Alp Er Tunga, Afrasiyap yani Büyük İskender, Tanrı Dağları; Kuteybe, İslam, Cengiz Şeybaniler, Timur, Hanlıklar, Çarlık Rusya, SSCB Komünizmi, Bağımsız Devletler Topluluğu, İslam Kerimov. Güncelden daha derine, tarihe, kültür ve medeniyetimizin kaynağına…
“Edebiyat kitaplarında isimlerini, eserlerini okuduğumuz Yusuf Has Hacip, Kaşgarlı Mahmud, Ahmet Yesevi, Şah-ı Nakşibend, İmam Buhari, İmam Maturidî nerede yaşadı, nerede öldü? Bir zamanlar ilim ve irfan medeniyetimizin merkezleri olan Semerkant, Buhara, Taşkent nerededir? Yıllardır kaç aydınımız Doğu ve Batı Türkistan’a, Ortadoğu’ya, Türk ve İslâm dünyasına ilgi duydu?” sorularına eklediğimiz, “kim haber verdi oralardan ve haber vermek için bir sorumluluk duydu? Umre seferberliğine karşın Doğuya/ Türkî Cumhuriyetlere bir seferberlik neden yok?” Ben bari üzerimdeki sorumluluğu yerine getireyim diye niyetlendim. Sevap bagajımın dolup taşması da cabası.
“İsmail Gaspıralı’yı, Cengiz Aytmatov’u, Cengiz Dağcı’yı kaç aydınımız, kaç siyasetçimiz okuyup tanıdı? Bizler yalnızca fizikî coğrafyamızı kaybetmedik. Bizler duyuş, kültür ve medeniyet coğrafyamızı da kaybettik." diyenlere inat Özbekistan'dayım. Kültür ve medeniyetimizin öz coğrafyasına, Rus modernitesi ile tanışsa da Batı'nın vahşi saldırısını yaşamamış duyuşun hâlâ safiyetini koruduğu saklı ülkesine.
Özbekler Osmanlılar gibi hanları ile adlandırılan millet
Ülkeler vardır, gezilmek içindir sadece. Turistik bir cazibesi vardır. Ülkeler var sizi kendisine çağırır. Müslümansanız Buharî’yi, dile ve edebiyata aşina iseniz Ali Şir Nevaî’yi, tasavvuf ehli iseniz Altın silsileden Ubeydullah Ahrar’ı, Abdulhalik Gocduvani, Arif-i Rivgeri, Ali Ramitani, Emir Külal, M.İnciri Fagnevi'den sonra M. Bahaeddin Şah-ı Nakşibendi merkadini, hiyaban ve mescidi ile külliyesini görmek isteği hasret olup içinizi yakar. Tarihe meraklı iseniz Tanrı Dağları, Ortaasya, “Bilinmeyen İç Asya” bir gizemin içindedir. İbn Battuta’dan Clavijo’ya kadar seyyahlar anlatır durur. Ankara Savaşı ile Osmanlıyı fetrete sürükleyen Emir Temur denen Timurlenk’i, ihya ettiği şehirleri, dünyayı gezip neden burayı başkent edindiğini öğrenmek istersiniz.
Türkçe’ye âşıksanız orijinal halini işitmek ayrı bir gözlem. Farsça’nın resmi dil olduğu zamanlarda Türkçe'yi savunan ve onlarca Türkçe eser yazan Ali Şir Nevai’yi öğrenmemek olmaz. “Bunlar geçmişin masalları, bu devirde bilim olmalı” diye bilimsel takılırsanız Uluğ Bey, Bursalı Kadı Nizameddin ve Fatih’in astronomu Ali Kuşçu’yu yetiştiren ortamı, Uluğ Bey Rasathanesi'ni görüp bilim tarihine yaptıklarımızla yeni bir atılım için sorumluluk duyarsanız yine Özbekistan’a gitmek şarttır. Tanrı Dağlarından Hıra Dağına süren yolculuğun ruhuna dokunmak, Türkiye’nin başarısız ve beceriksiz Ortaasya politikalarını yerinde müşahede etmek istiyorsanız yine Özbekistan’ı görmelisiniz. Hacca gitmiş Müslümanların umre yerine Özbekistan’a gitmesi efdal diye de bir zuhurat gelir sonra. Bütün bunlar Özbekistan’ın sizi sürekli çağırmasına yeterli sebepler.
Ancak bu ülkeye vize almak sorun. Tek başına gidebilmek riskli. Türkiye’nin geçmişte yanlış politikaları, Rusya - Türkiye - Özbekistan üçlü işbirliğini sağlamadan Ortaasyaya ilişkin hiçbir politikayı yürütemeyeceğinizi bilmemenin acemilikleri Özbekistan’da Türkiye’ye karşı bir temkin ve tedbir siyasetine neden olmuş. Bu yüzden vize var ve gruplar dışında bireysel vize almak müşkilat. Ben de bu yüzden tur şirketinin Özbekistan turuna balıklama atladım. Memnuniyetim bakidir bu kararımdan dolayı.
5 günlük bir gezi ile üstelik Özbekistan’ın üç şehrini (Taşkent-Semerkant-Buhara) gezerek, yüzlerce tarihi eseri ziyaret ederek ne kadar tanıyabilirsiniz? Bir ülkeye gittiğinizde gümrük vesilesi ile bürokrasisini, yollarda halkını, alışverişle ticari hayatını gözlemler, bir kanaat edinirsiniz. Binlerce yıl ayrı kalmışsınız, arada ilişkiler var, gidip gelenler; İstanbul’da yayınlanan dergiler bile ulaşıyor oralara. 100 yıl önce İsmail Gaspıralı’nın faaliyetleri ile bütünleşik bir Türkî coğrafya iken zamanla araya mesafeler girmiş aşılamayan. Çarlık Rusyası'nın işgali ile araya aşılmaz engeller girmiş.
I. Dünya Savaşı sonrası Enver Paşa’nın son atılımı ile ipler büsbütün kopmuş ve Cumhuriyet Dönemi, Sovyet Sosyalist cumhuriyetleri ile demirperde engelleri girmiş araya. 1990’lı yıllarda Türkî cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan etseler de Bağımsız Devletler Topluluğu ile Rusya’nın patronajında sürmektedir işler. Türkiye’nin Ortaasya açılımları; maceralarla, gerilimle, başarısız girişimlerle doludur.
12 eyalet var Özbekistan’da. Karakalpakistan Özerk Bölgesi dahil. Merkezi bir yönetim var ama bizdeki vilayetlerden daha geniş anlamı var. Bayraktaki 12 yıldız bu 12 vilayeti sembolize ediyor. Türkiye gibi hilali bulunan bayraklardan.
Bu nedenle Özbekistan’a gidebilmek için vize almak zorundasınız. Üstelik vize pasaportunuza işlenmez. Bireysel davranamazsınız. Gittiğiniz gruba toplu vize verilmiş; ayrı bir A4 kağıdı ile düzenlenmiştir. Grup halinde ülkeye girmek, birlikte gezmek, bir arada çıkmak zorunluluk.
