Modanın kimler tarafından çıkarıldığını, nasıl bir anda tüm dünyayı kasıp kavurduğunu merak etmişizdir. Nasıl bir toplumsal kabuldür ki moda, kimse onu eleştiremez, "ama moda böyle" dedi mi biri, akan sular durur, dokunulmazlığı vardır adeta. Modaya uymak, modanın estetik otorite olarak kabul edildiği zamandan beri takipçileri için bir zaruret. Çünkü modern zihin için moda eşittir modern ve çağdaş olmak. Moda alt kültürleri bir hortum gibi yutmuş, kitle kültürü içinde hepsini eritmiştir. Bugün dünyanın her yerinde insanlar aynı kıyafeti giyiyor, aynı tarzları takip ediyor, aynı zevklerden hoşlanıyorlarsa, yerel olan çürümeye yüz tutmuşsa bunun için modayı çıkaranlara ne kadar teşekkür etsek az!?

Fatma Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet adlı kitabında modayı enine boyuna inceliyor, bu çalışma modaya dair eleştirel kitap boşluğunu dolduruyor. Titiz bir çalışmanın ürünü olan bu kitap, aynı zamanda yazarın doktora tezi. Bu sebeple okurken onlarca kitabın taranmış, alıntılar yapılmış olduğunu görüyoruz. Toplum, kadın ve kıyafet hem geleneksel hem de modern açıdan ele alınıyor, karşılaştırmalar yapılıyor. Kıyafetin geleneksel toplumlarla modern toplumda neye tekabül ettiğini, geleneksel zihniyetten modern zihniyete geçiş sürecinde modanın rolü, modanın sosyolojik ve psikolojik boyutu, modanın oluşturulma ve demode olma aşamaları, Osmanlıda Batılılaşma akımlarının topluma yerleşmesinde moda faktörü ve bunların tespiti için devrin kadın dergileri, edebi eserlerinin incelenmesi kitabın işlediği konular arasında.

Kendini bir tabu olarak sunan modanın bu özelliğinin farkında değildirlerFatma Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet

Moda zehiri kanımıza zerk edilmediği zamanlarda kıyafet Doğu dünyasında göze çarpmayı, mevcut güzelliği yabancı bakışlardan korumayı amaçlarken, Batı dünyası için giyinmek güzelliğin daha belirgin hale getirilerek ortaya konulması anlamını taşıyor. Geleneksel toplumda, toplum hayatında oynanan rol (meslek), statüyü ve dolayısıyla nasıl giyinilmesi gerektiğini belirler. Bu bakımdan herkes kendi yaşına, cinsiyetine, toplum içindeki durumuna uygun giyinir. Bu tip toplumlarda değişikliğe fırsat vermeyen "dün" referans alındığı için sürekli yenilenen anlamıyla moda yoktur ve alt tabaka üst tabakanın kıyafetini taklit edemez.

Modern toplumda ise hayat tarzı ve gelirin miktarı, sınıfı belirler. Tek tip giyinmek, bütün alışkanlıkları, örf ve adetleri yıkan, sınırı olmayan modaya uymak esastır. Din insanların kıyafetlerine kurallar getirmişken, moda tüm bu kuralları ve sınırları yıkar. Moda algısında değişmez diye bir şey yoktur. Bu yüzden gelenekler ve dinin kurallarının süreklilik arz eden yapısı modanın radikal değişiklik anlayışına terstir. Ve ne garip bir çelişkidir ki, modayı otorite kabul edenler tüm kutsallarla çatışma halindeyken kendini bir tabu olarak sunan modanın bu özelliğinin farkında değildirler. Bu zihin karmaşasının cevabı kitapta çok çarpıcı bir şekilde açıklanmış. “Kitle kültürü”, tek başına yapılamayan pek çok şeyin kitle içerisinde kolaylıkla benimsenmesi anlamına gelir ki, bunun sonucunda kimse “neden bu işkence veren kıyafeti, ayakkabıyı vs. giyiyorum” diye sormaz bile. Çünkü cevap "moda olduğu için"dir.

moda ve zihniyetModa ne zaman başladı?

Modanın başlangıç zamanı olarak Sanayi devrimi ve Fransız İhtilali kabul edilebilir. Toplumdaki ekonomik gelişme, kent hayatının getirileri toplumu hızlı bir şekilde dönüştürmüştür. Fransız İhtilali ile gelen eşitlik ve hürriyet kavramı tüm kesimleri etkisi altına alıp taklitçi giyinmenin, moda olanı giymenin önünü açmıştır. Tekstil sanayisindeki gelişmeler sayesinde hazır giyimin ortaya çıkması, çeşitliği sürekli artan renk ve desenlerde kumaşların üretimi kıyafetlerin sürekli güncellenmesini sağlamıştır. Kitaptaki benzetme çok manidar: "Yeniliğin ilk ortaya çıkışı havuza atılan taş gibidir ve benimsenmesi halinde gittikçe yayılan halkalar oluşturur. Halkanın yayılma hızı orta tabakanın alt tabakasına ulaştığında moda olanın demode olma süreci başlar."

