Bizans’ın sürdüğü, Osmanlı’nın sahiplendiği millet
İki millet arasında her şeyin iyi başladığını söyleyebiliriz. Uzunca bir süre Türkler, Ermeniler’in işine karışmıyor, Ermeniler de "Türk coğrafyasında" yaşamaktan memnun görünüyor. Kitapta da bu vurgu var. Selçuklu ve Osmanlı döneminde Ermeniler’in genel olarak kendi haline bırakıldığı ve bu nedenle yönetime yönelik herhangi bir kalkışma içinde olmadıkları anlatılıyor. Ermeni konusu işlenirken daima "millet-i sadıka" unvanını kullanılır. Yazar da bu unvana atıfta bulunuyor ve Ermeniler’in ne kadar problemsiz bir unsur olduğundan bahsediyor. Bu unvanın ve taşıdığı anlamın özelliği Ermeniler’in Hıristiyan olarak kalmaya devam etmeleridir. Bu gruba karşı herhangi bir düşmanlık, dinlerini değiştirmeye yönelik bir tutum ve baskı olmamıştır. Gerek Selçuklu ve gerekse de Osmanlı döneminde "sadık" olmalarını gerektirecek tüm ortam sağlanmıştır. Bu noktada artık iç içe geçmiş bir yapıdan söz ediyoruz. Asırlar boyunca etkileşimde bulunan halkların birlik ve beraberliklerini perçinlemeleri normaldir. Hele hele başka milletlerin gazabına uğramış bir halkın kendilerini eşit statüde gören bir devlete bağlılığı daha da artacaktır. Bizans tarafından sürülen Ermeniler, Türk yurdunda rahata ermiş, gelecek nesillere umutla bakabilmiştir.