Biz İstanbul’dan Taşkent’e 4 saatlik uçuştan sonra sabaha vardık. Gümrük işlemlerinden sonra ülkeye giriş yapıp otelimize gidiyoruz. Kahvaltı yapıp biraz dinleneceğiz. Yoksa yaz sıcağında gezmek sorun olur, bu yaşta.
Otobüsle şehrin planlı ve geniş caddelerinde seyrüsefer ederken şehrin kimliğine, estetik uyumuna, mimarî özelliklerine şahit olmazsınız sadece, hayran da olursunuz.
1992’de bağımsızlığını ilan eden Özbekistan’a Devlet Başkanı ulusal bir kimlik inşa etmek çabasında. Türkiye’nin 1923-1950 dönemini yaşıyor sanki. Deja vu gelip sizi bulur.
Reelpolitik Kerimov diyor
Irak, Suriye, Çeçenistan, Ukrayna, Kırgızistan olaylarından sonra İslam Kerimov’u ciddiye almak ve ehven-i şer olarak kabul etmek zorundasınız. Özbekistan’daki istikrarı desteklemek, ülkenin yeni bir yıkıma veya karışıklığa uğramaması için dua etmek istersiniz benim gibi. Allah daha iyisi gelene kadar İslam Kerimov’u Özbekistan’ın başından eksik etmesin. Sosyal değişimler, bozulmalar, yeniden yapılanmalar akşamdan sabaha olan değişimler değildir. Binlerce yıl öncesinin tohumları toprağın yüzüne çıkar ilk fırsatta: Muhayyilenin gücünden haber vermeye niyetlenen emareler var Özbekistan’da. Acilciler bu dediklerime itiraz edebilirler ama reelpolitiğin şartlarını gözardı etmesinler yine de.
Özbekistan tarihi, kültürel, politik katmanları barındıran bir ülke. Her katman ayrı bir zenginlik. Ancak İslam her yönüyle belirleyici ve kültürün ana damarı. Manevi bir iklimi ülkenin her yerinde üstünüzde hisseder, tarihin içinde gezindiğiniz duygusuyla sizi geçmişe bağlayan medrese, mescid, mezarlara yönelirsiniz. Yaşayanlar fazla dünyevî ve Sovyetik etkilerle malul. Ancak Semerkant ve özellikle Buhara sizi gizli açık hazinelerini müşahede etmeye davet edip durmaktadır.
“Buradaki İslam anlayışını, bunu inşa eden Maturidî’yi idrak edebilirseniz ne İŞİD çıkar ne Şii-Sünni çatışması. Ne de intihar bombacıları.” diye ahkamlar kesebilirsiniz. Burası İslam’ın yüreklere inşirah veren yorumları, gönülleri zengin kılan zihniyetlerin ülkesi. Her bir adımda size Allah’ı hatırlatan evliyalar, erenler, bilginler ülkesi. Aradan geçen zamana, 4 bin km. geriye gitmenize rağmen çocukluğunuzu hatırlatan çağrışımlar...
Bu ülke, Büyük İskender’i gördü; Çin istilasını, Cengiz’in talanını, Rus Çarlığını, Sovyet zulmünü. Binlerce yıl içinde yıkım, işgal, despot zalim tiranlar… İzzet ikbal, iktidar ve imar dönemlerini de.
Talas Savaşı ile Araplarla temas etti ve İslam'la müşerref oldu. Alp Er Tunga, Özbek Han, Emir Timur’un ikbal dönemlerini. İmamlar yetiştirdi; Buhari ve Maturidî gibi Ali Şir Nevai’yi, Şah-ı Nakşıbendi ve Uluğ Bey’i… Say say bitmez. Gez gez sonu yoktur mimari şaheserlerin. Ülke açık hava müzesi sanki. Açık tarihimiz, gizli gönül coğrafyamız.
Bu ülkeye tur düzenleyen fazla şirket de yok. Olanlar da her zaman size uygun gelmez. Bu nedenle özlem bir yerlerde kendini hissettirir ve susar. Özlemle susar ve nasip olmayınca olmaz tesellisini kabullenmek nedeniyle susar. 29 Temmuz - 4 Ağustos tarihlerinde bu ülkeye tur olduğunu tesadüfen öğrendim. İran turu için davet ettiklerinde firmayı araştırırken, muttali oldum Özbekistan turuna. Hemen katılma kararı aldım. Son bir haftada tur şirketi çalışıp çabaladı ve vizeyi alarak katılmamız için davetini bildirdi. İstanbul merkezli olduğu için ben Ankara aktarmalı katılacağım nasipse. Özbekistan’da İran turunun iptal edildiğini öğrendim sonra; demek ki İran üzerinden bile dolansa da gelip sizi buluyor nasibiniz.
Ankara - Esenboğa’dan İstanbul’a, oradan Taşkent’e uçuyoruz. Turumuz nezih ve dindar insanların, doktorların, avukatların, iki yaşından bir ayağı çukurda benim gibi yaşlıların bir koalisyonu. Türkiye anayurda yönelmiş. Biz içindeyiz. Sanki bir çift göz, kulak ve tek yürek kesilmişiz.
Taşkent
Taşkent havaalanına iniyor ve gümrüğü görünce Özbekistan’la başlıyor ilk temasımız. Pasaport nezareti bizi karşılar ve “Uzbekistan Fukaraları” bir bankoya, yabancı “Fukaralar” bir başka bankoya yönelir. Özbekistan alfabesinde Ö ve Ü harfleri yok; onun için Uzbekistan yazılıyor her yerde. İnternet uzantısı da “–UZ” zaten.
Dünyanın her yerinde gümrükler aynı. Kız evi gibi gelen turistleri nazlanarak ve bekleterek içeri almak evrensel bir uygulama. Üstüne Özbekistan’da tipik Sovyet uygulamaları hâlâ sürüyor. Bürokrasi gücünden hiçbir zaman taviz vermez. Formlar doldurmak; bu ülkeye getirdiğiniz dövizi, kıymetli eşyaları beyan etmek zorundasınız. Yoksa çıkarken getirdiğinizden daha fazla döviz çıkarmak mümkün değil.
Getirdiğiniz dövizlerin beyanını yüksek tutarsanız “göster bakalım parayı, birlikte sayalım” ihtarına muhatap olabilirsiniz. Yanınızdaki cep telefonu, bilgisayar ve değerli eşyaları da beyan formuna eklemek lazım. Biz daha önce onlarca kez tur düzenleyen şirketin Özbekistan nezdinde güvenirliği ile sorunsuz geçiyoruz “Xavfsızlık” (hıfz-güvenlik) bariyerlerinden. Zaten vize pasaportlarımıza bile işlenmemiş; ayrı bir kağıtta grup vizesi var. Bitişik gezip hep birlikte ve bir arada girmek çıkmak zorundayız. Yoksa giremez, girseniz çıkamazsınız.
