Putra Üniversitesi’nin (UPM) bir eğitim faaliyetine katılmak için iki aylığına geldiğim Malezya’da geçirdiğim bir hafta boyunca birtakım gözlemlerde bulundum. Bu sitede daha evvel yazılan Malezya, Endonezya, Pakistan gibi Asya ülkelerine dair yapılan gözlemlere önümüzdeki yaz boyunca ben de elimden geldiğince katkıda bulunmaya çalışacağım.

Mevsim kavramının yalnızca ‘yağış, sıcak ve nem’ ile sınırlı olduğu bu yeşil memlekette, Kuala Lumpur Havalimanı’na iner inmez yapışkan bir hava ile karşılaşıyorum. Fakat bu taraflara yolu düşenlerle çokça görüş alışverişinde bulunduğum için, bu durumun benim için sıradan ve beklenen bir hâl aldığını görüyorum. Başkent Kuala Lumpur’u gezmeden, doğruca ünivesitenin bulunduğu Selangor’a geçiyoruz. Yaklaşık 1 saatlik araba yolculuğu sonrası çarşı gezmeleri ve sonrasında okulun yurduna yerleşmek vesilesiyle ilk günün hengâmesinden kurtulmuş oluyorum. İlk gün seyahatlar için yorucudur çünkü, o yüzden ‘kurtulmak’ kelimesini tercih ettim. Yeni bir coğrafya, bambaşka kültürler, farklı insanlar... Bunların hepsine birden adapte olmak zor olabiliyor.

Orada 4 mevsim ve tuzlu zeytin mi var?

Daha buraya geleli 1 hafta oldu ama insanların sıcakkanlılığı her anlamda belli oluyor. Kendi aralarındaki kibarlıkları ve güler yüzleri, kendi okullarına/ ülkelerine Türkiye’den gelmiş olan bu misafir için katlanarak etkisini gösteriyor. Coğrafyaları tanımak adına karşılaştırma içeren sorularla diyaloglar gelişmeye başlıyor:

- Türkiye’de siz dört mevsim yaşıyorsunuz öyle değil mi: İlkbahar, yaz, sonbahar, kış?

- Aynen öyle. Malezya’da hep hava sıcak ve nemli, ayrıca yağışlı mı oluyor?

- Evet evet. Ve şu sıralar en sıcak hâli.

Ramazan gelmeden iki gün önce, beraber eğitim gördüğümüz arkadaşlarım evlerinden çeşitli yiyecekler getirdi ve bunlar bir şenlik adı altında, Ramazan’ın gelişini kutlamak, buna sevinmek adına hep beraber yenildi. Yolun uzun oluşu ve sıcak dolayısıyla çok şey getirmemeye çalıştığım için yanımda yalnızca zeytin vardı annemin koyduğu, onlara götürebileceğim. Biliyorlardı zeytini, her birine tek tek tattırmaya çalıştım yine de; zira çekirdekli bir şekilde yememişti çoğu.

Pizzanın küreselliğine vurgu yaparak her biri, ‘zeytun’u (Kur’an’da geçen bir kelime olduğundan sanırım, zeytun kelimesi ile zeytini kast ettiğimi anlayıverdiler), kendi dillerine İngilizce’den geçmiş olan ‘oliv’i bildiklerini söyleyerek yediler. Bunun çok tuzlu olduğunu söyleyerek benim nasıl rahatlıkla yediğimi merak ettiler ama ben de onların bu kadar baharatlı yiyeceği, kızarmış tavuğu şekerli bir şekilde nasıl yediklerini, birçok üründe balık yağını kullandıklarını merakla sordum. Benim onlara veremediğim cevabı onlar da bana veremediler. En sonunda önemli olanın muhabbet, insanın kendisi olduğuna, kültürlerin sadece güzel farklılıklar verdiğine kanaat getirerek birbirmize gülümsedik.

Kadınlar binsin sadece bu alana!

Malezya’daki trenlerde oldukça güzel bir uygulama mevcut. Hemen her trende fotoğrafta da görüldüğü gibi, kadınlara has vagonlar var. Bu vagonlara kadınlar, çocuklarıyla, tek ya da eşleriyle birlikte biniyor yalnızca. Tek olarak trene gelen erkeklerin bu vagonlara binmesi yasak. Uygulamayı ilk gördüğümde ve farkına varmadığımda yanlışlıkla bindim ve birkaç kişinin bakışları biraz da gergin bana doğru yönelse de ben bu uygulamanın yalnızca koltuklarla sınırlı olduğu düşüncesiyle yerimi değiştirmedim. Ama trenden ayrıldığımda gördüm ki vagonu kapsayan bir durum bu. Üstelik, o vagonların durdukları yere göre ayarlanan binme yerlerinde de aynı pembe taban üstündeki uyarı mevcut. Kadınların bu uygulamadan dolayı oldukça rahat olduklarına, ve özellikle birçok kadının buraya özellikle binmeye çalıştığına şahit oldum.

