Orhan Gencebay şarkılarına farklı bir okuma girişimi: Âşıklık makamı

“Can demek sen demek

Gel de gör bende mi?”

Orhan Gencebay

Hepimiz ilk gençlik çağlarımızdan itibaren âşık oluruz, severiz. Ailemizi, arkadaşlarımızı sevmemizden farklı bir sevgidir bu. Başka bir insanda, belki de o güne kadar tanımadığımız bir insanda yeniden var oluruz. Bazılarımız bu serüveninde mutluluğa ulaşır, bazılarımız ise hayal kırıklığına uğrar. Öyle farklı bir sevgidir ki bu, hayal kırıklığına uğrayan insanlarda bunalıma girenler, acısını bir ömür üstünden atamayanlar vardır.

Aslında hiçbirimiz âşık değiliz, hiç âşık olmadık desem nasıl bir tepki verirsiniz? Yaşadığınız duyguları, anları hatırlar ve belki kızarsınız bana. Olsun. Canınız sağ olsun. Aşk nedir diye sorarım ben de size. Var mı içinizde tatmin edici bir cevabı olan? Aşkın ne olduğuna cevap vermek kolay mı? Allah’ın bir adının da “Aşk” olduğunu öğrendikten sonra mutasavvıflardan hele…

İbnu’l Arabi Hazretleri “İnsan eksik olduğu için sever, âşık olur” der. Aşk, tamamlanma arzusudur aslında. Ancak burada ilk önce anlamamız gereken şey aşkın bir makam olduğudur. Aşk, bir makamdır. Ancak o makama erebilenler gerçekten âşık olur. O makamda da Allah’tan hariç yoktur. Dolayısıyla aşk, Allah’a olur ve ancak o hal yaşandığında insan âşık-maşuk ilişkisine girebilir.

Bunun için gereken de benliğin yok edilmesidir. Aşkta, benlik yoktur. Âşık kendini maşukta yok edip, maşuk ile var olandır. Bir insanı veya bir şey’i sevmek, onu o olduğu için, o haliyle sevmeyi gerektirir. Çünkü onun dışında olan her şey anlamını yitirmiştir. Nasıl yitirmesin ki, âşık yok olmuştur, yok olanın bir davası kalabilir mi? Aşkta benlik olmadığı için nefis de yoktur. Oraya gönül hakimdir. Gönlün olduğu yere şeytan giremez, yaklaşamaz bile!

Neşet Ertaş “Aç sineni göreyim” dediğinde beşerdir, benlik sahibidir çünkü bir arzusu vardır. Ancak “Al hançeri sinem işte” dediğinde artık âşıktır, benlik yoktur, sevgilide var olmuş, kendinden geçmiştir. Bu Yunus Emre’nin “Yüz bin cefa kılsan bana/Senden yüzüm döndürmezem” dediği makamdır. Yani biz eğer âşık olsaydık, mesela eşimizle incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden ötürü kavga eder miydik? Etmezdik. Ama bu durumumuz da normaldir. Çünkü biz âşık olmak için çabalamaktayızdır, yaratılmışta aşkı öğrenip Yaradan’a âşık olmaya çalışırız. Esas gayemiz budur.

Arabesk, isyankârdır. O yüzden içinde benlik vardır. Arabeskte, sevgiliye sitem edilir çünkü sevgili, aşığın muradını yerine getirmemiştir. Gerçek aşığın muradı olmaz oysa, onun muradı bizatihi sevgilinin kendisidir.

O nedenle kulaklarımızı Orhan Gencebay’a çevireceğiz. Orhan Gencebay şarkıları bir yanıyla halka bakarken bir yanıyla da Hakk’a bakmaktadır. Dertler Benim Olsun şarkısı âşıklık makamından yazılmıştır. Orada da aşığın muradını yerine getirmeyen bir sevgili vardır ancak sitem yoktur, bilakis sevgilinin mesut olması gayedir çünkü aşığın muradı, doğrudan zaten sevgilidir.

“Fark etmez yaşamam

Sen mesut ol yeter

Dertler bana gönül vermiş

Ben aşk sarhoşuyum

Dilerim her arzun gerçek olsun

Hayat bu, şansın hep açık olsun

Dertler benim, çile benim

Hayat senin, senin olsun

Hatıralar, hasret benim

Ömrüm senin, senin olsun”

Âşık burada tüm dertleri, çileleri sırtlamaya talip olmuştur. Ömründen dahi geçmiştir. Yeter ki sevgili mutlu olsun, mutlu bir hayata sahip olsun. Âşık, yok olup sevgilide var olduğu için onun mutlu bir ömür yaşaması ona yetmektedir. Var olan sevgilidir, âşık var bile değildir, bu yüzden sevgili uğruna çekilecek dert onu var kılacak, varmış gibi gösterecektir. Âşık Yunus da aynı özü, farklı sözlerle şu şekilde dile getirmiştir:

“İsmail'im, Hak yoluna canımı kurban eylerim,

Çünkü bu can kurban sana, ben koç kurbanı n'eylerim.

