Geçtiğimiz yıla kadar öykü, şiir ve röportaj dallarında kitapları neşredilen Mehtap Altan, okurların karşısına bu kez bambaşka bir eserle çıkıyor: Balıkesir’in Sındırgı ilçesini köy köy dolaşarak gözlemlerini, izlenimlerini aktarıyor. Bunu yaparken, hem iklim, tarih, coğrafya, mimarî, sosyal yapı, aile ilişkileri, insanlararası münasebetler, gelenek ve görenekler, yeme-içme alışkanlıkları, misafire bakış, el sanatları gibi o yöreye mahsus birikimleri içeren tabloyu yansıtmaya gayret ediyor hem de kimi zaman çerçeveyi genişleterek, yörenin toplumumuz içindeki yerini, şehirlerle kıyaslamalarını, günümüz dünyasındaki konumunu; çelişkileri, benzerlikleri, sorunları ve güzellikleriyle yoğurarak aktarıyor. Bu nakilde, yazarın sadece gezip bakındığı noktalara ayna tutmakla kalmadığını, aynı zamanda kişisel yorumlarını bol bol kattığını söylemeliyiz. Altan, bir gezgin ile bir hikâyeciyi bir araya getiren sıra dışı bir metin ortaya koymuş dersem cümlem daha açıklayıcı olur.

Hikâyeci kimliğin yer yer gözlemci bakışa hükmetmeye başladığı birçok cümleye rastlıyoruz. Yani, gördüklerine kurmacayı da dahil etme eğiliminden söz ediyorum. Aynı zamanda şair de olan Altan, biraz daha ileri giderek hikâye dilini de zorlayan bir şiir dili kullanıyor. Bunu birçok kez tatlı ve sürükleyici bir eda içinde başarmakla beraber, kendini sık sık hikâyeye hatta şiire kaptırdığına tanık oluyoruz. Bu bir eleştiri. Takdir edersiniz ki eleştiri olumsuzlama demek değil; var olanı ayan beyan ortaya dökmek ve bulgulara yönelik açılımlar getirmektir. Ve bunun bilerek, isteyerek seçilmiş bir yöntem olduğundan şüphemiz yok çünkü yazar bu işe kollarını sıvarken, bir şair ve öykücünün kaleminden çıkmış bir gezi kitabı oluşturmaya karar vermiş görünüyor.

Ama bu tespitimizi daha ileri götürmek kitaba haksızlık olur çünkü eserde gezi ve gözlem kitabı niteliğini korumaya yetecek bilgi, tasvir, diyalog, insan sesi, köpek havlamaları, dağ kokusu, köy yoğurdu, mis gibi kokan tandır ekmeği, köyün terk edilmişliği, sessizliği, köy ihtiyarlarının yalnızlık duygusu, misafirperverliği ve daha birçok canlı, gerçek, somut aktarım da yeterince var.

Şöyle toparlayabiliriz bu bölümü: Altan bölgeyi karış karış ve en iyi gören merceklerle irdelemiş, yöreyi içselleştirmiş ve üzerine herkesçe bilinen kalem beceresini serpiştirmiş.

Kitabın adı, yöreye verilmiş bir ünvanı barındırıyor: Doğal Şehir. Doğal Şehir Sındırgı. Bu adın veriliş serüvenini, Sındırgı belediye başkanı duygu yüklü cümlelerle açıklıyor. Özetle, 1980’li yıllara kadar bir cazibe merkezi olan, hararetli ticarî alışverişlerin çekim noktası Sındırgı, bu tarihten sonra eski ihtişamını hızla kaybeder. Çünkü o tarihten itibaren ticaret yolu güzergâhı değiştirilmiş, köyün temel ürünlerinden olan tütüne kota getirilmiştir. Bu, yörenin ekonomisine büyük bir darbedir. Böyle olunca, köyler boşalmış, Sındırgı metruk bir viraneye dönmüştür. Bu acı 2000’li yıllara kadar böyle sürüp gitmiştir. Ortaya konan yeni projelerle termal su kaynakları kullanılır hale gelmiş, toprak sulama imkanına kavuşturulmuştur. Bu hikâyenin sonunda, Sındırgı yeniden eski havasına kavuşmaya başlamış, gidenlerin bir kısmı dönmüş, hatta yöreye “Doğal Şehir” ünvanı lâyık görülmüştür.

Sındırgı’yı özel kılan değerleri sıralamak istersek, bunların başında Yağcıbedir halısı, kolonya, leylekler, termal sular ve kaolin madeni gelir.

Belediye başkanı Ekrem Yavaş, yaratıcı bir iradeyle, daha önce o yörede açılan atölyede öğrencilere öykü dersleri veren yazar Mehtap Altan’dan, bu kez “Doğal Şehri” yazmasını rica etmiş.  

Gezip dolaştığı köylerde insanlarla kâh ayaküstü, kâh çömelerek; onlarla ağlayıp gülerek, evlerine konuk olarak, dertlerine tercüman olarak halkı bol bol dinlemiş, notlar almış, hikâyelerini bazen alıntılayarak bazen de kendinde kalan tortularıyla aktarmış bulunuyor.

Bugünkü adıyla gezi yazıları, geleneksel adıyla seyahatnâmeler, yazarların görüp duyduklarını kendi yorumlarını da katarak aktardıkları bir tür olarak, hem o yerlere ilişkin bilgilerin yayılmasını, hem de gelecek nesillere aktarılmasını sağlayan önemli bir kaynak niteliğindedir.  

Seyahatnameler, bilinmeyen ya da az bilinen yörelerin keşfine, o yörelere özgü farklılıkların tespitine yarayan bir tür iletişim aracı rolü de üstlenir. Tarihte Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in, Marco Polo’nun, Kristof Colomb’un, İbn-i Battuta’nın, İbn-i Fazlan’ın, Evliya Çelebi’nin, Pirî Reis’in, Kâtip Çelebi’nin, Cenap Şehabettin’in, R.Nuri Güntekin’in, A. Hamdi Tanpınar’ın, F.Rıfkı Atay’ın, M.Cevdet Anday’ın, Azra Erhat’ın, Zeynep Oral’ın ve sayılabilecek daha birçok seyyah-yazarın gezip gördükleri yerlere ilişkin aktardıkları bilgiler, hem dönemlerinde hem de kendilerinden sonrası için oldukça kıymetli birer vesikadır.

Şiir, öykü, roman, deneme gibi türlerde yoğunlaşan yayımlara gezi yazı ve kitaplarının da bolca eklenmesi dileğimizi yeri gelmişken vurgulayalım.

Altan’ın bu gezi kitabında yer alan, öykülerinden ve şiirlerinden tanıdık olduğumuz metafor yüklü cümlelerden birkaç seçkiyle sözümüzü bağlamanın tam yeridir diye düşünüyorum.  

‘’Her şehrin, ilçenin, köyün geçmişini ancak ve ancak o bölgede iz bırakmış hikâyeler yaşatır.’’

‘’Öyle ya da böyle, yine tenhalığın gelinliğini giymiş bir köyün hüznü vardı.’’

‘’Herkesin konuştuğu ve kimsenin birbirini duymadığı bu çağda gönlümüzün avlusuna açılmış olan sessizliğin, susarken doğmaya meylettiği yer orası…’’

‘’Doğal Şehir Sındırgı’nın ruhuna yakışan, elbette doğallığın kundağında göveren güzelliklerdi.’’

Şadi Oğuzhan

Kaynak:

(*)Mehtap Altan, Doğal Şehir Sındırgı, AZ Yayınları, 2021, İstanbul