Moda çevriminin sağlayıcıları olarak kitle iletişim araçları

Artık moda, toplumun her kesimine ulaştığına göre moda olanın demode olma zamanı gelmiştir. Defileler, kitle iletişim araçları, diziler, reklamlar suni ihtiyaç oluşumuna hizmet eder ve yeni moda vitrinde sergilenir. Kadın çalışma hayatına girmesiyle göz önünde olmaya başlamış, bunu fırsat bilen tasarımcılar ise sürekli yeniledikleri tarzlarıyla bu çarkı döndürmüşlerdir.

Modaya uyan kişi artık sınıf atlamıştır. Çünkü satın aldığı şey yalnız kıyafet değil bir imaj, bir zihniyettir. Kıyafet zihniyetin dışa vurulmuş halidir ve Osmanlının hedefine Batıyı koymasından bu yana güzellik sadece Batı'dan yansıyan bir ışık olarak kabul edilmeye başlamıştır.moda ve zihniyet

Osmanlı'da giyim kuşam yasakları varmış!

Osmanlı, Batılaşma sürecine girmeden evvel, yani "bugün ne giysem" derdinin olmadığı günlerde zaman zaman giyim kuşam yasakları adı altında fermanlar yayınlamış ki değinmeden geçemeyeceğim. Bu fermanlarda gayrimüslim ile Müslümanın kıyafetinin birbirine benzememesi, dine ve ahlaka aykırı nevzuhur kıyafetlerle dolaşmamaları, israfa sebebiyet verecek giyim tarzlarından uzaklaşılması gibi hususlarda halk uyarılmış. Ne garip tecellidir ki, Cumhuriyet'ten sonra bu yasaklar tamamen değişecek, çarşaf yasaklanacak ve şapka (Osmanlı başlığı olan fes’in yerine Batılılaşmanın alameti olarak) giyme zorunluluğu getirilecektir.

Batının ahlakını mı alalım, ilmini mi?

Kadın kıyafetindeki değişiklik Tanzimat ile başlamış, 2. Meşrutiyet'ten sonra hız kazanmıştır. Avrupa modalarına uygun kıyafetlerin dine uymaması ve ekonomisi çökmüş bir devlette Beyoğlu'ndaki mağazalar yoluyla paranın dışarı çıkması sebebiyle moda eleştirilse de, zamanla bu fikirler "kadınlar sosyal hayatta yer almazsa devlet gelişemez", "sosyal hayatta yer almak ise ferace ve çarşafla olmaz" fikirlerine evrilmiştir. Artık Fransız modası Saray'dan başlayarak aşağı tabakalara doğru toplumu esir almaktadır.

Romanlarda idealize edilen kadınlar "iyi piyano çalan, Fransızca konuşan ve şık giyimli" kadınlardır. Elbette bunda etkili olan amil, Osmanlı'da Batılılaşma hareketinin iktisadî ve felsefî bir zihniyetten ziyade yüzeysel olarak moda ve kadın kıyafetleri etrafında cereyan etmesidir. Bunun ispatı olan, 2. Abdülhamid devrinde bütün zor koşullara rağmen kadın kıyafetlerinin en önemli konu olması doğrusu çok ilginç. Batının ilminden önce ahlakı alınmıştır bile.

moda ve zihniyet"İsraftan kaçın, modaya uy"

Bu dönemde moda hakkındaki tartışmalar Mehasin, Kadınlar Dünyası, Hanımlara Mahsus Gazete adındaki kadın dergileri üzerinden şekillenmiştir. Bu dergilerin bir kısmı Batıdan gelen karşı koyulamaz rüzgâra kapıldıkları gibi, bir taraftan da ekonomi kötüye gittiği için aydınların tepkisini bertaraf etme adına  "Modaya uyalım ama israftan kaçınalım" anlayışını savunmuşlardır. Bunun yanı sıra aldıkları reklamlarla, dergide yazan yazarların tutumlarıyla Batılı hayat tarzının taşıyıcılığı görevini üstlenmişlerdir. Batının seküler zihin yapısının İslam'ın din ve dünya ayrımı yapmaması görüşüyle bağdaşmayacağı anlaşılamamış olacak ki, bu dergiler modayı tanımlamakta sıkıntı çekmişler. Topluma özgü kıyafet birliği sağlamak istemişlerse de bu çaba sonuçsuz kalmış. Osmanlı tarzının terk edilmesi, daha çok hareket serbestliği sağlayan kıyafetler giyilmesine öncülük etmişler.

Modern zamanlarla birlikte artık "güzel"in tanımı değişmiş, fertlerin beğenisinden çıkmıştır. Güzel ancak modaya uyan demek. Elini verenin kolunu kaptırdığı modanın tesettürü de ele geçirmeye başlaması öyle görünüyor ki, günümüzde de yine dergiler aracılığıyla oluyor. Fatma Barbarosoğlu'nun zihniyet dönüşümümüzü tüm çıplaklığıyla gösteren bu eseri okunmalı ve anlaşılmalıdır.

Ayşegül Sena Kara değindi