Özgür bir ülkeye geldiğimi, kapalı mekanda sigara içerek anlıyorum, bagajı beklerken.
Otobüs ve rehberimiz de bizi bekliyor; halk gelenleri karşılamak için uzak bir avlu duvarının arkasında. Taksi, otel davetlerinden sıyrılıp otobüse doğru yürüyorum. Havaalanından çıkıyoruz park alanına doğru. Dışarıda taksiler yolcular için bekleşen taksilerin arkasında “Yo’l Qaydası, Umr (Ömür) Faydası” yazısı.
Artık otobüse bineceğiz amma velakin bir sorun var. THY, grubumuzdan iki kişinin valizini Taşkent’e göndermemiş. Kargodan çıkmadığına dair tutanak tutulacak. Sonra otobüslere ve Taşkent’le ilk temasa... Otele yerleşme, dinlenme ve toplanıp Taşkent seferine başlama denemesi.
Kaffal Şaşi türbesine ziyaret. Tilla Seyih Camii ve Özbekistan Müsülmanlar İdaresi (Diyanet İşleri Başkanlığı) müzesinde bulunan -Hazreti Osman dönemine ait olduğu iddia edilen- Kur'an-ı Kerim'in, orijinal mushafın görülmesi. Burada resim çekmek yasak ama ben müdüre ve bekçiye birlikte resim çektirelim talebimden sonra gevşedi ve özel odalardaki eşya, kitap ve materyal hakkında bilgiler verilmeye başlandı.
Yasaklar delinmek içindir diye Kufi yazı ile ceylan derisine yazılan Kur’an-ı Kerim’in fotoğrafını çektim tabii ki. Fakat sizlere gösterecek netlikte mümkün olmadı.
Ülkenin her yerinde “Sağlam Bala Yılı” afiş ve yazıları. Bizim 23 Nisan gibi. Her yıl bir konu üzerinde faaliyetler yapılıyormuş Özbekistan’da. Bu sene “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” cinsinden “Sağlam Bala” (çocuk) Yılı. Bu ülkede zorunlu eğitim 12 yıl. 1997’de Latin alfabesine geçilse de yüzyıla yaklaşan Rus egemenliği nedeniyle Kril yazılarına her yerde rastlanıyor. Kril alfabesi ile eğitime başlayanların son mezunları bu sene sona ereceği için artık her alanda Latin harflerine geçilip ikili uygulama sona erecekmiş. Yani hem Kril hem Latin alfabesi ile eğitime son verilip bütünüyle Latin alfabesine geçilecek eğitimde.
Türkçe'nin özgün hali: Özbekçe
Latin harflerine geçerken herhangi bir tecrübeden istifade edilmediği için Özbekistan kendi yöntemini bulmaya çalışıyor el yordamı ile. Bu yüzden dilde olan sesleri karşılayan harfler eksik alınmış. “Ç”, “Ş” sesleri dilde var, alfabede yok. O zaman İngilizce yöntemi ile seslendirmeye gidilmiş ki ortak alfabe kullanımı da bir yönüyle eksik. “O”lar “a” okunuyor; “ç” harfi İngilizce'de olduğu gibi “ch”, “ş” harfi “sh” ile yazılıyor. “Ç” ve “Ş” harfi dilde var; alfabede yok. Hem “O” var; hem “A”. “Erkak”, yazıldığı gibi değil; şöyle okunuyor: E harfi ince E, yani Arapça Elif yerine, A harfi ise Açık ya da yuvarlak E sesi yerine. Hani "elbise"deki E'leri, "kedi"deki E gibi değil de, "Ealbisea" biçiminde telaffuz edenler vardır ya; işte A harfi o E'leri yazmakta kullanılıyor. O zaman O harfi, bizim A yerine geçmiyor? "Ayol" kelimesi, Arapça'dan geldiğine göre, bu A, "ayn" harfinin simgesi, O da uzun bir A sesi olsa gerektir. Bizim alfabemizle her halde "eyaaal" biçiminde yazılabilir. (Vehbi Başer yorumundan.)
Ulusal devlet oluşturmanın bir yolu slogan ve kutlamalarla toplumsal heyecanı canlı tutmak. Uzun yıllar Sovyet enternasyonalizminden sonra millileşmek kolay değil. Slogan ve uygulamalarda Sovyetik etkinin bütünüyle sona ermesi zor görünüyor. Taşkent’in nüfusu resmi kayıtlara göre 2,5 milyon. Ancak bu şehirde oturmak izne tabii ve izin komisyonlardan çok zor çıkıyor. Onun için gayriresmi ikamet edenlerle birlikte 3,5 milyonu buluyor nüfusu şehrin. Geniş ve planlı caddeleri ile, uyumlu estetik binaları ile Rusların şehir planlamasındaki başarısının nimetini yaşıyor Taşkent. Taşkent düzenli yerleşimi, geniş caddeleri, şehrin ruhuna uyun mimari estetiği ile dikkati çekiyor. Metrosunu görmedik ama her istasyonu müzeyi andıran tablo ve süslemeleri ile görülmeye değermiş. Biz göremedik, siz giderseniz görmeden dönmeyiniz. Rus döneminden kalan binalar aykırı düştüğünü anında gösteriyor şehrin kimliğine. Zamanla bu binalar eskiyip yıkıldıkça bütünüyle şehrin siluetinden çekilecek gibi görünüyor. Birkaç bina dışında.
İstiklal Meydanı
8 Aralık 1992 Özbekistan’ın bağımsızlığını ilan tarihi. Bu tarihi milli bayram kabul edip kutluyorlar. Ülke o tarihten bu yana İslam Kerimov tarafından yönetiliyor. Kapalı bir toplumun ayakta durma mücadelesi... Yönetimin ilk önem verdiği güvenlik endişesi. İslam Kerimov’a karşı muhalefet olsa da tek belirleyici “Birinci Sekreter” olarak tanımlanan İslam Kerimov. 1989'da Özbekistan SSCB'inde Komünist Parti'nin Birinci Sekreteri oldu. 24 Mart 1990'da Özbekistan SSCB'inde En Üst Sovyetlerin Başkanı oldu. Bu zaman içinde bütün SSC'nin bağımsızlığı için mücadelede bulundu ve 31 Ağustos 1991'de Özbekistan'ın bağımsızlığını ilan etti.
29 Aralık 1991'de, Özbekistan'ın ilk seçimlerinde % 86 oranında oy alarak Özbekistan Cumhuriyeti'nin ilk Devlet Başkanı seçildi. 1995'de tartışmalı bir referandumla görev süresini 2000 yılına kadar uzattı. 9 Ocak 2000'de, tek ve zayıf bir rakibe karşı yarıştığı devlet başkanlığı seçimlerini % 91.9 ile kazandı. 27 Ocak 2002'de, devlet başkanlığı süresini 5'ten 7 yıla uzatan ikinci bir referandumda daha istediği sonucu aldı.