Malezya’da Ramazan...

Malezyalılar Ramazan’ı tüm içtenlikleriyle karşılamaya çalıştılar. Türkiye’de dört mevsim gibi bir çeşitlilik var iken, burada hava hep sıcak ve görüştüğüm insanlar bunu belki de şartların getirdiği kaçınılmaz durum olarak da görerek çok fazla hesaba katmadan en güzel şekilde Ramazan’ı karşılama çabasındalar. Kaldığım yurdun mescidi (kendi aralarında ‘mescid’ kelimesi cami için kullanılırken mescid ise ‘musalla’ kelimesinin karşılığı olarak kullanılmakta) Ramazan’dan iki gün evvel düzene sokuluyor. Ramazan’ı her halleriyle karşılama çabasında olan bu Müslümanların yaptıkları, dünyanın birçok coğrafyasına giden insanlarla yaptığım konuşmalar ile Türkiye’yi getiriyor aklıma: Gelişi 11 ay boyunca beklenen Ramazan ayı, en güzel şekilde Müslümanlar tarafından her coğrafyada bir şenlik havasında karşılanıyor. Ve bu bağlamda, 11 saate yakın bir uçak yolu mesafesine rağmen hiç sorgulanmadan Rabb’in huzurunda durabilmek gerçekten kelimelerle tarifsiz bir durum.

Malezya’da Ramazan, Türkiye’den bir gün sonra başladı. Teravihin kılındığı ilk gece, yatsı namazından sonra genç bir üniversite öğrencisi dua etti. Malayca edilen duanın bir kısmını anlayabiliyordum, zira Arapça olan kısımlar, ayetler de vardı. Filistin’e, Suriye’ye, Mısır’a, Afganistan’a yardım dualarını dua Türkçe’ymiş gibi anladım. Cemaatinden imamına gençlerin oluşturduğu Putra Üniversitesi’nin Kolej 17 mescidindeki bu güzel anlar, unutulmaz olarak kayıtlara geçti.

Cuma günü gittiğim Masjid Putra University (yani üniversitenin camisi) ise buradaki gözlemlerime güzel bir bakış açısı katmış durumda. Abdesti Türkiye’den biraz daha farklı organize edilmiş pratik bir alanda alan Malezyalılar geleneksel kıyafetleriyle geliyorlar camiye. Hutbenin Malayca olmasına rağmen duvarlara yansıtılan İngilizce tercüme, hutbeden uzak kalmamamı sağlıyor ve kesinlikle namazdan sonra imamın yanına gidip bunun güzel bir şey olduğunu söyleme gereğini hissediyorum. Yaklaşık 15 dakika süren hutbe, imam tarafından caminin tam ortasına denk düşen minberde okunuyor. Genç bir imam olan Syahmi Rusli, hutbesinde ‘tarbiyah, muhasabah, iftaar, sahoor’ kelimelerini telaffuz ediyor. Ramazan ayına Müslümanların aralarındaki bağı kuvvetlendirecek bir fırsat olarak bakan imamın hutbesini elimden geldiğince, kendi sözleriyle beraber ilerleyen İngilizce duvar yansımasından takip etmeye çalışıyorum. Okuduğu ayet ve hadisler, kaynaklarıyla beraber duvara yansıyor. ‘İftaar, sahoor’ kelimleri, çokça ayet ve hadis, ‘hikmah, ummah’ kelimelerinin de yer aldığı hutbe Bakara Suresi’nin 185. ayeti ile sona eriyor. Çok da uzun sürmeyen namaz sonrasında imamla kısa bir şekilde sohbet ediyorum ve Türkiye’ye gelmek gibi bir ‘dream/ rüya’sı olduğunu söylüyor. Kapımızın açık olduğunu söylüyorum ve çekildiğimiz fotoğraf sonrasında iletişim bilgilerimizi de alarak camiden ayrılıyorum.

Aniden ve fazlaca yağan yağmuru, türlü türlü böcekleri, sıcakkanlı insanları, baharatlı ve şekerli yemekleriyle Malezya -Selangor’da geçen 7 günümüz bu şekilde. Önümüzdeki günlerde başka izlenimleri paylaşmak umuduyla, hayırlı Ramazanlar...



Esad Eseoğlu Malezya’dan aktardı