14 Mart Perşembe günü akşamı, Altunizade Kültür Merkezi istifade ettiğimiz seminer programlarından birini daha Mehmet Genç ile gerçekleştirdi. Katılımın maalesef çok az olduğu seminerin konusu, ihtiva ettiği ana başlıklar Osmanlı İmparatorluğu, özellikle 3. Selim 'in Nizamı-ı Cedid uygulamasıyla başlayan reform hareketlerinin getirileri ve götürüleri idi. Lakin anlatılanlara geçmeden evvel, Mehmet Genç hakkında bir iki satır yazmamak edebe mugayyir olur.
Mehmet Genç'in bu ülkenin yetiştirdiği bir çok akademisyenden daha akademisyen, pek çok araştırmacıdan has araştırmacı, çoğu tarihçiden daha tarihçi olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Zira adının başına gelecek tüm takıları elinin tersiyle itebilmiş, “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” hesabınca İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, Türk İktisat Tarihi Enstitüsü'nde asistanı olduğu hocası Ömer Lütfi Barkan'ın tavsiyesiyle Osmanlı arşivine bir ömrü adayabilmiştir. Neticede, 1995 yılında Prof. Dr. Baykan Sezer'in girişimleriyle İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden “Şeref Doktorası” ünvanını almak dışında elde ettiği bir akademik titre olmasa da, ulaşılması zor bir bilgi hazinesine erişmiş ve asıl kıymeti bu alanda çaba harcamaya vermiştir. Yazık ki, bu hazineyi kitaplaştırsaydı belki de elimizde cilt cilt Osmanlı arşiv çalışmaları olabilecekken hoca; “bilen yazmaz, yazan da bilmez” düsturunu hayat felsefesi edinerek bilgisini, anlatma ve öğretme yoluyla aktarmayı, konferanslarının derlendiği kitap hariç basılı bir eser bırakmamayı tercih etmiştir. Keşke fikrini değiştirse!
Reformların ana gayesi imparatorluğun 16. yüzyıl şartlarına tekrar kavuşmaktı
Yoğun birikimin tevazu ile harmanlandığı bu müstesna zihin, sorulan sorular için derhal vereceği bir cevabı olmasına rağmen, durup şöyle bir düşünen bu meyveli ağaç, aslında sahip olduğu hazinenin istese de tamamını paylaşamayacak kadar dolu. Bize ancak sandıktan taşanlar nasip oluyorken, içindekileri hayal edebilmek neredeyse imkânsız. İşte bu sebeple, Mehmet Genç Hocanın ağzından çıkan her kelime altın mesabesinde ve dolayısıyla verdiği her seminer, ayrıntısıyla kayıt altında tutulmalı ve deşifre edilmeli. “Osmanlı'da Reform” başlıklı, konuya yalnızca giriş mesabesinde olan bu bir buçuk saatlik ders tadındaki semineri de aynı şekilde önemli. Dolayısıyla, burada haber yapmak maksadıyla, cımbızla üç beş cümle çekerek özetlemek çok yetersiz. Lakin aktarılan dönemin ana hatlarını çizmek açısından da faydalı.
Osmanlı tarih serüveninin bir dönemeci olarak değerlendirilecek yeniçerinin tasfiyesi ve Nizam-ı Cedid ordusunun tesisi üzerinde yoğun olarak durulan seminerde, reform çağının, aniden atağa geçen Batı medeniyetinin aldığı yola ayak uydurma çabası olduğunun altı önemle çizildi. Osmanlı'nın, Batı'nın katettiği mesafe karşısında her türlü yeniliğe kendini açtığı ve bir taklid hevesinden ziyade yaşadığı gerileme döneminden sıyrılmak hedefine kilitlendiği, hatta reformların ana gayesinin imparatorluğun kendi kemâl dönemi kabul edilen 16. yüzyıl şartlarına tekrar kavuşmak olduğu gerçeği ısrarla vurgulandı.
