Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devletinin elinden çıkan topraklarda, özellikle Ortadoğu’da huzur ve güven ortamı bir türlü temin edilememiştir. Bölge yüz yıldır barışa, istikrara ve güvenliğe hasret durumdadır. Bir asırdır devam eden terör ve kargaşa ortamının başlıca sebebi olarak, bölgeyle ilgili Batılı devletlerin emellerini ve planlarını göstermek mümkündür. Zira Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere, Fransa ve diğer büyük devletler, bölgeyi sömürmek, paylaşmak konusunda adeta birbirleriyle yarış halindedirler.

Yüzyıllardır Osmanlı bünyesinde barış ve huzur içinde yaşayan Araplar, bu devletlerin baskısı altındadırlar. Osmanlı’ya karşı başkaldırmaları, isyan ve ihanet etmeleri için kendilerine sözler verilir. Ne var ki verilen bu sözlerin büyük kısmı tutulmayacaktır. Batılı sömürgeciler, Araplarla gizli, aşikar anlaşmalar yaparlar. Neticede Arapları kandırırlar. Onlara hem ihanet ederler hem de onları Osmanlıya karşı ihanet ettirirler. Ve bugünkü düzenin temelleri savaştan sonra atılır.

Derin Tarih dergisi, Mart 2016 tarihli 48. sayısında, Birinci Dünya Savaşı’nın arkasındaki gerçek sebepleri, Batılı büyük devletlerin bölgeyle ilgili büyük oyunlarını, ikiyüzlülüklerini, müttefikleri olan Arapları nasıl kandırdıkları konusunu kapağına taşımış. Bu sayı, “Ortadoğu’da Osmanlı’nın Boşluğu Dolmuyor” başlığıyla çıkmış. Konuyu, İngiltere St. Anthony College’dan Prof. Dr. Avi Shlaim işlemiş. Profesörün yazısı gerçekten bilgilendirici, samimi ve bugüne de ışık tutucu niteliktedir. Ayrıca yazıda perde arkasındaki gerçekler ortaya konur. Gizli kapaklı bilgiler, niyetler, kirli hesaplar, iki yüzlülükler gün yüzüne çıkartılır.

Yazar, Ortadoğu’nun 100 yıldır yaşadığı durumu, ‘Post Osmanlı sendromu’ olarak kavramsallaştırır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan siyasi ve coğrafi düzen ‘meşru’ değildir. Osmanlı’dan sonra ortaya çıkan devlet düzeni, sistemi, “büyük oranda sömürgeci güçlerin ürünüdür ve onların çıkarlarına hizmet edecek şekilde tasarlanmıştır.”

Arap isyanı, özü itibariyle İngiltere ve Haşimiler ortaklığında Bab-ı Ali’ye karşı tezgahlanmış kötü niyetli bir ittifaktı

İngiltere ve Fransa’nın, savaştan zaferle ayrılmaları durumunda Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını nasıl paylaşacaklarıyla ilgili birçok gizli plan yaptıkları belirtilir yazıda. İngiltere’nin Şerif Hüseyin’le mektuplaşmaları olmuş. İngilizler Şerif Hüseyin’e, Osmanlı’ya karşı oluşturulacak şer ittifakında, onun liderliğinde kurulacak bağımsız bir Arap devletini tanıma ve destekleme sözü vermişler. Yazarın belirttiğine göre, bu sözler üstü kapalı ve net olmayan ifadelerle verilmiş. Birçok hususu da muamma olarak bırakmışlar. Bütün bunlardan sonra patlak veren Arap isyanını Avi Shlaim, “halen Arap milliyetçiliğinin altın çağı olarak görülen Arap isyanı, özü itibariyle İngiltere ve Haşimiler ortaklığında Bab-ı Ali’ye karşı tezgahlanmış kötü niyetli bir ittifaktı” şeklinde değerlendiriyor.

Sykes-Picot anlaşması emperyal kalleşliğin en nadide örneğidir

Bu arada İngiltere ile Fransa arasında meşhur Sykes-Picot anlaşması yapılır. Bu anlaşmayla iki devlet, Akdeniz ve Basra Körfezi arasında kalan bölgeyi ikiye bölen bir plan yapmışlar. Filistin konusunda aralarında bir uzlaşma olmamış… Avi Shlaim’in Sykes-Picot anlaşmasıyla ilgili hükmü, “Geleceğin tarihçileri Sykes-Picot anlaşmasını emperyal kalleşliğin en nadide örneği olarak anacaktır” şeklindedir. Yine bu anlaşmayla ilgili olarak Filistinli tarihçi George Antonius’dan şu değerlendirmeyi aktarır ki ona göre “Bu anlaşma, şok edici bir belge ve şaşkınlık verici bir ikiyüzlülük örneği”dir. Shlaim, bu anlaşmanın asıl önemli yönünü, ‘bölgenin sömürgeci güçler arasında paylaşılma sürecini başlatması’ olarak görür.

