İstanbul’un Sultangazi ilçesinde bulunan Mescid-i Selam Camii, mimari bir şaheser ya da tarihi bir başyapıt değil. Hatta bir an minarelerini görmesek, bu yapıyı büyükçe bir öğrenci yurduna ya da mesela bir kamu binasına benzetebiliriz. Zararı yok. Çünkü bu sade binayı, ümmetle dertlenen samimi insanların hareketleriyle işlenmiş zarif bir dantel süslüyor.

Mescid-i Selam’ı, halk arasında Tebliğ Cemaati ismiyle bilenen bir hareketi bilmeden anlamak mümkün değil. “Eğer bu harekete bir isim vermek gerekseydi, ona Tahrik-i İman (inancı harekete geçirmek) derdim” diyen Hindistanlı alim Muhammed İlyas Kandehlevi’nin (ra) 1926’da mayasını attığı hareket, unutulmuş bir sünnet olan dinin canlanması ve insanlara can vermesi için fedakarlık etmek fikri üzerine kurulu. Geleneğimizde “emr-i bil maruf, nehy-i anil münker” diye de bilinen insanlara hakkı tavsiye etme vazifesinden, onu ulema ve evliyaya ihale ederek kurtulabileceğini vehmeden modern zaman Müslümanlarına kendilerini kandırdıklarını hatırlatmak yani.

Müslümanların kahvehanelerde ya da stadyumlarda değil, camilerde bir araya gelmesi ve bütün camilerin hidayet merkezlerine dönüşmesi için uğraş veren bu hareketin anatomisi buraya sığmayacak kadar geniş bir analiz gerektiriyor. Açıkçası, nebevi bir usul izleyerek evlerini terk edip dünyadaki camileri iman, ibadet ve ahlaklarını ikmal etmek için dolaşan bu insanları görünce İlyas Kandehlevi’nin isim tercihi daha bir yerinde duruyor.

Küçük bir umre havası almak

İşte dine hizmet etmek üzere dünyanın dört bir yanından gelen cemaatler Türkiye’de ilk olarak Mescid-i Selam'da konaklar, yurt dışına gidecek olanlar da önce burada toplanır ve gidecekleri yerlere buradan hareket ederler. Bu yönüyle Mescid basit bir lojistik dağıtım merkezi gibi algılanabilir. Fakat bunlarla birlikte içinde sürekli devam eden ilim, zikir, ibadet, istişare, davet ve hizmet halkaları sayesinde Mescid-i Selam, Peygamber as’ın mescidinin küçük bir prototipine benzemeye çalışıyor.

Birileri bu durumdan rahatsız olsa da, Mescid-i Selam’a, Topkapı-Habibler tramvayının son durağında inerek ulaşılabiliyor. Bir Perşembe günü akşam namazından sonra uğrarsanız, haftalık sohbeti dinleyen topluluk içindeki kozmopolit ahenge şaşırabilirsiniz. Her köşede farklı bir coğrafyadan gelen bir cemaat, sohbeti kendi dillerine simultane olarak çeviren çevirmeni aynı dikkatle dinlerler. “Sizi kabileler ve şubeler halinde yarattım ki tanışasınız” ayetinin anlamını gözlerinizle görür, küçük bir umre havası alırsınız. Bir de bakmışsınız, sohbeti yapan hocanın getirdiği deliller ve teşvikler kalbinizde yer etmiş ve siz de “Allah yolunda sefere çıkan” bir ekibe dahil olmuşsunuz..

Hareketin “Allah yolunda kendi malıyla, bedeniyle ve vaktiyle cehd etmek” prensibi gereği bu yolculuklarda herkes kendi masrafını karşılıyor, böylece kimseden bir şey talep edilmemesi davetin etkisini artırıyor. Bu istiğna prensibi, Mescidin yapımında da kendisini göstermiş ve herhangi bir “taahhütlü himmet toplanması” sözkonusu olmadan tamamen gönüllü nakdi ya da ayni katkılarla (imkanı olan bir grup inşaat malzemelerini getirirken, eli iş tutan başkaları da fiilen inşaatta çalışmış) imece usulü bir tesis ortaya çıkmış. Her işini sünnete uygun organik bir yapılanma ile yürütmeye çalışan ve senelik toplantılarında 5 milyon insanın bir araya geldiği hareket, işe yarar tek kaynağın para olduğunu zanneden modern zaman insanına asıl kaynağın “samimiyet ve fedakarlık karşısında gelen bereket” olduğunu ispat etmiş oluyor.

 

Abdurrahman Açıkgöz yazdı