Ancak mikroskopla görülebilen minik bir virüs dünyayı teslim aldı.
2020 yılı dermansız dertlerini de heybesinde getirdi insanlığa. Bu dertlerin başında "Covid-19" virüsü geliyor. Halk arasındaki yaygın ifadesiyle "korona virüsü" bütün dünyayı kasıp kavuruyor. Gözle görülmeyen, ancak milyon kere büyütebilen teknoloji harikası mikroskoplarla görülebilen bu minnacık virüs tabir caizse dünyayı teslim aldı.
Korona illeti, alabildiğine hızlanan ve devinimiyle baş döndüren hayatı iyice durağanlaştırdı. Bu aslında iyi bir şey. Hayatın hızı karşısında insan kendi ruh ve vicdan aynasına bakmayı çoğu kere ihmal ediyordu. Hep ileriye baktığı için de mâziden ve hatıralardan beslenemiyordu. Hayatın baş döndüren hızı karşısında birçok şeyi ıskalıyorduk. Yavaşlama bize iyi geldi doğrusu. Burnumuzun dibinde olduğu halde Kaf Dağı'nın ardında zannettiklerimizi ancak korona günlerinde fark ettik. Zihnimizdeki uzaklar yakın oldu bize.
Korona günlerinde, başta sanatçılar olmak üzere, herkes ev hayatının güzelliklerini yaşamayı tecrübe etti. Anne evlâdını, kocasını; çocuk annesini ve babasını daha uzun süre gördükçe, hayata dair paylaşımlarını artırdıkça daha iyi tanıdı ve sevdi. Muhabbet güneşi doğdu evlere. Bu en çok da anne baba kokusuna ve ilgisine hasret kalan çocukları sevindirdi.
Korona illeti, çok zamandır unuttuğumuz okumayı hatırlattı biz insanlara.
Covid 19 sanki mahdut zaman içerisinde yeni bir zaman ve zemin açtı bize. Buna "zaman içinde zaman" da demek mümkün pekalâ. Koronadan evvel millet olarak neredeyse okumayı unutmuştuk. Hayatımızı çepeçevre kuşatan bu menfur virüs bizi evlerimize kapadıkça can sıkıntısından okumanın varlığını ve güzelliğini keşfetmeye başladık. "Zamanım olursa belki bir gün okurum" düşüncesiyle bir kenara attığımız kitapları belli bir sıraya koyarak büyük bir iştahla okuduk. Kriz ortamını fırsata çevirerek gerçekleştirdiğimiz okumalarımızla pas tutan zihinlerimizi yeniledik ve okumanın billur ırmağında gönül dünyamızı yeşerttik. Hayatı daha yavaş ve derinden yaşamaya başladık.
İnsanları dört duvar arasına tıkan ve hareket kabiliyetimizi sınırlayan korona virüsü online (çevrimiçi) yaşamayı öğretti bize. Hemen her şey internet ortamından halledilir oldu. İnsanî ilişkilerde samimiyeti değil de resmiyeti merkeze alan Batı dünyası belki bunu kolay benimsedi; ama sıcak kanlı olan biz Doğu insanları bundan pek haz almadık. Çünkü biz insanî ilişkilere çok kıymet veren bir inancın ve kültürün mensuplarıyız. Yalnızlık ve uzaktan sevmek bize göre değil. Zira biz sevdiğimizi canımızın içine (bağrımıza) basarak severiz.
İnsanları adeta evlerine hapseden korona, gizli güçlerimizi keşfetmemize zemin hazırladı. Bu süreçte boş zamanlarımızı verimli ve faydalı uğraşlarla değerlendirmeye çalıştık. Durağanlık ikliminde derinleştik. Korona bize insanın isterse her şartta ve her ortamda çalışabileceğini ve verimli olabileceğini, engellerin beynimizde başlayıp bittiğini öğretti. Mevcut durum fevkalâde zor olsa da ona kolay uyum sağladık. Zaten sosyal bir varlık olan insanın en önemli özelliği, yeni durumlara adapte olma süresinin kısa olmasıdır.
