İstanbul, Cumhuriyet’ten sonra olduğu gibi Osmanlı devrinde de yoğun göç alan bir şehirdi. Elbette bunun sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan farklı neticeleri oluyordu. Mesela göçler İstanbul’da benzer sosyal ve ekonomik çıkarlar çevresinde yeni toplumsal gurupların tezahürüne yol açmıştı. Fetihten 20. yüzyılın başlarına kadar yöneticileri epeyce uğraştıran bekârlar da bunlardan biriydi.

Tabii bekârlıktan kasıt evlenmemiş insanlar değil. İstanbul’a gelerek ailesiyle bağlarını koparmış, muhtelif işlerde çalışarak geçimini sağlayan, benzer statüdeki diğer insanlarla kendileri için yapılmış bekâr odalarında yaşayan bir kitleyi kapsayan bir kavram bekâr.

Süleyman Demirel Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Onur Gezer, 27-29 Mayıs 2014 tarihinde düzenlenen II. Osmanlı İstanbul’u Sempozyumu'nda sunduğu tebliğde bu ilginç grubu incelemiş. “Çizginin Dışındakiler: Osmanlı İstanbul’unun Aykırı Bekârları ve Bekâr Girer Melek Girmez Odaları” başlığını taşıyan makale, -Bekârlar hakkında düzenlenmiş kanunnamelerden hareketle- bu sıra dışı taifenin ortaya çıkışını, topluma sosyo-ekonomik yönden katkılarını ve tabii yol açtıkları sorunları ele almış.

Bekârlardan bahseden ilk resmi kayıtların tahrir defterlerinde bulunduğunu belirtiyor Onur Gezer. Bunlar vergi mükellefiyeti hususunda yapılan bazı düzenlemeleri içerir. Fakat bekârlar hakkında bundan sonraki yüzyıllarda tutulan resmi kayıtlar bu kadar sıradan bir konuyu ele almaz. Makaleye göre “16. yüzyılda iktisadi bunalım, isyanlardan dolayı çalışma ve yaşam alanı güvenli olmaktan çıkan ve tarlasından karnını doyurma umudu kalmayan insanları köylerinden koparmıştır.” Bu kitle Marmara bölgesindeki büyük şehirlere yerleşmiş. Böylece İstanbul da köylerini bekâr ve gurbet taifesiyle dolar.

Yeni bir mesken türü: Bekâr odaları

Bu kadar insanı düzgün bir işte istihdam etmek mümkün olmadığından İstanbul’da zamanla başıboş gezen, işsiz güçsüz bir insan kitlesi türer. Pek tabii hırsızlık, soygun, fuhuş ve cinayet gibi adi suçlarda büyük bir artış yaşanır. Tebliğe göre 16. yüzyılda Osmanlı toplumunun devlete yaptığı şikâyetlerin üçte biri bekâr taifesinin asayişi bozan eylemleriydi.

Bu dönemde bekâr göçleri İstanbul’da yeni bir mesken türünün ortaya çıkmasına da yol açmış. “Vakfiyelere bakıldığında saray, yalı ve köşk dışında menzil, hane (dar, beyt, ev), yehudhane ve müteehhilin odaları gibi Osmanlı şehirlerinde yaygın olarak görülen dört konut tipine beşinci olarak bekâr odaları katıldı.”

Bekâr han ve odaları oldukça karlı bir yatırımdı. Bu sektörden para kazanmak isteyen zenginler, bekâr odalarını toplum ve aile hayatına zarar vermemek amacıyla, olabildiğince mahalle dışına inşa ederlerdi. Ya da cami, tekke ve çarşı gibi umuma açık mahallere yaparlardı. Devlet tarafından yapılan bekâr hanları veya odaları da mevcuttu. Osmanlı idaresi bu şekilde hamallık, sakalık, kayıkçılık ve amelelik gibi işlerde çalışan bekârları kontrol altında tutmayı amaçlıyordu.

Peki, bekâr odaları, orada ikamet edenlere hangi imkânları sunuyordu? Her odada dört-beş kişinin kaldığı bekâr hanlarında herkes kendi şiltesinde yatardı. Her katın veya bölümün ortak bir tuvaleti ve mutfağı mevcuttu. Yemeklerini kendileri yapabilir veya para karşılığında başkasına da yaptırabilirlerdi. Hanın avlusunda ortak kullanılan bir su kuyusu bulunurdu. Makaleye göre İstanbul’da Vefa Hanı, Hocapaşa Hanı, Silahdar Hanı gibi büyük bekâr hanları vardı. Bunların dışında bekârlar çalıştıkları işyerinin üst katında veya fırın, hamam değirmen ve kahvelerin bazı bölmelerinde de ikamet ederlerdi.

