Osmanlı Devletinde ilk Türkçe gazetenin yayımlanması için ilk basımevinin kuruluşundan sonra bir yüzyıl beklenmiştir. Londra’da 1711’de, günde ortalama 6.500 olan gazete tirajı 1753 yılında 20 bine ulaşmıştı. 1820 yılında bir katilin itiraflarını konu alan kitapçık, İngiltere’de 1,1 milyon adet basılarak rekor kırmıştı.
Avrupa’daki gelişmelere rağmen, Osmanlı Devleti’nde Türkçe gazetelerin ortaya çıkması gecikince, ilk gazeteler, kitaplarda olduğu gibi yabancı dilde ve genellikle Fransızca olarak yayımlanmıştır.
Osmanlı’da Türkçe yayımlanan gazeteler
Osmanlı’da Basın-Yayın Tarihi incelendiğinde, Türkçe olarak yayımlanan ilk gazetenin ‘Takvim-i Vakayi’ (1 Kasım 1831) olduğu kabul edilmektedir. Oysa Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, 20 Kasım 1828 tarihinde, ilk Türkçe- Arapça gazete olan ‘Vakayi Mısriye’yi Kahire’yi yayımlatmıştır.
600 tirajlık haftalık Arapça gazete
Vakayi Mısriye, Ali Paşa’nın çalışmalarını yansıtmak amacına yönelik bir yayındı. Sol sütunu Arapça, sağ sütunu Türkçe olan 600 tirajlı bu haftalık gazete Arapça yayınlanmıştı.
İlk resmi gazete
Takvim-i Vakayi gazetesinin ismi bizzat padişah ll. Mahmut tarafından konulmuştur. Yıllık abonelik ücreti 120 kuruş olan Takvim-i Vakayi, Süleymaniye Camii ile şimdiki üniversite bahçesi arasında bulunan ve adına ‘‘Takvimhane-i Amire’’ denilen, Kuşçubaşı Musa Ağa’nın konağında çıkarılmaya başlanmıştır.
Takvim-i Vakayi 1860 tarihinden itibaren, tamamen devletle ilgili belge ve tüzüklerin yayımlandığı “Resmi Gazete” niteliğine bürünerek, gerçek gazete niteliğini kaybetmiştir. 1879 tarihinde dizgi yanlışından dolayı kapatılmıştır. 1891’de yeniden yayımlanan gazete, 1892’de 283. sayıdaki dizgi hatasından dolayı tekrar kapatılmış ve bu kapatma 16 yıl sürmüştür.
İlk yarı resmi gazete
Ceride-i Havadis, devlet tarafından desteklenmiş, özel çaba ve sermaye tarafından çıkarılan yarı resmi ve ilk Türkçe gazete sayılmaktadır. 1 Ağustos 1840 tarihinde kurulan Ceride-i Havadis’in çeşitli dış ülkelerde muhabirleri bulunduğu için gazetede dış haberlere sıkça yer verilmiştir.
Hazine’den yardım almadan çıkarılan ilk gazete
Ekim 1860’ta yayın hayatına başlayan Tercüman-ı Ahval, özel girişim tarafından ve hazineden yardım almadan çıkarılan ilk Türk gazetesidir. Gazete önceleri haftada bir çıkarken, bir süre sonra haftada iki, 22 Ocak 1861’den itibaren haftada üç, dört, beş kez olmak üzere, 6 Ocak 1866’dan itibaren de Cuma hariç her gün yayımlanmıştır.
İçeriği ve genel düzeni bakımından, kendinden öncekilere göre çok gelişmiş durumda olan gazetede, haberler ve öteki yazılar özenle birbirinden ayrı yerlere konulmuş, gazetenin iç sayfalarında resmi ve özel ilanlara yer verilmiştir.
Gazetenin kurucusu Agâh Efendi’nin en büyük yardımcısı, özellikle edebi yazılar yönünden, Meclis-i Maarif azası olan 34 yaşındaki İbrahim Şinasi’dir. Aslında Şinasi, Tercüman-ı Ahval’de ancak 6 ay kadar çalışmıştır. Yazıları 25’e varınca gazeteden ayrılmıştır.
