Ağlama, doyurulma ve rahatlama döngüsüyle giden bebekliği geride bıraktığımızda, artık her istediğimizin olamayacağı gerçeğiyle yüzleşmeye başlarız. Çocuklar büyüdükçe istekleri ve arzuları çeşitlenir ama artık ağlamanın yeterli bir çözüm olmadığını görmeye başlarlar. Böylece zaman içinde çocuklar, istenilen her şeye hemen ulaşılamayacağını ve bunun ertelenmesi gerektiğini öğrenirler. Bu süreçte ebeveynlerin rolü de oldukça kritik bir öneme sahiptir. İhtiyaçların gereğinden fazla doyurulması şımartılmaya yol açabileceği gibi göz ardı edilmesi de ihmale neden olabilmektedir.
Günlük hayatımızda her istediğimizi yapsaydık dünya nasıl bir yer olurdu? Aklımızdan geçen türlü düşünceler ya da çeşitli istekler karşısında kendimizi kontrol etmeyi nasıl başarıyoruz? Bu sonradan kazanılan bir beceri mi yoksa doğuştan gelen bir yetenek mi?
Hepimiz, hayatımızı sürdürebilmek için yeme, içme, uyku gibi bazı temel ihtiyaçlara sahibizdir. Bu gereksinimler neticesinde bazı eylemlere teşebbüs ederiz. Örneğin, acıktığımızda yemek hazırlamaya başlarız ya da susadığımız için içecek arayışına gireriz. Bu gibi davranışlarımızın arkasında yatan harekete geçirici güce dürtü denmektedir.
Dürtülerimiz, var olan gereksinimlerimizi karşılamamıza yardımcı olurken öte yandan yeteri kadar tatmin edilemeyen arzularımız, bizde bir gerginlik hissine sebep olabilmektedir. Acıkma örneği üzerinden devam edecek olursak karnı aç olan bir bireyin hazırladığı yemeği yakması ya da trafiğin yoğunluğu nedeniyle restorana varmakta güçlük çekmesi gibi durumlar, o ihtiyacın doyurulmasının, en azından bir süreliğine, ertelenmesini ve bu süreçte yaşadığımız gerginlikle başa çıkabilmemizi gerektirir.
Dürtülerin kontrolü
Dürtülerimizi kontrol edebilme ve erteleyebilme becerisinin gelişim süreci çocukluk yıllarımıza kadar uzanır. Bebeklik döneminde bu kontrolü sağlayamadığımız için en temel ihtiyaçlarımızın giderilmesini ağlayarak sağlamaya çalışırız; acıktığımızda, uykumuz geldiğinde, uykudan uyandığımızda… Bu durum, o dönem için olağan bir iletişim kurma biçimidir. Ağlama, doyurulma ve rahatlama döngüsüyle giden bebekliği geride bıraktığımızda, artık her istediğimizin olamayacağı gerçeğiyle yüzleşmeye başlarız. Çocuklar büyüdükçe istekleri ve arzuları çeşitlenir, ama artık ağlamanın yeterli bir çözüm olmadığını görmeye başlarlar. Böylece zaman içinde çocuklar, istenilen her şeye hemen ulaşılamayacağını ve bunun ertelenmesi gerektiğini öğrenirler. Bu süreçte ebeveynlerin rolü de oldukça kritik bir öneme sahiptir. İhtiyaçların gereğinden fazla doyurulması şımartılmaya yol açabileceği gibi, göz ardı edilmesi de ihmale neden olabilmektedir. Bu nedenle dengeli bir yaklaşım sergilenerek çocuklukta bu denetimin gelişmesi için ilk tohumların ekilmesine destek olunmalıdır.
Yetişkinlik döneminde ise hayatın karşımıza çıkardığı türlü sürprizler, beklenmedik durumlar ve olaylar karşısında kendimizi denetleyebilme becerimiz ve irademiz ne kadar gelişmişse bunların üzerimizde oluşturdukları stres ve gerginlikle de o kadar iyi başa çıkabileceğimiz varsayılmaktadır. İçimizden geçen bir şeyi hemen yapmaya yönelik duyduğumuz isteğe “Hayır” diyebilmek bizi özgür kıldığı gibi aynı zamanda kâmil bir insan olma yolunda gelişmemize de vesile olacaktır. Bu çerçevede bizi olumsuz yönde etkileyebilecek dürtülerimizin dinimizdeki karşılığı “Nefis” olarak düşünülmektedir.
“…Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder.”[1]
İslâm inancında da nefsin isteklerine karşı koyabilmek övülmeye layık olan ve insana fayda sağlayan bir beceri olarak görülmüştür:
“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.”[2]
İster nefis ister dürtü ister arzu adına her ne dersek diyelim, hepimizde bulunan bu harekete geçirici gücün olumsuz yanları ve sonuçları olabileceği gibi bunu yararlı hâle getirebilmek ve zararlarından kaçınmak da bizim elimizdedir.
Hayır diyemediğimizde ne olur?
Bir başkasına ya da kendimize açıkça zarar verebilecek bir isteğin önüne geçemediğimiz durumlarda ise dürtülerin kontrolünde sorunlar yaşandığı düşünülmektedir. Bu kontrol dışı isteklerini denetleyemeyen bireylerde “Dürtü kontrol bozukluğu” görülebilmektedir.
Kontrol edilemeyen dürtüler
Bu bozukluğa sahip kişiler sorunlu davranışlar göstererek zarar verme, aşırı alışveriş yapma, hırsızlık veya saç yolma gibi onları sakıncalı eylemlere yönelten dürtülerle başa çıkmakta zorluk çekerler. Kişi bu davranışı yapmadığı takdirde yoğun bir gerginlik hissi yaşar. Deneyimlenen bu gerginlikle baş etmek için de o uygunsuz eyleme yönelir. En sık görülen türleri arasında kleptomani (Çalma hastalığı), öfke kontrol bozukluğu, trikotillomani (Saç yolma) ve kumar oynama bozukluğu sayılabilir.
Dürtü kontrol bozuklukları hem kişinin kendisine hem de bir başkasına olumsuz etkileri olabilecek olan bir rahatsızlık grubudur. Bireyin yaşam kalitesini ve günlük işlevselliğini kayda değer ölçüde bozabilir. Bunların ortaya çıkmasında biyolojik, çevresel veya hormonal faktörler gibi çeşitli etkenler rol oynuyor olabilir.
Tedavi edilmesi için genellikle psikoterapi ve farmakolojik tedavi teknikleri bir arada kullanılır. Özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi yöntemlerinden sıklıkla yararlanılmaktadır.
Nihayetinde bizi harekete geçiren tüm bu arzular ve istekler, hepimizde var olan ve var olamaya devam edecek bir yaratılış özelliğimizdir. Yapabileceğimiz şeylerden biri de bunun kontrolünü, denetimini ve terbiyesini sağlamaya yönelik kendimizi geliştirmek için çaba sarf etmektir. Sahip olduğumuz birçok şeyi hayırda ya da şerde bir araca dönüştürebilme becerimizi düşündüğümüzde, bu itici gücün iyilik ve güzellik doğurmasını sağlayarak hem kendimize hem de insanlığa birçok değer kazandırabileceğimiz unutulmamalıdır.
Halil Cibran’ın da dediği gibi, “Bir dürtü olmadıkça hayat karanlıktır gerçekten ve bilgi olmadıkça tüm dürtüler kördür.”[3]
Hafize İhtiyar