Süreçle ilgili daha detaylı bilgiler de yer alıyor yazıda. Bölgenin paylaşılması esnasındaki mücadeleler, ABD’nin savaş sonrası duruma müdahalesi ve çekilmesi, bildiriler, anlaşmalar ve diğer çalışmalar etraflı bir şekilde işlenen konulardır. Bu süreçten sonra meşruiyeti olmayan yapay devletler çıkmıştır ortaya. Yazar, Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan düzenin, “Akdeniz’den Basra Körfezine kadar uzanan bir kargaşa ve istikrarsızlık hattının ortaya çıkmasına neden olduğunu” belirtiyor.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’da kurulan düzen, bölgede istikrarsızlığa yol açmıştır. Yıllarca süren kanlı çatışmaların kökeninde bu düzen vardır. Arapların kendi aralarındaki ve Batılı güçlerle olan anlaşmazlıklarının ve çatışmalarının temelini bu düzen oluşturmaktadır. Bugünkü İsrail sorunu da aynı düzenin bir neticesidir. Neticede bu düzenin getirdiği düzensizlik, terör ve kargaşa gittikçe derinleşmektedir.

İslamiyet'in kadınlar lehine getirdiği haklar büyük bir inkılaptır

Derginin Şubat sayısında yer alan önemli bir konu da kadın haklarıyla ilgilidir. Özel dosya konusu olarak ele alınan kadın haklarını, Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, “Osmanlı’da Kadın Hakları” başlığıyla kaleme almış. Ekrem Buğra Ekinci, İslamiyet'in kadınlar lehine getirdiği hakları büyük bir inkılap olarak değerlendirir. Bu inkılapla ilk defa kadınlar, kanunlar önünde erkeklerle eşit statü kazanmışlardır. Kadınların, servet edinme, evleneceği kişiyi seçebilme hürriyeti, boşama hakkı, kendi servetini kocasının, anne babasının ve çocuklarının müdahalesi olmaksızın tasarruf edebilme yetkisine sahip olduğu üzerinde durulur yazıda. Hz. Hatice validemizin İslamiyet'ten önce ve sonra ticaretle meşgul olduğu, katiplere, memurlara ve hizmetçilere sahip olduğu belirtilir.

Osmanlılardaki uygulamalardan da örnekler verilir. Osmanlı'da kurulan vakıfların yüzde 36’sının kadınlar eliyle kurulduğu belirtilir. İslamiyet'in kadınlara sağladığı haklar konusunda Osmanlı'nın bu uygulamaları hakkıyla ve layıkıyla yerine getirdiği özelikle vurgulanır. Osmanlıdaki uygulamalar İslamiyet'le tam bir paralellik arz eder. İslamiyet, adalet şartları yerine getirilmek suretiyle 4 kadınla evliliği hükme bağlamış, ama tek kadınla evliliği teşvik etmiştir. Kadınının serbestçe ve dilediği kimseyle evlenebilmesi hürriyeti vardır. Ama sosyal, mali ve nesep yönünden dengiyle evlenebilmesi için velisinin izni ve haberi olmasını aramıştır. Burada gaye kadını korumaktır. Bu yüzden kadının nikahının velisinin ve mahkemenin izniyle imamlar tarafından, gayrımüslim tebanın nikahlarının da kendi inançlarına göre kendi din adamlarınca kıyılmasına önem verilmiş. Kadının İslamiyet'teki diğer hakları ve Osmanlı’daki uygulamaları hakkında geniş bilgiler veriyor Buğra Ekinci.

Roma’da kadınların hukuki ehliyeti yoktur

Daha sonra Hıristiyanlık, Yahudilik ve diğer dinlerdeki kadın hakları hususunda bilgiler yer alıyor, kıyaslamalar yapılıyor sözkonusu yazıda. Roma İmparatorluğu ve İngiltere’deki kadın haklarından bahsedilir ve bilgiler verilir. Roma’da, kadınların hukuki ehliyetinin olmadığı, mal edinemediği, malı olsa bile tasarrufunun kendisinde olmadığı belirtilir. Evlilikte söz sahibi değildir kadın. Modern medeniyetin beşiği kabul edilen Antik Yunan’da ise kadın, erkeğin velayeti altındadır. Yine Roma’da, erkek mirasçı varsa kadın miras alamazmış. Hatta çocuğun bile annesinin akrabası sayılmadığı bilgilerini veriyor yazar. İngiltere’de yakın zamana kadar evlenen kadının mal varlığının kocasına geçtiği, kadının ancak kocasının izniyle dava açabildiği ifade ediliyor.

Buğra Ekinci, yazısında, Osmanlı’da kadın haklarının tarihi süreçte uğradığı değişiklikler hakkında da bilgiler vermiş. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan zor şartlar sebebiyle kadınların sosyal hayattaki durumları zorlaşmış. Yükleri artmış. Avrupa ile olan temasımız neticesinde de feminist cereyanların tesirleri olmuş. Cumhuriyet'le bambaşka bir kadın tipi ve cemiyet nizamı hedeflenmiş.

 

Metin Uygun yazdı