İslam Kerimov Özbekistan’ı milli bir devlet haline getirmek için Türkiye’nin 1923-1950 arasındaki döneme benzeyen bir uygulama içinde. Müslümanları çok seviyor ama eğer ölü ise. Bu nedenle Özbek kimliğini oluşturmanın yolunu; tarihi eserleri restore ettirerek, din ve tarikat ulularının mezarlarını ihya ederek, şehirlere yapılacak binaların mimari planlarını belirleyerek, Lenin heykelleri yerine Emir Timur’u ikame ederek Özbek-İslam kimliği oluşturmak istiyor. Bütün bunları baskı ve sert politikalarla yürütünce insan hakları kuruluşlarının protesto ve kınamalarına muhatap olması doğal elbette.
Türkiye’de barışın sembolü güvercinse Özbekistan’da leylek. Hüma kuşunu andıran ihtişamı ile takların üzerinde heykelleri, park ve bahçelerde canlıları gezinip duruyor leyleklerin. Özbekistan’da parklara “bağ” dendiğini de ekleyeyim.
Özbekistan tarihine özellikle II. Dünya Savaşına ilişkin şehit listeleri, evladını kaybeden ana heykeli ve ortasında alevli bir anıtın olduğu park, çok düzenli ve bakımlı. Alişir Nevai Tiyatrosu Meydanını ve Emir Temur Meydanını gördükten sonra temiz ve düzenli bahçe görmek de ayrı bir şans diyebiliriz.
II. Dünya Savaşı’nda Sovyetler Almanlara karşı 1.800.000 Özbek’i cephelere sürmüş. Bunların 400.000 ölmüş ve 200 yüzbin sakat ve yaralı. Tarım işlerini kadınlar ve yaşlılar yürütüyor tabii bu dönemde. Bu II. Dünya Şehitleri için isimler listesi sütunlar boyu sürüp gidiyor.
400.000 kaybı sığdırmak kolay değil bakır levhalara. Yan yana bölmeler içinde, her birinde binlerce isim. İstatiksel bir liste. Bir kişi ölürse trajedi, milyonlar ölürse istatistik ya; öyle. Hayatının baharında; en verimli çağında Alman siperlerine sürülen, Rusya soğuğunda kırılan Özbekler.
Bunun tesellisi de var elbette. Analar çocuklarını kaybetmenin acısı ile baş başa kalamaz, köyünde, şehrinde. Tesellinin figüranı da olur üstelik. “Sen Daim Kalbimizdesin Ciğerim” dövizlerinin yanı başında.
Emir Timur Han meydanı, İstiklal meydanı, Alişir Nevai Tiyatrosu Meydanı; bakımlı bahçeler, düzenlemeler… Lenin yerine Emir Temur’u milli kahraman yapan bir bilinç. Ne de olsa Timur, Özbekistan’ı yurt yaptı, Semerkant’ı başkent. Dünyanın bütün sanatçılarını, zenaatkârlarını toplayıp unutulmaz eserler bıraktı geriye. Kendisi gitti, eserleri kaldı Özbekistan’a. Bugün de Özbek milli kimliğini oluşturmanın kahramanı olarak devasa heykelleri Taşkent meydanlarını süslüyor. Özbekistan şehirlerini.
İkindi namazı için Hoca Ehrar Veli Camii'ne gidiyoruz. Cemaatin çoğunluğu gençler. Bu ülkede İslam’ın potansiyeli yüksek. Bu nedenle Kerimov en sıkı tedbirleri Müslümanlar için alıyor. İslamcı Türkistan İslam Partisi ve lideri Muhammed Salih, ülkeden sürgün edildi. Türkiye’de kaldı bir müddet. Kerimov’un baskısı üzerine Türkiye’yi zor durumda bırakmamak için Avrupa’ya geçti. Sıkı bir entelektüel ancak Kerimov karşısında tecrübesiz ve savunmasız.
Kerimov, iktidarına yönelik tehlikeleri bertaraf etmek için hiçbir tedbiri almaktan geri tutmuyor elini ve korkak alıştırmıyor. Pervasız ve cüretkar uygulamalarla pekiştirmek derdinde iktidarını. Bu nedenle Türkiye İslam Kerimov’un kara listesinde. Kerimov Avrupa’ya gittiğinde “bizim Atamız Emir Temur Yıldırım’ı yendi; bütün Avrupa’nın Müslümanların eline geçmesini önledi” diye Batıya yaranmayı bile ihmal etmiyor.
Medreseler ülkesi
Sonra Taşkent medreselerini gezmeye gidiyoruz. Bizdeki Sokollu Paşa’nın Özbekistan versiyonu Vezir Kökeldaş’ın yaptırdığı medrese. Diğer bir medresesine Buhara’da rastlayacağız. Medrese giriş kapısındaki yazıda her yerde rastlanan “Kadir Kıymetim, Dayancım ve İftiharımsın Müstakil Özbekistan” yazısı. Medrese’de din eğitimi devam ediyor. Yıllık 1000 Dolar alınıyor (2.800.000 Som) öğrencilerden. Yatılı, her türlü iaşe sağlanıyor öğrencilere. Mezun olanlar mescidlere imam oluyor veya yüksek öğretim için İlahiyat’a gidiyorlar(mış).
İkindi namazı için gittiğimiz camide sünnet kılınmıyor. Evde kılıyorlarsa bilmiyoruz. Özbekistan’da ezanlar cami içinde okunuyor. Dışarıya ezan sesi vermek yasak. Bizdeki Türkçe ezan uygulaması, Özbekistan’da hoparlörden sesin dışarı verilmesinin yasaklanmasına dönüşmüş, bu nedenle ezan sesi duyamıyorsunuz ülkede. Ezanlar sokaklara verilse bütün Özbekistan namaza duracak gibi bir saygı ve derinden hissedilen bir ruh var bu ülkede. Namaza durunca sanki Türkiye’de bir camide kılıyormuş gibi bir bütünleşme içindeydik. Elleri bağlama, rüku secde ve diğer bütün rükunlarda aynı hürmetkâr tadil ve erkan. Hiçbir yabancılık çekmeden.
Orta Asya, Nakşibendilik tarikatının merkezi. Nakşilik sufi tarikatı, Rus ve Çin'e karşı Müslüman direnişine liderlik yapmıştır.
Özbekistan her zaman yeni öğretileri inşa edebilen topraklar. Nakşibendiliğin bir kolu, 18. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın sonlarındaki Çin hakimiyetine karşı direniş içinde oldular. Kaşgar yöneticisi olanların bir Müslüman devleti kurma girişimleri, Çin tarafından 1878 yılında yenilgiye uğratıldı. Usul-ü cedit, Kazan, Kırım ve Buhara aydınları, özellikle İsmail Gaspıralı (1851-1914), yeni okulları desteklenmesi, Müslüman ve Rus eğitiminin birleştirilmesi, Müslüman halkların modernleşmesi meselelerini tartışan bu bölge Türkiye’de olduğu gibi eğitime büyük önem veriyor. Uzun yıllar Sovyet yönetiminin dinî yönden habersiz bıraktığı insanlar hurafelerine sarılıyor. Hurafeler de insanları dine bağlayabilir.
