Düzlüğüyle engebesiyle, yağmuruyla çamuruyla, yeliyle rüzgârıyla, yarıyla, uçurumuyla sık sık yüzgöz olmak bize ondan pek çok şey katar. Davranışlarımızın çoğunda yaşadığımız coğrafyanın ağırlığı hissedilir, önümüzde sıralanmış sipsivri dağların kattıkları başkadır, her yıl hasadını kaldırdığımız uçsuz bucaksız bir düzlüğün kattıkları başka. Denize nazır yerlerde mütemadiyen kıyıları döven dalgalar sadece birer dalga olarak okunamaz. Dalgalar belki daha fazla bir şeydir, hayatımıza dahil olan çeşitliliğin bu dalgalarla irtibatını kuranlar vardır. Çelik gibi soğuk bir coğrafyada karın da fırtınanın da buzun da bir ağırlığı vardır. Bir dünyada doğmak bir dünyada büyümek sadece emdiğimiz süte karışan şeylerden ibaret olsa bile onda etrafımızda gördüğümüz cümle mevcudattan sayısız katkılar vardır.

Yerin kabul etmediği bir olmak

Coğrafya kendine daha özel bir nazarla bakılmayı hak eder. Bizden öncekiler orada yatmaktadır, biz ve bizden sonrakileri de kabul edecek aynı topraklardır. Yerin kabul etmediği biri olmak dünyanın en ağır imtihanı olsa gerektir. Yer bizi hangi durumlarda bağrına basacak hangi durumlarda almayıp geri püskürtecektir? Bu sorular bizim oturup günlerce kafa yormamız gereken konular arasındadır.

Dünyaya bakışımızda aldığımız nefesin, soluduğumuz havanın, idrak ettiğimiz coğrafyanın etkisi var. Tertemiz hava, hiç kirlenmemiş toprak, hijyenik dünya bize bir cennet vaadinin hiç de yersiz bir hayal olmadığını gösterir. Tabiatın bizi hiç yanıltmayan düzeni, doğanın bir karara bağlı olarak işleyen mekaniği tek tek her birimize tutarlılığı, sabitelerden vazgeçmemeyi ve sağlam bir bünyeye sahip olmayı ima eder. Doğa bize kuralları, iç içe geçmiş bir düzeneğin zemberek gibi işleyen yapısını gösterir. Bize depremler, seller ve diğer afetler hiç aşina olmadığımız şeylerin nasıl olup da bir imtihan gibi gelip hayatımızı zehir ettiğini öğretir. Ancak bu öğretme bilgi vermenin ötesindedir ve canhıraş çığlıklarla ve kötürümleştirici korkularla gelir.

Bir coğrafyanın içinde hayatla karşılaşmanın türlü etaplarını yaşarız. Mücadeleyi, azmi, cesareti, geri çekilmeyi, hamleyi ve teslim olmayı orada öğreniriz. Kıvrıla kıvrıla ilerleyen bir nehrin ulaşmak istediği deryaya neden kestirmeden akmadığını öğrenmek bize kocaman bir hayat dersi verir. Engelleri aşmanın akla hayale gelmeyecek yollarını bize öğreten yaşadığımız coğrafyadır. Yağmuru afete çevirenin onu bir rahmet olarak belli bir kararda tutanın ne olduğunu bilmek bize sayısız ihtimaller içinde doğru yolu bulmanın ve onda sebat etmenin zarif ve incelikli yollarını takdim eder.

Bizlere sunduğu imkânlarıyla coğrafya bir kaderdir

Bazen bir karanlığın içine doğarız. Bizi barut kokuları, kimyasal kokular, bedenleri rehin almış zehirli gazlar karşılar. Hikâyenin tekmil size ayan olabilmesi için zamanın geçmesi gerekir. Saklananlar, kaçanlar, ağlayanlar sızlayanlar, zayıf bırakılmışlar, çaresizler sizin bahtınızı karartan bir kaderin içinden çıkıp gelirler. Anlamazsınız, geç anlarsınız. Bazen de tersi olur, dünya yanar, siz konforun, şatafatın, keyif ve şehvetin ortasında doğarsınız. Burnunuzun dibindeki deniz, tuttuğunuz kıytırık bir motorla gizliden gizliye karşı kıyılara kaçmak için aşmak zorunda olduğunuz bir zorlu yolculuk etabı değil hayatın tadını çıkarmak için öyle seyrettiğiniz, arada hoş bir gezinti için sandala atlayıp dolaştığınız bir sahili selamettir. Orada büyürsünüz, hayat size güzeldir.

Coğrafya kaderdir. Bize sunduğu imkânlarıyla, kendisine atfedilen imtiyazlarıyla, hakkında imzalanan kontratlarıyla, herkese iyi gelen çekiciliğiyle ve kışkırtıcı el değmemişliğiyle yaşadığımız topraklar sonunda bizi bütün bu özellikleriyle adım adım işleyen o makus talihiyle buluşturur. Bazıları şanslıdır, onlar makus nedir bilmezler. Geriye kalanlar için yaşadığımız topraklarla eşzamanlı bir şekilde ilerleyen meşum bir hikâye bizi insan olarak kuşatır onu iştah kabartan bir av olarak.

Necdet Subaşı

YORUM EKLE