İlk profesyonel gazeteci: Agâh Efendi
Tercüman-ı Ahval gazetesinin sahibi ve yazarı Agâh Efendi, ülkede profesyonel gazetecilik mesleğinin kurucusu olmuştur. Ülkede muhalefetin doğmasında, “Yeni Osmanlılar” adıyla ilk muhalefet örgütünün kurulmasında, ilk milliyetçilik düşüncelerinin gelişmesinde, fikirleriyle ve eylemleriyle etkili olan Agâh Efendi, ilk gazete sahibi, ilk başyazar ve ilk yazı işleri müdürü olarak ‘Türk Gazeteciliğinin Piri’ unvanını kazanmıştır. Agâh Efendi, daha önce hiç gazetecilik yapmamıştır. 28 yaşındayken çıkardığı Tercüman-ı Ahval’deki gazeteciliği ise yedi yıl sürmüştür.
Tanzimat ve yerel basının doğuşu
Osmanlı İmparatorluğu’nda Batı’ya yönelme, 18. Yüzyıl’da orduların yenilgilere uğramasıyla başlamıştır. Askeri kaygıların ağır bastığı bu dönemden önce de Batı, bir yaşam biçimi olarak, toplumun belirli bir kesimini etkilemeye başlamıştır.
Tanzimat’ın ilanıyla sancak ve eyalet merkezlerinde kurulan meclisler çalışmalarını, 1849 yılına kadar “Muhassıllık Meclisleri” için çıkarılan yönetmenliğe göre sürdürmüştür. Bu dönemde karşılaşılan zorluklar ise “Meclisi-i Vala” kararlarıyla giderilmeye çalışılmıştır.
Taşrada resmi basın: Vilayet gazeteleri
İstanbul merkezli çıkan gazeteler, Anadolu basınına, yerel basına öncülük, önderlik ve rehberlik etmişlerdir. Vilayetlere ilişkin nizamnameler, gazetelerde yer alacak resmi ve gayri resmi tüm yazıların, ‘vilayet mektupçusunun sorumluluğu altında olduğunu’ belirttiğinden, yazıların büyük bölümü mektupçular tarafından kaleme alınmıştır.
Gazetelerin resmi dil Türkçe’nin yanı sıra bölgenin yaygın olan ikinci diliyle de yayımlanması, Osmanlı yönetiminin tüm uyruklarını eşit sayarak onlara hizmet verdiğinin bir kanıtıdır.
Meşrutiyet dönemi gazeteler
Meşrutiyet’in ilk günlerinde İstanbul basınını temsil eden ve halk tarafından tutulan belli başlı gazeteler, İkdam, Sabah, Tercüman-ı Hakikat ve Saadet olmak üzere sıralanır. Yıllardır mizah gazeteleri yayımlandığı halde, Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi ve İbrahim Hilmi tarafından ‘Boşboğaz’, Sait Hikmet, Samet Muhtar ve Osman Kelam tarafından ‘El üfürük’ ve Ali Fuat tarafından da ‘Karagöz’ adlı mizah gazeteleri kurulmuş ve yayına başlamışlardır.
Meşrutiyet ilan edildiğinde Ahmet Cevdet’in “İkdam” gazetesi yayına devam etmektedir. Ahmet Mithat Efendi’nin, 1878’de kurduğu Tercüman-ı Hakikat gazetesi bu dönemde tarafsız kalmaya çalışmış, bir süre sonra da Ahmet Mithat Efendi bu gazeteden ayrılmıştır.
Ayrıca bir dizgi hatasından dolayı kapatılan Takvim-i Vakayi de 29 Temmuz 1908 tarihinde yeniden yayınlanmaya başlamıştır.
1909 Basın Kanunu’nun başlıca hükümleri
O dönemde 31 Mart vakasına giden süreçte toplumdaki ve Babıali’deki karışıklığın ve asayişsizliğin kabahati gazetelere atfedilmekteydi. İttihatçıların da ilk girişimlerinden biri, basın yasasını gündeme getirmek oldu. 31 Mart ayaklanmasının bastırılmasından sonra yeni bir basın kanununa muhalefet kalmamıştı.
18 Temmuz 1325 (31 Temmuz 1909) tarihli Takvim-i Vekayi’de yayımlanan Basın Yasası’nın başlıca maddeleri şöyleydi:
*Gazete çıkarmak için hükümete bir bildiri verilmesi yeterli olup, ruhsat alma zorunluluğu yoktur.
*Osmanlı ülkesinde tanınmış dinlerden, mezheplerden ya da unsurlardan herhangi birine yazıyla hakaret suçtur.
*Meclislerin ve mahkemelerin gizli oturumlarındaki konuşmaların yayınlanması yasaklanmıştır.
*25 yaşını doldurmuş her vatandaşa gazetenin sorumlu müdürü olma hakkı tanınmıştır.