Semerkant
Ertesi gün… Hızlı trenle Semerkant’a gideceğiz. Trenler Sovyet döneminin başlıca ulaşım aracıydı. Denetimi kolay. Geçtiği yerler belli. Kitleleri taşımak kolay. Özbekistan Sovyet döneminden kalan bu mirası güzel değerlendirdiği gibi hızlı tren hatları ile de geliştirmiş. Biz de bu nimetten istifade edeceğiz. Taşkent’ten Semerkant’a ülkeyi, ovaları, ekili arazileri izleyerek değerlendirmek de cabası.
İstasyonda bir sürprizle karşılaşıyoruz. Trenimizin adı “Afrasiyab”. Afrasiyap Firdevsi’nin ölümsüz eseri Şehname’deki Türk Hakanı Alp Er Tunga demek. Türklerin Perslerle (İranlılarla) süren savaşlarında büyük kahramanlıklar gösteren başbuğ.
Alp Er tunga öldü mü
Issız acun kaldı mı
Ödlek öcün adı mı
İmdi yürek yırtılır diyor ya, biz Özbekistan’daki bu derunî belleğe saygı duyarak biniyoruz trene.
2.5 saatlik bir yolculuk, münbit ovaları, pamuk tarlalarını ve ovaya uzanan Tanrı Dağlarının başladığı tepeleri görüyoruz. “Tian” tanrı demek Çin’cede, Türkçeye de Tiyanşan olarak geçmiş. Tian okunur Çince’de. Çin’de “Tianni” derseniz “Allahım” dersiniz. Tiyanşan Tanrı Dağları oluyor haliyle. Biz bu dağın etekleri sayılan tepelerin kıyısından geçerek Semerkant’a geliyoruz. Bizi bekleyen tur otobüsüne biniyoruz, temiz, tertipli ve düzenli bir istasyonda indikten sonra.
Semerkant’ta ilk hedefimiz Uluğbey Rasathanesi. Uluğbey Rasathanesinin bir bölümü müze haline getirilmiş, haritalar eşyalar; Uluğbey’in yazdığı kitaplar, hakkında yazılan kitaplar. Rasathanenin bulunduğu bahçenin ana caddeye bakan tarafında ihtişamlı bir heykeli var Uluğ Bey’in.
Taşkent’ten sonra Semerkant huzur şehrine dönüşüyor. Taşkent gibi kalabalık ve trafiği yoğun değil. Emir Timur Semerkant’ı başkent yaptığı dönemlerde tarihi eserlerle süslemiş, dünyanın en güzel şehirlerinden biriydi. Hâlâ da öyledir. Yenilenen eserler çevresinde Özbekistan millî kimliği oluşturulmaya çalışılıyor. Aynı zamanda turizmin uğrak yerleri.
Maturidi türbesi
Biz turistik ilgi odağı yerlerin dışında da bir ilgiye sahibiz. Bunlardan biri Maturidî türbesi. Türkiye’nin desteği ile türbesi inşa edilmiş.
Semerkant’ın kenar mahallesi. Rehber uyarıp duruyor; “çocuklara para vermeyin, yoksa sürüyle çevrenizi alırlar, çingene mahallesi burası!” Tozlu ve dar yollardan otobüs ilerlemeye çalışıyor. Uzun bir bölümünü yürüyerek gidiyoruz. Genel bir mezarlıkta gömülü olan İmam Maturidî’nin merkadi, özel mülkiyete geçen bir arsa içindeymiş. Yüksek bedellerle sahibinden satın alınarak bir türbe yapılmış. Mezarlıkta bulunan komşularının mezar taşları da çevresine dizilmiş. Her bir mezar taşı dil şeklinde. “İnsan dünyada konuşur, ölünce bu imkanı bulamaz” halini anlatan mezar taşıdır. Bu işlevini en iyi belirleyen sembol de dil. Dil şeklinde bu yüzden mezar taşları. Her biri diğerinden farklı. İnsanların dilleri de birbirinden farklıymış; bu vesileyle öğrendim. İtikatta mezhep imamımız, kenar ve yoksul bir mahallede, o kadar doğal ve hayatın içinde ki insan düşüncelerinin insanın kaderini belirlediğine inanası geliyor öldükten sonra bile. Maturidi Hazretleri, özel bir çaba ile azmetmiş insanların gidip görebileceği bir mahalde. Mezarı yine konuşuyor. Dinlemek için kulak ve bugüne akıl ve reyi taşıyacak çaba gerek. Gündeme taşıyacak ilim adamlarını. İlahiyatçıları.
Aradan geçen uzun zaman sonra mezarı bulunup üzerine bir türbe yapıldıktan sonra bile.
Şahı Zinde
Şahı Zinde merkadindeyiz. Burası her kesimin ilgi alanında. Eski Semerkant, toprakların sıkıştırılması ile oluşturulan surların içinde bir şehir. Zaman surları eritmiş ama toprak sur halinde direnmek için inatçı. Yer yer görüyorsunuz surun duvarlarını. Eski şehirler her zaman bölgeye hakim bir tepe üzerine kurulur. Semerkant da öyle. Bütün tarihi eserler, ziyaret mahalleri bu tepenin çevresinde.
Burası Türbelikler külliyesi. Sırasıyla, yöneticiler, alimler ve evliyalar. Her biri ayrı dönemlerin mimari anlayışını temsil etse de konik kümbetler ve üzerinde kubbeler kendini gösteriyor.
Bu alanın çevresinde genel mezarlık. Semerkant şehir mezarlığı. Her mezar taşının üzerinde fotoğraflar. Sovyet etkisi ile ölenin ihtişamlı bir resmi mezar taşlarına işlenmiş. Ölenler mezar taşları ile konuşmaya çalışıyorlar. Şahı zinde türbelerinin birinde mezar üzerine atılan paralar görüyoruz. Dileklerin kabul edilmesi için herhalde. Buradan Hz. Danyal türbesine gidiyoruz. 6 metre uzunluğundaki mezar ihtişama, kutsallığa bir atıf olsa gerek.
Yemeğe gidiyoruz. Taşkent’te çorbalar bol kepçe büyük taslarda idi. Semerkant’ta küçük taslar içinde; benim sahabe çorbası dediğim bol sulu çorbalar. İçinde sebzeler, birkaç parça et. Salça bilinmediği için suyu çok şeffaf. Sanki yapılan çorbaya kalabalık gelince yetmeyecek düşüncesi ile su eklenmiş habire. Bu nedenle sahabe çorbası diyorum. Suyunun bol göründüğüne bakmayın, salça olmayınca çorba içindeki bütün nevaleyi gösteren akvaryum gibi ama ağzınıza layık bir lezzet sunuyor.