Eyyub'layın şu maşukun çevrin tahammül eylerim,

Circis'leyin Hak yoluna çıkmayan canı n'eylerim”

Tekrar Orhan Baba’ya dönecek olursak “aşk sarhoşu” olduğunu söyleyen Baba, insanın hata ile insan olduğunu haykırdığı şarkısında “Sevenlerin aşkına ne olur sev beni” der. Sevgilide eriyip yok olan biri, güç ve kudret sahibi olmadığı için aşkında himmete ihtiyaç duyacaktır. Himmet ise sadece gerçek âşıklardan gelebilir. O nedenle de himmeti sevenlerden ister, sevenlerin aşkına sevgi ister.

Haykırdığı kelimesini kasten kullandım. Şarkıda Orhan Gencebay “Feryada gücüm yok, feryatsız duy beni” derken feryat eder. Yalan söylemiyordur, sarhoş olduğu için ne yaptığını bilmiyordur, feryada gerçekten gücü yoktur ancak aşkın sarhoşluğunun getirdiği cezbe ile feryat şeklinde çıkar cümle ondan. Cezbenin de farkındadır o yüzden sonrasında “Bu feryat öldürür beni” diyecektir. Çünkü cezbenin sonu ya ölümdür ya da daimi delilik, mecnunluk. Aşk, sarmâşık ile ilişkideyse, bütün vücudu kaplayan cezbeye ve aklın kaçacak olmasına şaşılmaz.

Âşık varlığından geçmiştir, ancak sevgilide yok olursa var olabilecektir. Ancak bu bir süreçtir. Sevgili onu kendinden var edene kadar ne yapacaktır? Orası kaybolma makamıdır. Sarhoşluk ve cezbeyle kendini kaybetmiştir. Dışarıdan bir müdahale olmadığı için ona kayboldu diyemeyiz, o âşıklığa talip olarak kendini kaybetmiştir. “Kaybettim kendimi, ne olur bul beni.” Ben seni bulamadığım için kendimi kaybettim, seni bulmak için. Ama ben artık yokum. Beni ancak sen bulabilirsin. Ben seni bulamam. Sen beni bul ve izin ver ben sende var olayım. “Yoruldum halim yok, sen gel de al beni.” Kendisi olmayanın hal’i olabilir mi? Maşuk onu kabul ettiğinde o ancak bir “hal” sahibi olabilecektir.

Sahabe efendilerimiz, Resulullah’a, “Anam babam sana feda olsun Ya Resulullah” diyorlardı. Onlar kulağa hoş gelsin, edebi olsun diye kurmuyorlardı bu cümleyi. Resulullah’ı öyle sevmişlerdi ki kendilerinden vazgeçmişlerdi. Anne babalarının hem O’nun uğruna ölmesi onlar için sorun değildi hem de bunu diyerek biz soyumuzdan da geçtik, ailemizden geçtik diyerek kendilerini yok ettiklerini ispatlamış oluyorlardı.

Kerbela’da Hz. Hüseyin Efendimizin yanında yer alan Sahabe efendilerimiz o savaşın galibi olamayacaklarını biliyorlardı. Muaviye’nin oğlu ve halifesi Yezid’in askerlerinin, tarafgirlerinin sayıca çok üstün olduğu aşikârdı. Onlar oraya ölmeye gitmişti. Çünkü Hz. Hüseyin Efendimizde onlar Resulullah’ı ve Allah’ı görüyorlardı. Onun cemalini müşahede ile canlarını vermişler, böylece ölmeden önce şehitlikle ölmüş olacaklar, esasında ölmemiş olacaklardı. Allah’ın yolunda Allah’a canlarını vererek yok olmuşlar, Allah’ta ebedi Var olmayı kazanacaklardı. Nitekim kazandılar da.

Âşıklık makamı onu gerektiriyordu çünkü. Âşık, yok olabilendir. Maşukta yok olabilen. O mertebedeki kişilere de maşuğun “kahrı da hoş gelmekte, lütfu da hoş gelmektedir”. Bizim gibi avam ise âşık olamamış, âşık olmaya çabalamakla meşgul olduğundan, kahrı hoş bulamaz, o ancak “idare edebilir”, sevgilinin gönlü hoş olsun diye idare etmeye çabalar.

Allah hepimizi Yaradan’dan ötürü yaradılmışları sevebilen, âşıklık makamına erebilen, varlığından soyunup yokluğa karışabilen, bir âşık olarak var olabilenlerden eylesin.

Yazı boyunca anlatmaya çalıştığımız şeyi Orhan Baba tek cümleyle özetlemiştir: “Can demek sen demek, gel de gör bende mi?”

YORUM EKLE
YORUMLAR
Zeki
Zeki - 1 ay Önce

56 yaşıma gelmeme rağmen hala Orhan' ı bırakamamış biri olarak ben de diyorum ki, olay duygusallıkta derece. O derecedeki sınırı aşabilen bir üst aşama olan aşka ulaşabiliyor. Yoksa alt derecelerde duygusallık basamaklarında gezinir durur benim gibi...