Yine bu dönemde Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren başlıca haber ajansları şunlardı: Osmanlı Telgraf Ajansı, Osmanlı Milli Telgraf Ajansı. Milli Mücadele döneminde ise İrade-i Milliye, Hâkimiyet- i Milliye, Hukuk-u Beşer, Öğüt, Yeni Gün yayınlarına devam eden bazı gazetelerdi.
Anadolu Ajansı kuruluyor
Anadolu Ajansı, Osmanlı Bankası’ndan alınan bir daktilo ve ‘Şapirograf’ denilen ilkel bir teksir makinesiyle 6 Nisan 1920’de kuruldu. Anadolu Ajansı’nın amacı, ulusal birliği engellemek amacıyla yapılan iç ve dış kışkırtmalara karşı önlem almak ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili alınan kararları ve haberleri duyurmaktı. Anadolu Ajansı’nın ilk bülteni 12 Nisan 1920’de yayınlanmıştır.
Geçmişten Günümüze Türk Basınını Murat Özgen ile Konuştuk
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Murat Özgen ile geçmişten günümüze Türk basınını ve gazetecinin sorumluluklarını konuştuk
Osmanlıdan günümüze basın tarihi konusunda hangi noktalar üzerinde durmamız gerekir?
İlk önce 1831 Takvim-i Vakayi ile başlamak gerekiyor. 1876’da l. Meşrutiyet ve 1908’de ll. Meşrutiyet’in ilanı ile ortaya çıkan basın özgürlüğü konusundaki durum basın tarihi açışından dikkat çekicidir. Burada “Kanun-i Esasi” vasıtasıyla 1876’da ilk defa basın bir anayasal koruma şemsiyesi altında alınmış ya da alınmaya çalışılmıştır. Daha sonra cumhuriyet dönemi geliyor ve 1925 ‘Takriri Sükûn’ kanunu, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bir anlamda devrim kanunu olarak karşımıza çıkıyor. Bu kanun basın üzerinde önemli bir baskıyı oluşturur nitelikte uygulanıyor. Sonrasında 1930 Tek Parti Dönemi, 1946 Çok Partili Seçimler, 1950 Demokrat Parti’nin iktidara gelişi, basını olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyen faktörler.
1950’de Demokrat Parti ile beraber özgürlük ortamı ortaya çıkıyor. 1961 Anayasası ile sosyal devletin basını daha dikkate alan, kamusal görevleri vasıtasıyla basını koruma şemsiyesi altına alan bir yaklaşımı söz konusudur. 1970-80 arası politik dönem, 1980 sonrası askeri hükümetler, ‘80 darbesi ve etkileri, 2000’den sonra da elektronik basınının ortaya çıkışı, basın tarihi açısından önemli kırılma noktaları olarak karşımızda duran gerçeklerdir. Bugün sosyal medya ve elektronik basın sadece Türkiye’nin değil dünyanın bir gerçeği olarak, uyum sağlanması gerekli bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Osmanlı’nın Dış Dünya ile İlişkisini Oluşturan Bir Gazete: Le Moniteur Ottoman
Osmanlı’da ilk çıkan gazete Takvim-i Vakayi ile ilk Türkçe-Arapça gazete Vakay-i Misriye arasındaki farklar nelerdir. Bazı görüşler ilk çıkan gazetenin Takvim-i Vakayi olduğunu söylüyor.
İkisi de birbirinden farklıdır. Çünkü Vakay-i Misriye, Mehmet Ali Paşa tarafından Mısır’da çıkartılan bir gazetedir. Daha çok Mısır üzerindeki hükümdarlık iddiasını somutlaştıran, ete kemiğe büründüren bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Takvim-i Vakayi ise Osmanlı payitahtındaki ilk Türkçe gazete ve Osmanlıca. Takvim-i Vakayi daha sonraları resmi gazeteye dönüşüyor. Osmanlı sarayının resmi gazetesi niteliğinde…
Benim açımdan önemli olan hangisi derseniz, Takvim-i Vakayi’nin 1831 yılında ortaya çıkışı önemlidir. Bunun yanı sıra “Le Moniteur Ottoman” diye Fransızca bir gazete de Osmanlı’nın dış dünya ile ilişkisini, bağlantısını oluşturan bir gazete olarak o dönemde yayınlanmıştır.
İlkelere Uyulup Uyulmadığı Daha Önemli
Türkiye’nin basın etiği konusundaki mevcut etik kodları yeterli mi?
