80 sonrası apolitikliğe nasıl bakmalıyız?

SETA ve KAGEM'in geçtiğimiz yıllarda 'Aidiyet, Dönüşüm, Gelecek' alt başlığı ile düzenlediği bir forumda konuşanlardan biri olan yazar Nazife Şişman, '80 sonrası apolitikliğe nasıl bakmalıyız?' sorusu üzerine yazdı.

80 sonrası apolitikliğe nasıl bakmalıyız?

Her Mayıs ayında gençleri dilimize dolamayı itiyad haline getirdik desek abartı olmaz. Gerekçe malum: 19 Mayıs Gençlik Bayramı, 1 Mayıs, 68 gençlik hareketinin yıldönümü... “Ne olacak bu gençlerin hali?” sorusunda yoğunlaşan bir hayıflanma hali alışıldık bir umursamazlıkla karşılanıyor tabii olarak. Bu umursamazlığı ve hayıflanma halini aşmak gayesiyle SETA ve KAGEM bir gençlik forumu düzenledi Ankara'da. “Aidiyet, Dönüşüm, Gelecek” alt başlığı ile yapılan, adı forum olan ama daha ziyade bir paneller zinciri olarak düzenlenen toplantıda gençler yine de oldukça aktif bir katılım sergilediler. İstanbul’da olsa bir Pazar günü saat 17.00’deki kapanış oturumunda, o kadar söz alan genci görebilir miydik? Pek emin değilim.

Din, eğitim, istihdam, medya, sivil toplum, siyaset’in “ve gençlik” bağlacı ile irtibatlandırılarak ele alındığı oturumlar zincirinde, kürsüde tanıma uygun yani 29 yaş altı konuşmacılar da olmasına ve bizzat organize edenler gençler olmasına rağmen (İpek mesela) salondan itirazlar yükseldi: Neden yaşlılar konuşuyor?

Gençliği konuşmak gençlerin tekelinde mi olmalıydı peki? Bu kimlikçi yaklaşımı, kadın kimliği üzerinden tartışıyorum yıllardır. “Kadın meselesi”(!) kadın kadına konuşulacak bir mesele olmamalı diyerek. Ama Ayşenur’un (kendisi genç tanımına uyuyor) “İbn Sina ile ilgili bir toplantıya, İbn Sina mı gelmeli?” şeklindeki esprili ifadesi, gençliğin fetişleştirilmemesi gerektiği ile ilgili bir uyarı gibiydi.

Ben, gençler ve siyaset başlığı altında "80 sonrası apolitikliğe nasıl bakmalıyız?" sorusuna cevap aradım. Daha doğrusu 68 hareketinin mitleştirilmesi nedeniyle apolitikliğin veri kabul edilmesini ve Gezi olayları sonrasında özellikle sol geçmişe sahip orta yaş kuşağın gençlik güzellemesi diyebileceğimiz bir tavra savrulan yaklaşımını eleştirdim bir nebze.

Gençler küresel vatandaşlar oldular

Bir taraftan apolitiklik eleştirisinin muhatabı olurken, diğer taraftan yeni teknolojilere adaptasyon kabiliyetleri nedeniyle de başta aile olmak üzere okulda, iş yerinde hiyerarşileri alt üst eden bir avantaj kazandıkları için adeta kutsanıyor gençler. Peki Twitter kullanımı üzerinden bir gençlik anjelizmi yapmak bize ne kazandırır? Halbuki “Gençler bozuldu” yaklaşımı ifratsa “Şimdiki gençler harika” söylemi de tefrit olarak değerlendirilebilir ancak.

Hakikati teslim edelim, gençler küresel vatandaşlar oldular. İletişimi en yoğun kullananlar onlar. Ve gençlik kültürünü anlamaya çalışırken, gençlik ve siyaseti konuşurken bu boyutu mutlaka dikkate almak gerekir. Uluslararasılık, küreselleşme, kimlik siyasetinin yükselişi gibi bir takım gelişmelerle birlikte...

Bir kültürel kimlik olarak gençlikle gündelik karşılaşmalarımızın yüklüce bir kısmı medyalarda yer alan “gençler şöyleler, gençler böyleler” haberlerine ve 60’lar ve 70’lerle bugünün farklı gençlik tecrübelerini kıyaslayan ifadelere dayanıyor. Her iki kanal da sıfat biçmekte pek bonkör. Bu yüzden sıhhatli bir muhasebeye mâni olabilecek kestirmeler kaplamış durumda her yanı. Gençlikle ilgili genel kestirmeler “X, Y, Z kuşağı” klişesini takip ederken 60'lı ve 70'li yıllar, bir “gençlik miti” olarak sonraki kuşakların sınandığı bir miyar işlevi görüyor. (Bu konuda Demet Lüküslü’nün kitaplaşan ufuk açıcı bir doktora tezi var.) Her iki yaklaşım da günümüz gençliğini ve gençlik kültürünü anlamamızı zorlaştırıyor.

Mesela... Gençliğin tartışılmaz bir siyasal kategori olduğu ön kabulünden hareket ediyoruz. Sosyal bilimler literatüründe gençlik, demografik olarak 15-24 arası bir yaş dönemi şeklinde tanımlanır. Ama sanıldığının aksine “doğal” bir insanlık hali, a priori bir durum, evrensel bir sabite değildir.