Sonra tarikatlerin 18. altın halkasında yer alan Ubeydullah Ahrar’ın merkadına ziyarete gidiyoruz. Abdestleri almak ve 40 derece sıcakta pişen mübarek uzuvları rahatlatmak için abdest almalıyız. Abdesthane, tuvaleti ile birlikte “Hacethane” diye adlandırılıyor. Özbekistan’da oteller de dahil taharet musluğu yok. Bunun için hacethanelerde ibrik bulunduruluyor. Suyu doldur ve hacetini giderdikten sonra akan musluklardan abdestini al. Tuvaletin abdesthane bölümünde “Poklık İymanıng yarımmıdır” yazısı. O’ların “A” okunduğunu yazmıştım. Gırtlaktan gelen H içinde X kullanılıyor. Bu nedenle Özbekistan’a gidenler büyük paket bir ıslak mendil götürseler iyi olur. Su bulamayınca ıslak mendil de teyemmüm yerine geçer(mi?)
Ubeydullah Ahrar Camii. Ve camiden ayrı minare. Karşı da medrese. Külliye bütünüyle. Mübarek insanların külliyesinde görevli imamlar, kadınların pet şişeler içinde getirdiği suları Kur'an'dan kısa bir aşir okuyup kutsuyorlar ve ücretlerini istirahat ettikleri ve mesleklerini icra ettikleri kerevitlerdeki minderin altına istifliyorlar. Hamile olanlar okutmakta daha ısrarlı. Her halde çocuklar sağlam ve salim doğsun diye. Onun için 2014 yılını “Sağlam Bala” (Çocuk) yılı ilan etmişler. Hocalar da duaları ile bu faaliyete şimdiden hazırlar.
Anadolu’daki en eski Selçuklu cami tavanlarına benziyor Ubeydullah Ahrar Camii'nin tavanı. Ahşaptan. Hezenler ve ağaç direkler üzerinde. Ubeydullah Ahrar Külliyesi. Bir yanda mezarlık, ortada bir havuz, çevresinde 500 yıllık çınarlar. Türk'ün çınarla ilişkisi, kutsal ağaç kültünden mi geliyor acaba? Özbekistan da çınarı önemsiyor, işyerlerine çınar adı veriyor. Ubeydullah Ahrar Camii güzel süslemeleri ile göz alıcı. Ancak bizdeki mermer sütunlar yerine ağaç sütunlar. Özbekistan mimarisinin esas unsuru.
Registan Meydanı
Semerkant bir yönüyle Uluğ Bey demek. Timur’un torunu, idareci, bilim adamı ve sanatçı. Rasathaneden sonra Registan Meydanı'na gidiyoruz. Burası karşılıklı üç yanında üç medrese bulunan bir meydan. Semerkant’ın kalbi. Bir yanında Uluğ Bey'in yaptığı medrese. Semerkant’ı yönetmenin, güç gösteriminin en meşru anlatımı, binalarla süslemektir şehirleri. Sanki görünmez gizli bir metni okuduğunuz hissine kapılırsınız seyrettiğiniz tarihi yapılarda. Uluğbey Rasathanesi'nden sonra geldiğimiz Registan Meydanı üç medrese ile çevrelenmiş bir alandır. Solda Uluğbey Medresesi, karşısında Şirdar Medresesi ve ortalarında Tilla Kari Medresesi. Türkçe’ye “telkari” kelimesi olarak geçen Tilla Kari “altınla işlenmiş” demektir. Medresede süslemelerde birkaç ton altın kullanıldığı söylentisi yaygın. Gerçekten de işlemeler göz alıcı ihtişamda.
İki katlı medreselerde bulunan hücreler bugün turistik eşya satan dükkanlara dönüşmüş. Depremlerle yıpranan bu medreseler aslına sadık bir şekilde restore edilmiş ve Özbekistan’ın iftihar ettiği sanat eserlerine dönüşmüş. Dükkanlardaki mallar Özbekistan el işlemeleri, bakır dövmeleri gerçek fiyatının çok üzerinde fiyatlara satılmak için hazır. Ancak bu fiyata turistik eşya almak insana kazıklandığı duygusu veriyor. Bu nedenle Özbekistan ucuz diyenler yeni zamanlara ait bir durumu anlatmıyorlar demektir.
Hz. Hızır Mescidi
Alışveriş yaparak kendimizi rehabilite edemeyince biz en iyisi Allah deyip namaza duralım diye para gerekmeyen bir eyleme niyetleniyoruz. Ancak gittiğimiz Hazreti Hızır Mescidi de resmen müze olduğu için parayla girebildik. Bizdeki Ayasofya gibi. Kaderlerimiz ne kadar ortak. Özbekistan bizden 50-60 sene geriden aynı yolu izleyerek geliyor.
Elbette namazlarımızı eda ederken yine ellerindeki pet şişeleri hocalara okutmak için gelen kadınlar, hamile anne adayları bu camide de mevcut. Hatta başörtüsü olmadan namaz kılan bir Özbek gelini de gördük. Tartışmayı kesmek için başörtüsüz kılsın, zamanla tesettürü de öğrenir diye bir teselli ve hükme varıyoruz.
Buradan kalacağımız Otel Registan'a gittik. Bina Sovyet döneminden kalma devasa bir bina. Sovyet dönemindeki bürokrasiye hizmet ederken lüks bir otel olduğu belli olsa da bize sadece zorunlu ikamet için gerekli asgari şartları sağladı. Yemeklerse nefsi kifaye edecek kadar hizmet edebildi.
Ertesi gün 1 Ağustos‘tu. Özbekistan’da üniversite giriş sınavları 1 Ağustos’ta yapıldığı için sınav yapılan okulların bulunduğu bazı caddeler trafiğe kapalı. Özbekistan’da adaylar sadece bir okulu seçip oraya girebilmek için sınava giriyorlar. Sınavda yeterli puanı alamazsa bir yıl bekleyip yeni bir sınava girmek zorunda. Aldığı puana göre daha alt bir okula girmesi sözkonusu değil.
Otelden Bibi Hatun Camii'ne gittik. Restorasyon bütünüyle bitmediği için ziyarete kapalı bölümleri vardı. Yıkılma tehlikesine karşı biz müminler yerine güvercinler mesken tutmuştu camiyi. Caminin avlusunda Hazreti Osman döneminden kalan ceylan derisine yazılmış Kur'an-ı Kerim'in teşhir edildiği rahle şeklinde mermer kaide yerli yerinde duruyor. Elbette Kur'an-ı Kerim Taşkent’te müzedeki yerinde. Buraya gelmeden ziyaret edip görmüştük. Burada da kaidesini görmek nasip oldu.