Bu konuda etik, ahlak maddelerinin sayısal olarak fazla olmasından ziyade, ilkelere uyumun olup olmadığının değerlendirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla zaten etik ve ahlak konusunda ilkeler önemlidir; maddelerin çok olması bir anlam ifade etmiyor. Etik kodlardan ziyade insanların buna uyması, ortak bir paydada buluşabilme yeteneği, arzusu, isteği var mı buna bakmak gerekiyor. Mesleki etik konusunda bir ortak dilin ortaya çıkması, ortak bir düşünce oluşması daha önemlidir. Etik kodların yeterliliği ancak toplumsal vicdanın bunları kabulü ya da kabul etmemesi ile ilişkili olarak değerlendirilebilir. Yoksa sayısal azlık-çokluk bir anlam ifade etmez.
Teknolojinin Etkisi Hissediliyor
Mevcut basını yayıncılık açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu anda elektronik basın var ve geleneksel basımla ilgili yayıncılık faaliyeti biraz geri plana düşmüş durumda. Ama her dönemin teknolojik ilişkilerine uyum sağlamak gerekiyor. Zannediyorum merkeze doğru bir yoğunlaşma söz konusu; teknolojinin çok ileri olması, maliyetlerin biraz yüksek olması basının böyle bir yoğunlaşma hareketine girmesine neden olmuştur. Osmanlı’daki ya da Cumhuriyet’in ilk dönemlerindeki fikir gazeteciliği farklı şekilde şu an tezahür ediyor. Toplumun bilgi edinme ile ilgili olarak çeşitli kanalları mevcut. Dolayısıyla basının da bu duruma uyum sağlaması gerekiyordu ve elektronik basın üzerinden sağladı.
Bu açıdan baktığımızda basının durumunu nasıl değerlendirmek gerekir derseniz; eski geleneksel basın hareketi yok ve bunu bu şekilde kabul edip, yapılacak işleri de o yönde uygulamak gerekir. Teknolojinin etkisi, yoğun şekilde hissedilmektedir.
Basın Kamu Hizmeti Üretir
Bir gazetecinin mesleki sorumlulukları nelerdir?
Sadece gazetecilerin değil, her mesleğin sorumlulukları vardır. Bir doktor da bir basın mensubu da kamu hizmeti üretir. Anayasamızda 28. madde basın hürriyeti ile ilgilidir. Basın hürriyeti olgusuna dikkat etmek gerekir. Bu açıdan, mesleki sorumlukların ne olduğu, nelere dikkat edilmesi gerektiği önemlidir.
Gazetecilik Yapıyorum Diye Kişisel Bilgilerin, Özel Hayatın Deşifresi Bir Sorun
Sosyal medya ile gelişen teknoloji ağı, yurttaş gazeteciliği kavramını ortaya çıkardı. Herkes anında haber paylaşabilir ve haberin parçası olabilir hale geldi. Bir akademisyen olarak ‘yurttaş gazeteciliği’ni nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yurttaş gazeteciliği, Amerika’da ortaya çıkmış bir gazetecilik türü ve şu anda yurttaş gazeteciliğinin örneklerini sosyal medya üzerinden görüyoruz. Gazeteciliğe hevesli olan kişilerin bu mecrayı kullandığına da şahitlik ediyoruz ama burada dikkat edilmesi gereken; kişisel bilgilerin, özel hayatın deşifresi ve bu deşifrenin toplumsal fayda sağlayıp sağlanmamasının iyi değerlendirilmesidir. Yoksa gazetecilik yapıyorum diye özel haberlerin deşifre edilmesi, sadece vicdani ve ahlaki açıdan değil, hukuki açıdan da sorunları beraberinde getirecektir. Dolayısıyla yurttaş gazeteciliği eğer doğru biçimde gerçekleşirse fayda sağlar niteliktedir. Burada önemli olan kişisel hakların, toplumsal faydaların ön planda tutulmasıdır.
Sizce ‘yurttaş gazeteciliği’ gazetecilik mesleğine zarar veriyor mu?
2004 / 5187 sayılı Basın Kanunu’nda muhabir tanımı yok, muhabirliğin tanımı ortadan kalkmış durumda. Dolayısıyla, herkes yurttaş gazeteciliği yapabiliyor, gazetecilikle ilgili bir girişimde bulunabiliyor. Yurttaş gazeteciliğinin de anlamı bu zaten. Yurttaş gazeteciliğini yapmaya soyunacak kişiler, kendi çıkarları doğrultusunda bazı avantajları kullanarak farklı şekillerde gazetecilik faaliyetlerini sürdürebilir. Ama “yurttaş gazeteciliği doğrudan mesleğe zarar veriyor mu?” ifadesi bence doğru gibi görünmüyor.
Yazı ve röportaj: Feyza Karakaş