Muahhire ve Müellifi…
Güneşin ışıklarıyla yaşlı küremizi her gün yorulmadan aydınlatma çabasına benzer bir gayretle, bilim insanları da tarih boyunca dünyamızı anlamaya ve anlatmaya çabalamışlardır. Modern dünyanın hızlanan ritmi bu çabaları bazen boşa çıkardıysa da, bazen de düşünsel zaferlere şahit olmamıza engel olamamıştır. “Devrimlerin ve evrimlerin anaforunda” dönüşünü sürdüren gezegenimizin seyir defterini yazabilme isteği, bu zaferlere giden yolda düşünürler için çekici bir unsur olma özelliğini dâima korumuştur. Bütün bu süreçte tükenen kağıtlar ve kalemler hiç durmadan yenilenmiş, seyir defterinin kâtipleri ise sürekli değişmiştir.
Belki de “kaderin garip bir cilvesi” denebilecek rastlantılar, hep insanların ihtiyaç duydukları anlarda “görünenin arkasında ve ötesindeki gerçekleri” onlara cömertçe sunan önemli eserleri ve mütefekkirleri ortaya çıkarmıştır. Şüphesiz ki bu nitelikteki eserler ve yazarları hiç de kolay zuhur etmemiş, “özgün bir macera” sonucu insanlığın karşısına çıkmışlardır. Bu maceraların ise, türlü çile ve zorluklarla dolu olmakla birlikte, sevinç ve güzel sonuçlarla da tamamlanabildiği kulaktan kulağa söylenegelmiştir. İşte böyle nev’i şahsına münhasır bir insan ve onun çok özel olduğunu aklen ve ruhen tasdik ettiğim eseri beni bu satırları yazmaya mecbur etti. Bu çok özel eserin hazırlanma safhasının bir kısmında ve sonuca ulaşıldığı anlarda bulunmaz zamanların ve tarihin içinde olduğum hissi yine bu mütevazi yazının kaleme alınma sebeplerinden biri oldu. Ayrıca bahsedilenin husûsiyetinin bahsedenin sözlerine ve satırlarına yansıyacağı umudu da bu kararıma tesir etti.
Ufuk açıcı bir hoca
Üniversite yıllarımda kurak zihnimde bilim ve gelişim fikrinin yeşermesinde son derece önemli bir rol sahibi olan, söylem-iş birlikteliği şahsında somutlaşan, insanlık ideallerinin hâlâ yaşadığını sevinerek kendisiyle ve kendisinde anladığım müstesna bir insanı sizlere bir nebze tanıtmak isterim. İnsan yetiştirmenin yaşadığı topluma ve tüm insanlığa pozitif bir değer katacağı bilinciyle üniversitedeki derslerimize giren; bu yönde maddi ve manevi hiçbir fedâkârlıktan kaçınmayarak farklı iklim koşullarında herhangi bir ücret beklemeden gelişimimize katkıda bulunan; Mülkiyelilik kimliğiyle yönetim bilimleri ve uluslararası ilişkiler alanlarında ufkumuzu açan, tıp bilgisiyle de insanı psiko-sosyal boyutlarıyla tanımamızı sağlayan hocam Dr.Mehmet Hişyar Korkusuz’u tam da yukarıda işaret ettiğim özgünlükteki bir maceranın içinde yol aldığı esnada tanıma şansını yakaladım. Yolculuğuna katılma cesaretini nasıl bulduğumu bilemediğim süreçte umudun, özgüvenin, ideallerin, fayda vermenin, sevinmenin ve hüzünlenmenin, yetişmenin ve gelişmenin ve de tabii ki sürekli yükselen bilimsel çıtaların şahidi oldum. Onunla kitabı aracılığıyla tanışanların da zaten bu özgün seyri hissedeceklerine inanıyorum. Yeni doğan eserin rahmi hükmündeki yazarın okunan her kelimede daha iyi tanınacağı düşüncesiyle bu kısa ama özel bilgileri noktalayarak onun eserinden de sadece ana çizgileriyle bahsetmek istiyor, okuyucunun heyecanını kitapla buluştuğu âna saklamasını istiyorum.