Korona, sanatçıların eserlerini geniş kitlelerle paylaşmasına engel oldu.
Sanat ve sanatçılar, her kesimden insanlar gibi korona virüsten fazlasıyla etkilendi. Bu etkiler hassas insanlar olan sanatçıların hafızalarından öyle kolay silinmeyecektir. Bu etkilerin karşılığını görmek belki de zaman alacaktır. Çünkü sanat bir anda tezahür eden bir şey değildir. Sanat eserinin ete kemiğe bürünmesi için belli bir demlenme sürecine ihtiyaç vardır.
Korona, sanatçıların eserlerini geniş kitlelerle paylaşmasına engel oldu. Zira sergi salonları, tiyatrolar ve sinemalar kapandı, planlanan kitap fuarları iptal edildi. Televizyon dizilerinin setlerine ara verildi. Her şey dijital ortama taşındı. Fakat bazı kesimler güç ve altyapı olarak buna hazır olmadığı için iki elleri böğründe beklemek mecburiyetinde kaldı.
Koronavirüs birçok sektör gibi kitap sektörünü de derinden etkiledi. Üç ay boyunca ekonominin bütün çarkları durduğu için matbaalar da çalışmadı. Matbaalar çalışmayınca kitap ve dergi basım işleri sekteye uğradı. Fakat insanlar ona da bir çözüm buldu. Başta e-dergiler olmak üzere, çok da benimsenmeyen elektronik yayıncılık üç ay içinde üç yıllık yol kat etti. Üç ayın sonunda matbaaların çalışmaya başlamasıyla kitap basımı işinde büyük bir sıçrama görüldü. Özellikle Temmuz ayında kitap basımında tüm zamanların rekoru kırıldı. Temmuz ayında üretilen 60 milyon 637 bin 920 kitap, tüm zamanların Temmuz ayı rekorunu getirdi. Kitap yayıncılığında Türkiye dünyada ciro bazında 16, yeni başlık üretiminde ise 6. sıraya yükseldi. Bunlar krizi fırsata çevirmenin somut örnekleri olarak nazarımızda çok kıymetlidir.
Sanatçılar eser üretirken etraflarında cereyan eden hadiselerden aldıkları ilhamlardan beslenirler. Bu ilham her zaman müspet olmaz, menfi de olabilir. İster müspet, isterse menfi olsun sanatçıyı harekete geçiren ilham unsuru, onun yeni eserler üretmesine vesile olur.
Korona en çok da sinema sektörünü olumsuz etkiledi.
Koronanın etkilediği sanatların başında, görselliği ile insanları tesiri altına alan sinema gelmektedir. Başta ABD (Hollywood) olmak üzere, Doğu'da (özellikle de Hindistan'da, Bollywood'da) ve Batı'da koronanın insanlar üzerindeki korkuyu ve ürpertiyi tetiklemesini konu alan onlarca sinema filmi çekilecektir. Buna yönelik hazırlıklar çoktan başlamıştır.
Koronanın arz-ı endam edeceği kalem ürünlerinin başında romanın geleceği şüphesizdir. Çünkü karantina günlerinde dört duvar arasında yaşadıklarımız bir değil bin romana konu olacak boyuttadır. İyi bir gözlemci olan romancılar bu derin tesirlerden bigâne kalamazlar. Korona ikliminde demlenen birçok yazar, Covid-19'dan mülhem romanına başlamak için kollarını sıvamıştır bile. Sıvamak ne kelime, belki çok daha ileri bir safhadadırlar. Söz konusu romanlar yakın zamanda kitapçı vitrinlerinde görülmeye başlar.
Koronavirüs özellikle çalıp söyleyen halk şairlerinin ilhamını besledi.