Batı Osmanlı'yı takip ve taklitten henüz vazgeçmemişti
Mehmet Genç, reform çağının ana konusu olan 3. Selim'in askeriye ıslahatlarını, Osmanlı'nın yeniçeri ocağını maddi olarak karşılayamaması ve kontrol altına almakta zorluklar yaşaması sonucunda yeni ve profesyonel bir ordu (Nizam-ı Cedîd) kurmak kararı almak olarak açıkladı. Bu değişimle ortaya çıkan dönemde (18. yy), reform hareketlerinin hızlanmasıyla birlikte, tebaanın “klasik dönemdeki” askeriye ve reaya şeklindeki ayrımının, ehl-i İslam, ehl-i zimmet ve reaya (yalnızca gayrimüslim) olarak yeniden şekillendiğinden bahsedildi.
Genç'e göre Osmanlı İmparatorluğu, içine girdiği gerileme döneminde dahi Batı tarafından özenilen, takdir edilen hatta taklit edilen bir medeniyet oldu. “Askeri müzik” olgusu Batı'ya bu dönemde Osmanlı'nın “mehter” geleneğinden geçti, kendi bünyelerine alıp sahiplendikleri “kahve” unsuruyla dahi Batı Viyana Kuşatması sonrasında el koydukları sadrazam çadırında tanıştı.
Bunun yanında imparatorluluğun bürokrasi sistemi de Batı'da daima hayranlık uyandırdı. Zira Kanunî döneminde koskoca Osmanlı İmparatorluğu'nun tamamı, yalnızca üç yüz kişilik bir bürokrat memur grubu tarafından yönetilebilmekteydi. Az maaşlı fakat performansa dayalı yüksek prim verme şeklinde üst düzey kalifiye bürokratlarla yürüyen ve kusursuz işleyen bu sistemin Batı tarafından sık sık övüldüğü, buna rağmen 1820'lerden sonra bürokrasiye değen yenilik rüzgârlarıyla geçilen yeni aşamada, aylık maaşlı sistemle memur sayısının hızla arttığı lakin işlerin yavaşlayıp başarının azaldığı vurgulandı.
Osmanlı, aslında merkeziyetçi değildi!
Mehmet Genç Hocaya göre, başta Hammer olmak üzere birçok oryantalistin iddialarının tam tersine, Osmanlı asla despotça yönetilmedi. “Özel mülkiyet rejimi”nden kaynaklanan sınırlamalar padişahların devlete tam yetkiyle hükmetmelerini engelliyordu. Hatta modern devletin her alana müdahale eden merkeziyetçi sistemi, “klasik dönem” Osmanlı yönetimi için asla geçerli değildi. Santralize bir yapıyla, nokta atışı mantığında bir sistem kurulmuştu. Ta ki modernleşmeyle başlayan dönemde gerçekleşen ıslahatlarla yönetim, merkezî ve otoriter bir görüntüye bürünene kadar.
Mehmet Genç, Osmanlı'nın Batı'nın hızına yetişmek, kendi tarihinde yaşadığı parlak 16. yüzyıl başarısına dönmek hedefiyle başlattığı reform çağını, bir taklitten ziyade yeniliğe açılma dönemi olarak nitelendirdi. Böylelikle reformların nihai sonucu olarak izlenen modernleşme politikalarıyla yeni bir aşamaya geçilmiş oldu. İmparatorluk toplumsal, siyasal ve askeri sistemiyle artık “klasik dönem” şartlarından uzaklaşıp Batı'ya ayak uydurma çabasının yürütüldüğü bir evreye girdi.
Elbette konuyla alakalı Mehmet Genç Hocanın anlattıklarının tamamı kelime kelime aktarılmış olsa bile dönemin genel çerçevesini edinmekten öteye geçemeyiz. Zira Hocanın da dediği gibi Osmanlı, anlaşılması zor bir imparatorluktur, ziyadesiyle nev'i şahsına münhasırdır ve içinde daima farklılıklar barındırmıştır. Buna bağlı olarak arşivde geçirdiği dönemlerde yaşadığı şaşkınlıkları sık sık anlatan Mehmet Hoca, bu alanda devleşmiş, mütevazı bir isim. Temennimiz, hazinesinden taşanların yeniden derlenip ziyan edilmeden değerlendirilmesidir. Ne mutlu, Mehmet Genç Hocanın hızına yetişen, temposuna ayak uydurabilen ve kendisinden faydalananlara!
Büşra Tosun Durmuş, Mehmet Genç'le tanışmak mutluluğuna erişti