“Mukaddime’den Muahhire’ye: Modern Dünya’nın, Ulus-Devlet’in, Din’in ve Milliyetçiliklerin Ekonomi, Kültür ve Siyaset Atlası” adlı eser Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset ve Sosyal Bilimler Bölümü doktora programında 24 Ocak 2011’de tez jürisi tarafından büyük bir takdirle kabul edilen ve kitaplaştırılarak basımı genç bir yayınevi olan Bilge Kültür Sanat tarafından tam bir yıl sonra 24 Ocak 2012’de gerçekleşen yepyeni bir çalışma. Eser ilk bakışta görünen özellikleriyle dahi son derece etkileyici. Kitap okuru zâhir ve bâtının doku uyumunu yansıtan kapağı ve kişiyi eseri okumaya yönelten çarpıcı arka kapak yazısı ile karşılamakta. 816 sayfalık kitapta 850’yi aşan kaynaktan yararlanılmış ki, bu özelliğiyle kaynakça araştırmacılara son derece yararlı olabilecek bir zenginlik sunmakta. Kitap, okurların ve bilimsel çalışma yapanların işini olağanüstü düzeyde kolaylaştıracak olan yaklaşık 5600 ana ve tâlî maddeden oluşan detaylı bir indeksi de ihtiva etmekte.
Türkçe kullanımı da etkileyici
Eser, yazarının ifadesiyle “İbn-i Haldun’un ‘Mukaddime’sine modern ve post-modern çağın realitesini de içerecek bir kapsam ve zenginlikte ‘Muahhire’ (sonuç, sonra gelen, başarıyla tamamlanıp nihayetlenen anlamında)” olması umuduyla kaleme alınmış. Otuz yıllık entelektüel birikimin cömertçe sunulduğu çalışma, içeriği açısından değerlendirildiğinde “düşünsel bir zafer”le karşılaşılmakta; zengin dil ve anlatımıyla Türkçe’nin kullanımında zirvelere çıkıldığı müşahede edilmektedir.
Modern dünyanın gen haritasını bilimsel bir operasyonla ortaya çıkaran yazar, eseri beş ana bölüm üzerine inşa etmiştir. Birinci bölüm çağa nüfuz eden milliyetçilik ideolojisinin gelişimini, teorik ve pratik tüm boyutlarını, farklı tezâhürlerini, bilhassa modernite ile ilişkisini çok yönlü ele almak suretiyle kurgulanmıştır. Bu bölümün ilk kısmında okuyucu sabırla üzerinde durulması gereken bir teorik arka plan bilgisiyle teçhiz olmakta, kavramsal derinliğe ulaşmakta ve flu ideolojik ekran ince bir ayarla netleşmektedir. Bu kısım, ilgili alanlarda araştırma yapanlar açısından düşünüldüğünde ise Gellner’den Anderson’a, Carr’dan Hobsbawm’a, Kedourie’den Calhoune’a, Erikson’dan Hayes’e, Herder’den Fichte’ye, Popper’dan Kuhn’a bilimsel bir geçit töreni ve akademik bir şöleni andırmaktadır. Birinci bölümün ikinci kısmı ise günümüzün sosyolojik, ekonomik ve politik sistemini anlamlandırma yolunda büyükçe bir adım atmamızı sağlıyor. Modernlik-milliyetçilik ilişkisi; tarihsel gelişimi içinde ekonominin dönüşümü, endüstri devrimi, kapitalizmin karakteristikleri; bu mühim tarihsel süreçte yaşanan devrimler ve savaşlar; bir politik illüzyon olarak propagandanın ideoloji ve çıkarların meşruiyet ve kazanımları istikametinde fütursuzca kullanımı bu kısımda konu edilmekte, zihinsel efor yüklü her bir satır bilgi ufuklarımızı açtıkça açmaktadır.