İmam Buhari
Semerkant’tan Buhara’ya gitmek üzere otobüsle hareket ediyoruz. Buhara buraya 284 km uzaklıkta ancak biz yol üzerinde ziyaretler yaparak gideceğiz. İlk durağımız olan İmam Buhari Türbesi'ni ziyaret edip camisinde Cuma namazını kılacağız. Özbekistan’ın her yerinden otomobilleriyle Cuma namazı kılmak için İmam Buhari Türbesi'ne geliyorlar.
Camideyiz. Cuma vaktine kadar hoca vaaz ediyor. Söylediklerinin %80’ni anlıyoruz. Beliğ bir Türkçeyle süren vaaz genç imamdan sonra gelen yaşlı hocanın mırıltıları arasında sürüyor. Burada da ezan ancak caminin içerisinde okunuyor. Hutbe için minbere çıkan hoca uzun bir asaya dayanıyor. Asanın ucunda 10 cm. süngü olsa da asa bu beldelerin rıza ile Müslüman olduğuna dalalet imiş. Kılıçla fethedilen yerlerde imam kılıca dayanarak hutbe okur. Türkiye’de diyanet imamları yarım metre uzunluğunda kağıtla hutbe okuduğu için asaya dayanmak ilgimizi çekiyor. Bir vakit namazında da dayanamayıp asayı elime alıp minbere çıktım. Benim hutbem tur arkadaşlarımla sınırlı kaldı ama içeriği çok yoğundu.
Altın Silsile
Buralara bir cemaatin yoğun katılımıyla gelmişiz. İşimiz Altın Silsile'deki evliyanın kabirlerini ziyaret. Her birinde oturup Yasin okumak, kısa bir hatme hace yapmak bu topraklarda yüzlerce yıl süren bir ritüelli yeniden ihya etmek ilk işimiz. Yasin dirilere, mezarlarda okunmak için değil itirazımız bazı aşirler eklenerek zenginleşmemize sebep oluyor. Birbirimizi güzelleştirerek ziyaretler sürüyor. Özbekler de geliyor bu merkadlere. Ancak ellerinde su şişeleri var hocalara okutmak için. Okunmuş su kültürünün buradan bize geçtiğini kabullenmek için ciddi sebeplerimiz ve gözlemlerimiz var. Böylece bu mübarek yerlerde bekleşen görevli hocalar da yolunu bulup maişet motorunu çevirmek için gerekli enerjiyi bulmuşlar.
Semerkant’ta Hace Ubeydullah Ahrar’ı ziyaret etmiştik. Şimdi hedefimiz Abdülhalik Gocdüvani. Geniş bir parkın içinde açık alanda merkadi, yanında camisi ve medrese. Türbede İslam Kerimov’un burayı ihya ettiğine dair tabela basamakların her iki yanına yerleştirilmiş. Buradan sonra Arifi Rivgeri ve Mahmudu İnciri Fağnevi‘de aynı ritüel; bu minval üzere devam ettik.
Ertesi gün Ali Ramitani, Muhammet Baba(i?) Semmasi, Seyyid Emir Külal (ks) ve nihayet Nakşiliğin kurucusu büyük evliya Bahaeddin Nakşibend… Kasr-ı Arifan‘da doğup burada medfun olan Şah-ı Nakşibend'in türbesinden önce annesinin türbesine uğramak imamın vasiyetleri gereği olduğu için biz de bu tertibe riayet ediyoruz. Annesinin mezarı üzerinde yüksek bir direk ve en ucunda el şeklinde alem. Ben bunu Fatıma Anamızın eli olarak yorumladım. Heyetimizdeki Sünni sofular “yedüllahu fevga eydiyehüm” ayetine işaret ve ima olduğunu söylediler. Aynı uzun direk Şah-ı Nakşibend mezarı yanında da var. Daha doğrusu bayrak gönderi gibi direğin ucunda alem var. Ben bunu kutup olduğuna işaret olarak yorumladım.
Buralarda tamiratlar ve restorasyon devam ediyor. Geniş bir külliye. Bir yanda mescit, medrese ve diğer binalar. Nakşiliğin kurucu şeyhi huzurunda da dersimizi yaptık. Fakat bizim için tam yeterli olmadı ve ertesi gün uçağı Buhara’da beklemek yerine tekrar geldik Kasrı Arifan’a. Burada manevi atmosfer gelmiş geçmiş bütün dervişlerin evliyaların ruhaniyeti her an sizinle el ele tutuşup bahçelerde gezecek, incir ikram edecek, üzüm sunacak ya da bizdeki tandırlarda kaynayan geniş leğenlerdeki bol sulu, yağlı et yemeği ikram edecek gibi bir duyguya kapılmadan edemiyorsunuz. Biz buraya karnımızı doyurmaya değil ruhumuzu yükseltmeye ve gönlümüzü doldurmaya gelmişiz. Her yandan dünya bizi kendine çekmek için seferber olmuş. Öyleyse halvet der encümeni yaşamalı. Biz de buna çabalıyoruz.
Kasr-ı Arifan’dan sonra Buhara hemen ulaşılacak kadar yakın. Taşkent ve Semerkant’tan sonra Buhara tarihin içinde eski çağların atmosferini koruyan bir tarihsellik sunuyor. Şehir ovaya dağılmış; hiçbir yüksek bina yok. Medreseler, camiler, havuzlar birbirleriyle dayanışarak, karşıdan karşıya selam vererek bu tarihselliği restore edilen binaların asaletinde sürdürmeye çalışıyor. Yakınlardaki çölün etkisiyle artan sıcaklık her caminin, medresenin, konağın önünde yapılan geniş havuzlarla serinletilmeye çalışıyor. Bu nedenle Lebi Havuz Cami önündeki büyük havuzdan isim almış tarihi bir cami. Restorasyon devam ettiği için son cemaat mahallinde namaz kılıyor ve Ark Kalesine yöneliyoruz.
Surları sağlam olsa da depremde harap olan kale yine sadakatle tamir ve restore edilmiş. Kaleiçindeki kışlık saray orijinal haliyle duruyor. Sarayda bulunan müzeyi mesai saati dolduğu için gezmek mümkün olmadı. Kale içinde gezerek şehre hakim olan konumunu gözlemlemekle yetindik. Buradan bütün şehri seyretmek mümkündü. Kalenin surları yapılan tamiratla iç şehre korunaklı bir konum sağlıyor. Kalenin hemen önü meşhur Buhara pazarlarının kurulduğu ipek yolunun en önemli merkezi. Geniş bir meydan. Karşıda Lebi Havuz Camisi.
