Nidayi Sevim ismini ilk defa 2007 yılında Mehmet Nuri Yardım’dan duydum. Ben o zamanlar mezarı kayıp meşhurlar üzerine çalışıyordum ve Mehmet Nuri Bey Nidayi Sevim’in de aynı konu üzerinde çalıştığını söylemişlerdi. O görüşmeden sonra Anadolu’ya, ondan sonra Kıbrıs’a gidip yükseköğretimimi tamamladım. Yüksek lisansın ders döneminden ve bir yıllık Anadolu’daki öğretmenlikten sonra Mevlam tekrar İstanbul’a dönmeyi nasip etti. 2011 yılında Babıali Günleri’nde Eskader standında tanıştık ve o günden bugüne görüşüyoruz. Nidayi Sevim ile, kendisi ve yaptığı çalışmalar üzerine konuştuk.

Çocukluğunuzu ve genel manada o zamanki toplumumuzu kısaca anlatabilir misiniz?

1967 yılında Erzincan’ın Kemah ilçesi Bozoğlak köyünde doğdum. İlkokuldan sonra yaklaşık bir buçuk seneyi ve ondan sonra ortaokulu okurken -yılsonu tatillerinde İstanbul’da geçirdiğim zamanları saymazsak- 16 yaşıma kadar bu köyde büyüdüm. Dört mevsimin bir arada yaşandığı, hiçbir edebiyatçının dile getiremeyeceği güzelliklerle dolu bereketli bir köy hayatım olduğu için doğrusunu söylemek gerekirse kendimi çok şanslı hissediyorum.

Toplum hakkında bir düşünce belirtmek benim için oldukça güç ve erken bir amele. İnsanı, insan ilişkilerini ve toplumu tanıyabilmek adına 45 yaşımdan sonra sosyoloji okumaya başladım. İçinde yaşadığımız toplumu, coğrafyayı ve dünyayı yeteri kadar tanımak, yorumlamak ve kendimi buna göre konumlandırmak için…

Yazı hayatına nasıl başladınız?Nidayi Sevim

Matbaacılık yapıyorum. 25 yılım mürekkep, kâğıt ve yazılarla geçti. Fakat yazmak hayalimde veya planımda olan bir şey değildi. Tamamen farkındalığın, duyarlılığın bir yansıması olarak tezahür etti diyebiliriz. Özellikle tarihî eserlerimize, ecdat yadigârlarına karşı takınılan umursamaz ve lakayt tavır beni yazmaya iten en önemli etken oldu diyebilirim. Tarihî mezarlıklarıyla ünlü Eyüp Sultan’da ikamet ediyor olmam sebebiyle daha ziyade tarihî mezar taşlarımızın maruz kaldığı talan ve tahribatla ilgilendim. Önceleri kendi imkânlarımla kurduğum mezar taşları ile ilgili bir sitede yazmaya başladım. Daha sonra burada biriken yazıları Medeniyetimizin Sessiz Tanıkları ismiyle kitap olarak yayınlamak nasip oldu. Daha sonra milletimizin infak kültürünün ne kadar gelişmiş olduğunu gösteren ve tamamen unutulan bir başka değerimizi, Sadaka Taşları isimli kitap çalışmamızı yayımlayarak hatırlatmak nasip oldu. Derken kendimizi bir anda yazı hayatının ortasında bulduk.

Birebir görüşme imkânı bulduğunuz kültür adamlarından sizi en çok etkileyenler kimler oldu?

Haksızlık ve adaletsizlik karşısındaki dik duruşu ile rahmetli Olcay Yazıcı. Engin hoşgörüsü ve babacan tavrı ile Şerif Aydemir. Tevazu ve mertliği ile Bestami Yazgan. Sadeliği ve beyefendiliği ile Yusuf Dursun. Kendini ifade edebilme ve aksiyoner yönü ile Dr. Mehmet Emin Bey. Disiplini ile Prof. Dr. Nurettin Uzunoğlu. Nezaketi ile Hüseyin Gökçe.  Soğukkanlı ve temkinli duruşuyla İrfan Çalışan. Samimiyet ve içtenliği ile İskender Gümüş. Kabına sığmayan heyecanı ile Selman Maltaş. Her meseleye bir nükte ile yaklaşımı ile Mücahit Kılınçer. Mütevekkil ve mütebessim yüzü ile Hasan Aycın. Medeniyet eksenli, hareketli fikirleri ile Mustafa Yürekli aklıma ilk gelenler…

Nidayi SevimYayına hazır eserleriniz var mı, varsa neler?