Sayılarını kesin olarak tespit etmek mümkün değil

Onur Gezer’e göre göçler yüzünden sürekli çoğalmaları sebebiyle İstanbul’daki bekârların nüfusu hakkında kesin bir rakam vermek mümkün değil. Hezerfen Hüseyin Efendi, 17. yüzyıla dair kayıtlarında sadece limanda 12 binden fazla bekârın yaşadığı bilgisini verir. Bu rakam bile, o dönemin nüfus oranlarını dikkate alırsak, bekârların ne kadar büyük bir toplumsal grup haline geldiğini anlamamızı sağlayabilir.

Bekârlar genelde “tek bir iş mukabilinde ortalama 2-3 akçe getirisi olan hamallık; mevsimlik inşaat işçiliği yani amelelik, duvarcılık, taşçılık, tulumbacılık, kayıkçılık, tellaklık, külhancılık, seyyar satıcılık, ırgatlık ve sakalık gibi uzmanlaşma gerektirmeyen işlerle uğraşıyorlardı. Ancak şöhretleri işlerinden daha çok hırsızlık, fuhuş, içki, yol kesme, gasp, adam yaralama ve öldürme gibi muhtelif suçlardan kaynaklanıyordu.” Fakat 17. yüzyılın ikinci yarısından sonra bekarlar iyice marjinal ve tehlikeli bir guruba dönüşürler. İstanbul’da çıkan her türlü isyanı desteklemeye başlarlar.

Yine bekâr odaları İstanbul’u kasıp kavuran yangınlar açısından da büyük bir sorundu. Burada yaşayanların disiplinsiz ve dikkatsiz halleri yangın çıkmasına yol açıyor ve çoğu ahşaptan yapılan bu binalar hızla alev alıyordu. Bütün bu aykırılıkları ve haklarında yapılan şikâyetler sebebiyle 18. Yüzyıldan itibaren devlet onlar üzerindeki denetimini artırır. Bu teftişler esnasında tutulmuş bazı defterler elimize ulaşmış durumda. Denetimler arttırılsa da halk nazarında “sakinlerinin yaşamlarından dolayı tam manasıyla birer suç-günah merkezleri” olarak görülen bu mekânlar tam anlamıyla kontrol edilemez.

Tebliğden öğrendiğimize göre bekârlar, İstanbul’da çıkan tüm isyanları desteklemiş ve her türlü karmaşanın içinde yer almışlar. “III. Selim’i tahtından eden yeniçeri-ulema ayaklanmasına ve II. Mahmud’u Osmanlı tahtına çıkaran Alemdar Mustafa Paşa’nın harekâtına ve hemen sonra Alemdar’ın öldürülmesiyle sonuçlanan ayaklanmaya destek olmuşlardı.” Bu da onların sonunu getirmiş. İktidarını sağlamlaştırdıktan sonra II. Mahmud, bekâr odalarının birçoğunu toplum ahlakına aykırı davranışları sebebiyle yıktırmıştır. Odalara ikinci bir darbeyi 1812’de yayılan veba salgını indirmiş. Hastalık bu mekânlarda hızla yayılmış ve büyük can kayıplarına yol açmıştı.

Vaka-i Hayriye bekâr odalarını da vurdu

1826’daki Vaka-i Hayriye olayından sonra yürürlüğe giren İhtisap Ağalığı Nizamnamesi, bekârlar ve odaları için yeni düzenlemeler getirdi. Buna göre bekârlar; “ihtisap Ağası marifetiyle İstanbul, Üsküdar, Galata ve Eyüp’teki kendilerine tahsis edilmiş hanlara yerleştirilecek ve hemşerileri ya da uygun birilerinin kefaletine girdikten sonra ihtisap ağası huzurunda kayıt altına alınacaklardı. Hangi dükkânda, hamamda veya iskelede çalışacaklarsa o mahallin defterine kaydedilmiş olanların arasında tahrir olunacaklardı. Bekârlar, mürur tezkerelerini ihtisap ağasına götürüp mühürletecek ve eğer vilayetlerine geri dönmek isterlerse defterdeki kayıtları geçersiz olacağı için tezkerelerine ‘kaydı bozulmuşdur’ ifadesi işlenecekti. Kendilerine tahsis edilen yerlerin dışında oda tutmalarına müsaade edilmeyen bekârlar, işleri için sabahın erken saatlerinde terk ettikleri hanlarına mesaileri biter bitmez geleceklerdi.”

1812’de Osmanlı topraklarında yayılan kolera salgınının hedefinde de temizliğe pek dikkat edilmediğinden bekâr odaları vardı. Bu durum odalara yönelik tıbbi bazı yaptırımlar getirdi. Bekâr odalarına yönelik fenni ve sıhhi kontroller imparatorluk yıkılana kadar devam etti.

Cumhuriyet’le birlikte Osmanlı toplumuna mahsus bu taife de tarihe karıştı veya şekil değiştirdi.

Munise Şimşek