Koronavirüs sürecinde en çok kalem oynatan kitlelerin başında şüphesiz ki şairler geliyor. Şairler, korona günlerinde tabir caizse çifte mesai yaptılar. Zira korona, şairlerin duygu dünyalarını derinden etkiledi. Kimisi oturup ciddi ciddi korona temalı şiirler yazdı. Kimileri de muziplik olsun diye tebessüm ettiren mısralara imza attı. Korona üzerine yazılan şiirler antolojilerde bir araya getirildi. Korona muhtevalı şiir yarışmaları düzenlendi.
Hayatı kasıp kavuran, insanları bir cenderede yaşamaya mahkum eden koronavirüs üzerine her formda şiir yazılsa da en çok heceyle yazılanlar dikkat çekti. Bunlar sayıca da diğerlerine nazaran çoktu. Bunlara şiir değil de manzume demek belki daha doğru olur kanaatindeyim. Çünkü bu şiirlerde daha çok konu ve tahkiyeli anlatım ön plana çıktı.
Koronavirüs özellikle çalıp söyleyen halk şairlerinin ilhamını besledi. Bu pek de şaşırtıcı bir şey değildir. Çünkü halk şairleri; içinden çıktıkları toplumun gören gözü, duyan kulağı ve söyleyen dilidir. Onlar toplumun aynasıdır. Toplumda olumlu veya olumsuz her ne yaşanıyorsa o aynadan yansır. Daha evvel toplumca yaşadığımız ve bizi derin üzüntülere gark eden verem, kanser, deprem, sel felâketi gibi hadiseler de halk şairlerinin işlediği başat konular olmuştu. İşte öyle de hayatı çekilmez kılan koronanın mihneti de o aynadan hakkıyla ve lâyıkıyla yansımıştır. Son dönemlerde zayıflama eğilimi gösteren geleneksel halk şiiri koronayla birlikte tabir caizse atağa geçmiş, belli bir hareket ve ivme kazanmıştır.
Şairler, taşlamalarıyla koronadan adeta intikam aldı.
Korona, özellikle halk şairlerinin diline pelesenk olmuştur. Kimisi koronaya sitem ve beddua etmiş, kimisi insanların bozulan psikolojisine vurgu yapmıştır. Böylece insanların sevdiklerini alan, hayatı çekilmez kılan koronavirüsten bir çeşit intikam almışlardır. Onu, huzura pusu kuran pespaye bir illet olarak göstermişlerdir. Halk şairlerinin korona muhtevalı şiirlerinde basın yayın organlarında ve sosyal medyada çokça zikredilen maske, mesafe ve temizlik (hijyen) kavramları ön plana çıkmıştır. Bu şiirlerde toplum fertleri tarafından sürekli canlı tutulan klişe ifadeler göze çarpmaktadır. Korona üzerine yazılan şiirlerde sürekli dönen bu ifadeler, yazılan metinlerde tekrara düşülmesine sebep olarak şiirselliği bozmuştur.
Korona konulu şiirlerde geçmişle bugünü mukayese etme ve geçmişe özlem (nostalji) ön plana çıkmaktadır. Buna o yaygın tabirle "Ne idik, ne olduk" da diyebiliriz. Öte yandan bu konuda yazılan şiirlerde virüsün çıkış noktası olan Çin'e büyük bir tepki duyulması dikkat çekicidir. Türk'ün ezelî ve ebedî düşmanı olan Çin'den bu yolla bir çeşit rövanş alınmıştır.
Bilindiği üzere koronavirüs, tam da 21 Mart Dünya Şiir Günü'ne yakın bir zamanda hayatımıza girdi. Ben en çok da korona günlerinde birkaç kadim dostun uğurlamasıyla ebedî âleme göç edenlere, özellikle de ölen şairlere hüzünlendim. Ölümleri korona karmaşasında unutuldu. En yakın dostları bile karantina nedeniyle onları yolcu edemedi. Hüzünler dağ oldu.