Peter Berger, gençliğin buharlı makine ile aynı dönemde icat edildiğini söyler. Bundan bilemediniz yüz sene önce iki üç senelik bir zaman süresi ile sınırlı olan gençlik safhası, günümüzde çoğu birey için on hatta on beş seneye kadar uzayabiliyor. Tarih boyunca daha çok erken yetişkinlik hâli olarak algılanmış olmasına rağmen, gençliğin toplumsal bir kategori oluşu çok yeni bir gelişme. Zira endüstrileşme, yetişkinliğe ve eğitim kanalıyla tam vatandaş oluşa geçişte uzun bir çıraklık dönemini zaruri kılmıştır.

Günümüzde gençlik kültürü artık siyasal muhalefetten beslenmiyor

Siyasal bir kategori olarak algılanmaları da hemen hemen paralel bir gelişmedir. Müstakil bir siyasal kategori olmamalarına rağmen, gençler, dünya ve Türkiye siyasal tarihinde 19. yüzyıldan itibaren önemli bir rol oynamışlardır. Çünkü modern ulus devletlerin inşasında eğitilmiş gençlerin öncülük yapacağı fikri, ilerlemeye dair Aydınlanmacı düşüncelerden neşet etmiştir. Gençler bir taraftan yeni uluslar tarafından inşa edilmiş, diğer taraftan ulusların bekası gençlere emanet edilmiştir.

Jön Türkler’deki jön, yani genç ibaresi, devletin bekasını üstlenen kuşaklar geçidinin başlangıcı gibidir. Cumhuriyetin gençlere emanet edilmesinde, 1950’lerde, 60’larda devleti kurtarmak için eylemler yapan gençlerin örgütselliğinde hep bu ideal kurgu mevcuttur.

Bugün gençlik ve siyaset ilişkisi konuşulurken 60'ların karşı kültür hareketi ve siyasal protesto dili ideal nokta olarak ele alınıyor. Halbuki günümüzde gençlik kültürü artık siyasal muhalefetten beslenmiyor. Daha ziyade tüketim süreçleri tarafından belirlenen bir konum kazandı. Tüketim toplumu, tüketim üzerinden bir kimlik sunuyor gençlere. Bu da bir ikilik ortaya çıkarıyor: Bir tarafta hayatını erteleyen ve tüketerek varolan sorumsuz gençler, diğer tarafta tüketime güç yetiremediği için olumsuz duyguları beslenen, hınç dolu gençler. Bir uçta ergenliği belirsiz bir şekilde uzatan üst sınıfın çocukları olan uzatmalı öğrenciler var. Diğer uçta ise ergenlik gibi bir lükse sahip olmayan, çocukluktan itibaren çalışan alt gelir gruplarının, işsizlerin çocukları var.

Bu noktada genel ve homojen bir kategori olarak gençlerden bahsetmenin de yersizliği ve isabetsizliği ortaya çıkmış oluyor. Gençler ve apolitiklik değerlendirmesi yapılırken de homojen bir kitle algısı bizi yanıltıyor. Seküler üst sınıf gençlik merkeze alındığından, mesela 80’ler ve 90’lardaki İslamcı ve Kürt gençlerin siyasallığı görmezden gelinebiliyor. Çünkü cumhuriyetin kendilerine emanet edildiği belirli bir “genç” kitlesi esas alınıyor.

Gençler ve siyaseti konuştuğumuz vasatı karmaşıklaştıran unsurlar bunlar. İletişim ile dünya vatandaşı olan gençliğin ortak bir küresel kültüre mensubiyeti kadar yeni siyasetin küresel düzeyde aldığı şekil de siyasal tavrın belirleyicileri arasında. Tüm dünyada bölüşümden tanınmaya, ideolojiden hayat tarzına doğru bir değişim sergiliyor siyasal alan. Yani siyasete ekonomik ve siyasal büyük anlatılar değil, daha ziyade kültürel çatışmalar hakim. Bu yüzden ideolojiden ziyade hayat tarzı ve kültürel haklar hakim gençliğin siyasal jargonuna da.

Zygmunt Bauman insanların giderek siyasetten uzaklaşmasını küreselleşmeye bağlıyor ve küreselleşmenin “iktidarın siyasetten tedricen ayrılması” anlamına geldiğini söylüyor. Yani insanlar dünyanın gidişatına etki edebileceklerine dair inançlarında bir sarsıntı yaşıyorlar genel olarak. 1980 sonrası Türkiye’nin özel koşulları da insanların siyasete katılımının iktidarı etkilemediği görüşünü pekiştirdi. Bu sebeple apolitik olduğu söylenen '80 sonrası kuşağın siyasetten uzak kalması da bir nevi siyasal, politik bir tavır olarak değerlendirilebilir.

Velhasıl küresel düzeyde ve Türkiye özelinde yaşadığımız atmosferden bağımsız ele alamayız, gençlerin siyasallığı meselesini. Bu sebeple ‘Ne olacak gençlerin hâli?’ sorusunu merkeze almaktan ziyade daha genel bir muhasebe içine girmemiz gerek. Eğer bizler, genel toplum olarak erdemi, insanlığı, adaleti kaim kılmak üzere ortak bir tavır belirleyecek yolları arama gayreti içinde olsak bu konuda en önde olanlar, yine gençler olacaklardır.


Nazife Şişman 

YORUM EKLE