İkinci bölümde yazar bir hazine ararmışçasına girdiği ‘İslâm Medeniyet Denizi’nden çağa ve ötesine ışık tutan eşsiz inci İbn-i Haldun’u bularak su yüzüne çıkmakta, onu eseri boyunca hünerle işleyerek geleceğe sunulan nadide bir armağana dönüştürmektedir. İkinci bölümün ilk kısmında İbn-i Haldun’un yetiştiği ortam, hayatı ve ‘Mukaddime’si ele alınmakta, bilhassa geliştirdiği ‘asabiye’ kavramı üzerinde durulmaktadır. Yazarın ifadesiyle asabiye kavramı “Türkiye başta olmak üzere İslâm dünyası ve dünyanın birçok bölgesindeki sosyal hareketlerin anatomisini anlamamızda ve dinamiklerini çözümlememizde anahtar bir rol oynayabilecek esnekliğe sahip görünmektedir”. İlk kısım sosyal bilimler dünyasına kazandırılan ‘asabiye döngüsü’ şekli ile son bulmaktadır. Bu bölümün ikinci kısmında ise, ‘asabiye’den ‘umran’a geçiş; İbn-i Haldun’a göre devletin aşamaları; nesep asabiyesi ile etnik milliyetçilik ve sebep asabiyesi ile ulus-devlet milliyetçiliği arasındaki ilişki incelenmektedir.
Üçüncü bölüm ile birlikte yazar Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne yolculukta karşılaşılan politik hareketleri ve ideolojileri, mühim siyasetçileri ve fikir önderlerini, iç ve dış gelişmeleri panoramik bir bakışla ele almakta; okurların zihinlerindeki birçok soru işareti silinmekte, üst üste kilitlenmiş bilgi sandıklarının anahtarları artık ortaya dökülmektedir. Üçüncü bölümün birinci kısmında Osmanlıdaki yenileşme hareketleri ve akımlar; Abdülhamid ve pan-İslamizm; Bediüzzaman Said-i Nursi; İttihat ve Terakki ile Türk Milliyetçiliği; XX.Yüzyılda Ortadoğu konuları ele alınmaktadır. İkinci kısımda ise devletin ideolojik dönüşümü analiz edilmekte, milliyetçiliğin Türkiye’nin fırtınalı yüzyılındaki savruluşları adım adım izlenmeye çalışılmaktadır. Bu kısımda Ziya Gökalp’ten Mehmet Akif Ersoy’a birçok önemli şahsiyet; Atatürk Milliyetçiliği’nden Milli Görüş’e farklı siyasi akımlar; 1980 sonrası Türkiye’nin çıkışı bir türlü bulunamayan labirenti haline gelen etnik milliyetçilik sorunu ele alınmakta, yakın tarihin dehlizlerinde saklı hakikatlerin yüzeyi berraklaşmaktadır.