Buhara nefis meyveleri, sebzeleri yetiştirdiği bağ ve bahçeleri ile de meşhur. Kavunu daha bilinir ama ben karpuzunu daha çok tuttum. Artık tarihi yerleri sırayla gezebiliriz: Eyüp Peygamber Çeşmesi ve Türbesi, Poyi Kalon Külliyesi, Kalan Minaresi ve Mir Arap Medresesi otelimizin çevresinde tek başına gezilebilecek mesafede. Mir Arap Medresesi eğitimin devam ettiği tek medrese. Burada bulunan mezarlıklar Konya Mevlana mezarlarını andırıyor. Uzun silindirik kümbetler geniş bir odanın içinde yan yana. Geniş bir avlu, iki katlı medresenin hücrelerinin çevrelediği büyük bir bina. Zemin kat derslerin yapıldığı anfiler, ikinci kat hücreleri öğretmen ve öğrencilerin yatakhanesi. Burada da para vermek, okunup üflenmek ve kutsanmak için geçerli bir çaba göz önünde sürüyor. Medrese ya müfredatı ile bu hurafelere engel olabilecek bir eğitim vermiyor ya da genel akışa medrese hoca ve talebeleri de kapılmış diye bir hükme varıyorum.
Ertesi gün. Artık Buhara’da son günümüz. Otelden çıkınca ilk hedefimiz Buhara emirinin yazlık sarayı.
18. yüzyıldan sonra yapıldığı için mimaride Rus etkisi var. Bütünüyle müze yapıldığı için bir odada zamanın kadın giysileri, bir değerinde erkek giysileri. İngiltere ve Çin’den gelen hediye vazolar, eşyalar o devir hakkında bir fikir edinmemizi sağlıyor. Yerel de olsa Buhara’nın stratejik önemi nedeni ile uluslararası ilişkilerin, emperyal hesapların merkezinde olması doğaldır. Bu toprakların emperyal hesapların merkezinde olduğunun gönderilen hediyelerle tezahür etmesi çok ironik. Yazlık sarayın bahçesinde ilk defa tavuskuşu yavruları görüyoruz. Buradaki tavus yavruları ile birlikte bahçede arz-ı endam ederken fotoğraflarla kendimizi tevsik etmeyi sürdürüyoruz bir yandan. Buhara Emirinin resmi yanında fotoğraf çektirmek güzeldi de fotoğrafçının estetik yanı fazla gelişmediği için çekilen resmi size göstermeye cesaret edemiyorum.
Yazlık saraydan Çarminar Medresesi'ne gidiyoruz. Küçük bir medresenin dört çevresinde dört minare olduğu için buraya Carminar deniyor. Elbette bahçesinde bir havuz, turistik eşya satan işyerleri Buhara tarihinden bu yana ticaret merkezi olduğu için serbest piyasa şartlarına uyum sağlamakta güçlük çekmemiş. El yapımı minyatürler yüz dolardan başladığı için hatıra eşya almakta kendimizi sınırladık. Ancak hatıralar ve bol resimlerle Buhara gezimizi içselleştiriyoruz ve kalıcı hale getiriyoruz.
Öğleye doğru İsmail Samani Türbesi dahil Buhara’da görmediğimiz yer kalmayınca heyette öğle namazı için yeniden Kasrı Arifan’a giderek Şah-ı Nakşibend'e veda ziyaretinde bulunma teklifi herkes tarafından benimsendi. Buhara’ya 10-15 dakika uzaklıktaki Şah-ı Nakşibendi de öğle namazını kılıp dualar ederek veda ziyaretini de tamamladık.
Geleli Özbek pilavı yemek nasip olmadığı için herkeste bu istek belirince geleneksel Özbek evini turistik lokantaya çeviren bir yerde öğle yemeği kararlaştırıldı. İki katlı konak şeklindeki evin bahçesine kurulan kazanda Özbek pilavı pişiyordu. Fakat odun ateşiyle değil kablo ile gelen doğalgazla bu iş yapılıyordu. Elbette turistik olması için çevresine çer-çöp konmuştu. Özbek pilavı bol yağlı, -elbette kuyruk yağı da dahil- etli ve içinde çeşitli sebzelerin bulunduğu pirinçle pişirilen bir pilav. Bizim damak tadımıza uygun olmadığı için bol kepçe pilavın kenarından köşesinden yemek Türkiye’den gelen bu sosyeteye Özbek pilavı sunmak işyeri sahibi için de işkence veya bu şekilde ucundan ucundan yemek hakaret de sayılabilirdi. Ancak sık sık siyah üzüm isteklerimiz pilavdaki iştahsızlığı dengeleyebilirdi. Meyveler doğal olduğu için gerçekten lezzetli ve güzeldi. Pilavdaki havuç pilavın tadını bozan bir karışımdı. Esasen Özbekistan’da havucu her yemekte ve çorbada görebilirdiniz. Tatlı havuç her girdiği yemeği ihya etmiyor. Buruk şekeri yemeği, çorbayı tatlandırırken bizim suratımızda ekşimeler beliriyor. Özbekistan’da yemeğe oturur oturmaz yeşil çay servsi yapılır hemen. Her masaya sunulur. Bu kadar yağlı yemekler, içilen yeşil çaylarla dengelenir.
Özbekistan parası “som”. Biz Türkiye’de som altın diyoruz ya, işte o som. Bir dolar 300 som. Bir lira 1.200 som. Fakat en büyük para birimi bin som olduğu için yüz dolar bozdurduğunuzda binlik üç yüz somu çantaya sığdırmak, taşımak mesele. Onun için elli dolardan fazla bozdurmamak gerek. Alışverişleri somla yapmak daha uygun. Enflasyonist soma alışkın Özbekler dolar üzerinden pazarlık yaptığınızda on dolar yerine yüz dolar isteyip bunda da ısrar edebilir.
Buhara gezimiz tamamlandıktan sonra Buhara’dan Taşkent’te uçmak için havaalanına geliyoruz. Otobüsün hava alanı terminaline girmesi yasak. Ana yolda inmek ve ellerimizde valizlerle eski kervan uğultusunu andıran teker tıkırtılarıyla havaalanına yönelmek bize nostaljik Buhara atmosferi yaşatıyor.
Havaalanı yeni ve büyük modern uçaklar her saat başı Buhara - Taşkent uçuşu yapmaya hazır. Özbekistan, demir yolları ve hızlı trenlerle, uçakla ulaşım sorununu halletmiş. Havaalanında eski Rus tupolev hurdaları bulunsa da uçakların çoğu Boeing uçakları. Buhara - Taşkent uçağı THY İstanbul - Taşkent uçağından büyüktü. Elbette hostesler Rus ve sudan başka bir ikram yok. Taşkent havaalanına ulaştığımızda iç hatlardan Taşkent’te ilk gün kaldığımız otele geçtik. Artık Taşkent’ten İstanbul’a uçacak uçağı bekliyoruz.
Saatler ilerleyince TYH uçağında yerimizi aldık. Güzel vatan Türkiye’ye doğru seyir halindeydik artık. Bir insana vatanını sevdirmek için onu yurtdışına, başka ülkelere göndermek gerekiyor. Her gün şikayet edip sızlandığımız Türkiye gözümüze bir başka göründü.
Mustafa Everdi yazdı