Basıma hazır iki çalışmamız bulunuyor. Birisi “Osmanlı Mezar Taşlarında Manzum Metinler” başlığıyla, mezar taşlarıyla ilgili yapılan envanter çalışmalarından derlediğim ve bizzat okuduğum mezar taşı manzumelerinin yer aldığı bir çalışma. Diğeri ise, çeşitli dergi, gazete ve sitelerde yayımlanmış medeniyet eksenli deneme ve makalelerimden oluşan “Yer Gök Medeniyet” isimli çalışmadır. Yeri gelmişken Trabzon yöresine ait bir mezar taşı manzumesini burada paylaşalım:Baka gördüm cihanın yok bekası/ Bekası yok cihanın ne bakası/ Ne oynamak ne gülmek şol kişiye/ Ki, Azrail’in elindedir yakası

Yayınlanan kitaplarınızdan sonra ne tür tepkiler aldınız?

Birçok kalem erbabına çalışmalarının semeresini dünya gözüyle görmek nasip olmamıştır. Hatta birçoğu açlık sınırında ve sefalet içinde terk-i diyar etmiş. Ancak öldükten sonra kıymeti bilinmiş, tanınmış ve meşhur olmuştur. İşte bu durumu açıklayan ibretlik bir örnek: Ferid Kam, cenazesi belediye tarafından kaldırılan bir dostunun arkasından şu dizeleri döktürmüştür: Sağlığında nice ehl-i hünerin/ Bir tutam tuz bile konmaz aşına/ Öldürürler evvel anı acından/ Sonra bir türbe dikerler başına

Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki Rabbim çalışmalarımla ilgili birçok olumlu gelişmeyi, rüyamda bile görsem inanamayacağım şekilde görmeyi nasip etti. Düne kadar haklarında çok az bilgi bulunan, görmezden gelinen tarihî mezar taşları artık herkes tarafından fark edilmiştir. Onlarca envanter çalışması ve eser yayımlanmış, televizyon programlarına konu olmuş, belgeselleri çekilmiştir. Sadaka taşları yine öyle…2009 yılına kadar esamisi okunmayan sadaka taşları, 2010 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü takviminde boy göstermiş, 2011 yılında adına bir yardım derneği kurulmuştur. Paşabahçe isimli kuruluş işin rant kısmı ile ilgilenmiş, 2.000 adet özel imalat sadaka taşı biblosu yaparak tanesini 950 liradan satışa sunmuştur. Haklarında yazılan çizilenleri sanırım anlatmaya gerek yok.

Bir Müslüman genç hangi eserleri okumayı ihmal etmemeli sizce?

Gençlerimiz, rahmetli Mehmed Akif’i, Necip Fazıl’ı, üstad Sezai Karakoç’u yakından tanımalıdır. Siyer-i Nebi ve Nazm-ı Celil ile irtibatlarını koparmamak şartıyla diledikleri kitabı okusunlar.Nidayi Sevim

Dünya Müslümanlarından kimleri önemsiyorsunuz?

Bu soruyu duyunca Hasan Aycın Ağabeyimizin şu veciz ifadesi aklıma geldi: “Bütün Müslümanlar hane halkımızdır, diğerleri kapı komşumuz.” Bu sebeple dünya Müslümanlarının her birini önemsemekle birlikte aklıma ilk düşenler rahmetli Aliya İzzet Begoviç, Malcolm X, Hasan El Benna, Muhammed İkbal ve Seyyid Kutub, Cahar Dudayev’dir.

İstanbul camilerinden hangilerini çok seversiniz?

İstanbul camilerinin hepsinin yeri bende bir başkadır. Bu sebeple mümkün olduğunca farklı camilerde namaz kılmaya çalışırım. Bununla birlikte İstanbul’da ilk ezan okunan mekân olan Karaköy’deki Arap Camii, Kuledibindeki Fatih’in müezzini Bereketzade Ali Efendi Camii, Eyüpsultan’da Kaşgari Camii’nin yeri daha bir farklıdır.

Okullara Osmanlıca dersi konulmalı mı? Koyulursa ilkokullara mı koymalı, liselere mi?

Osmanlıca dediğimiz, Almanca, İtalyanca, Rusça gibi bir yabancı dil değil ki! Bin yıldır okuyup yazdığımız, kendimizi ifade ettiğimiz, kısacası büyük bir medeniyeti inşa ettiğimiz kendi öz dilimizdir. Camilerimizde, çeşmelerimizde, türbelerimizde, mezar taşlarımızda, arşivler dolusu yazma eserlerimizde hep bu dil vardır. Torunlarımız bunları mutlaka okuyabilmeli. Onun için Osmanlı alfabesinin öğrenme düzeyi lise-orta-ilkokul değil, bana göre anaokulu olmalıdır.

Kitap almak için hangi kitabevlerini tercih edersiniz?

DED Kitabevi, Kubbealtı, İstanbul Kitapçısı ilk aklıma gelenler. Kitap arayıp bulmak ve almak için kitapevlerinden daha ziyade sahafları gezmeyi tercih ederim. Bir de İstanbul sokaklarında el arabaları ile hurda toplayıp satan seyyarlar var. Onları takip ederim. Kütüphanemin yarısını bunlardan topladığım kitaplarla doldurmuşumdur. Bir de tabi fuarlar. Önemli bir fırsat…

 

Mehmet Said Fidan konuştu