Dördüncü bölümün birinci kısmında günümüz dünyasının en önemli gerçekliklerinden olan küreselleşme olgusu politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel yönleriyle ve çeşitli etkileriyle açıklanmakta; farklı disiplinleri temsil eden düşünürlerin yorumları bağlamında ciddi bir eleştiri ve aklî elekten geçirilmek sûretiyle boyalı kabullerden arındırılmakta ve reel konumunda resmedilmektedir. Yine bu kısımda küreselleşme-yerelleşme ilişkisi ve küresel aktörler ortaya konmakta; uluslararası ilişkiler disiplinin özü okuyucuya ustaca sunulmakta; son dönemde medyanın ve kitle iletişim araçlarının giderek artan etkinliği değerlendirilmektedir. Birinci kısım ilgi çekici bilgi, olay ve yorumlarla bezenen “farklı kültür ve medeniyetlerin etkileşimleri”; “1980 sonrası global faktörlerin Türkiye’de medyayı ve toplumu dönüştürmesi”; “küreselleşme ve demokrasilerin geleceği” alt başlıklarıyla tamamlanmaktadır. Bu bölümün ikinci kısmında ise dünyada ideolojik yoldan çıkışın müşahhaslaştığı yer olan, adeta aslanların içgüdüsel vahşetine tanıklık eden bir arena hükmündeki, yerin ve göğün başucunda kan ağladığı modern çağın mezarı Kosova ve orada tarihin yakın bir kesitinde yaşananlar konu alınmaktadır. Yazar bu kısımda objektifini Avrupa’ya ve Balkanlara çevirmekte, Kosova Krizi’ne odaklanmakta, gerçekleşen uluslararası müdahaleyi tahlil etmekte ve bugün gelinen durumu ortaya koymaktadır. Mağrur ideolojilerin gayr-i insânî fiillerine karşı sivil toplumun alternatifsiz konumunun da vurgulandığı “Avrupa’da Sivil Toplum Bağlamında Milliyetçiliğe Yeniden Bakış” ile bu kısım noktalanmaktadır.
“Kürevî Asabiye: Yeni Bir Model Denemesi” adlı beşinci, son ve en önemli bölümle eser nihayetlenmektedir. Kürevî asabiye “insanlığın sahipsiz sorunları”na, ideolojilerin ve ekonomilerin aşırılıklarına bir çözüm; küresel sistemin bir “check and balance (fren ve denge)” sistemi; aşağılamalara ve ötekileştirmelere karşı bir “küresel biz bilinci” olarak ifade edilmekte ve işleyiş dinamiği ortaya konmaktadır. Ayrıca bu bölümde yer alan “Global Etik-Politik İletişim Alanı”, “Kürevî Asabiyenin Gelişimi”, “İnsan, Kaynaklar ve Yönetim Tablosu” ve “Kürevî Asabiye Modeli” isimlerini taşıyan şekiller Dr.Mehmet Hişyar Korkusuz’un bilim dünyasına hediyeleri olarak değerlendirilebilir. Yine bu bölümde “kürevî asabiye’yi sahiplenip gündeme taşıyacak insanlar”ın mevcut olması gerektiği vurgulanmakta, insanoğlu daha fazla sorumluluk almaya davet edilmektedir. ‘Kürevî asabiye modeli’ ile yazar ‘düşünsel zafer’ini ilan etmekte, ‘bilgelik tâcı’nı giymekte ve ‘Muahhire’ literatürdeki tahtına ‘cülûs’ etmektedir.
İnsanlık acıları karşısında dünya kamuoyunun yaşadığı sekerat halinin sonlanması ve acil tıbbi müdahaleyle sahip olduğu eşsiz özellikleri hatırlaması ve yeniden edinmesi gayesi doğrultusunda bir kilometre taşı mesâbesindeki eser, müellifinin ifadesiyle her bir insanın “kendi biricik pozisyonu içerisinde herkesle beraber ‘birliği’ yaşaması” hayalini insana ve insanlığa teklif etmektedir. Bu eserle tüllenen Mağribî akşamlar ve latif Endülüs rüzgârları doktorunun elinde memleketimizin ve insanlığın yaralarını saracak bir ilaca dönüşmektedir.
Eserin bütününe zarif zihinsel kurgularla serpiştirilen son derece özgün tespit ve yorumlar ise yakın gelecekte birçok yazıya tırnak içindeki alıntılar şeklinde konu olacak gibi gözükmektedir. Kitabı, akademik kapris ve kompleksleri bir tsunami dalgasını andırırcasına süpüren; birey, toplum ve insanlık odaklı misyonu ve vizyonu ile “batı cephesinde yeni bir şey var” dedirten; seyir defterine ‘küre’nin yeni rotasını not düşen bir gelecek ve umut okuması olarak değerlendiriyor, entelektüel gelişimin sessiz ve vefâlı destekçileri olan değerli okurlara öneririz.
Dr. Ersoy Kutluk haber verdi