Üstad Necip Fazıl “Beni iki kişi kamaştırdı (Yani cevap vermekte zorlandım) Birisi Cahit’tir.” dermiş. Merhum Cahit Ağabey’le ru be ru görüşmek bir defa nasip oldu. Rasim ve Erdem abilerle uzun müddet daha çok görüşebildiğimiz için Cahit Ağabeyi en çok onlardan dinledim. Bir de kitaplarından.
40 yaşına kadar olanlar için yazdığı Yürek Dede, Küçük Şehzade, Kuşların Dili ve Gülücük. Onlar güzel çocuklar için garantili (müfit-muhtasar) hediyelikler idi. Kuşların Dili’nde yüzyıllar öncesinin Feridüddin Attar’ını nasıl da 20. yüzyılda da konuşturmuştu. Yürek Dede’de Seyyid Abdülkâdir Geylâni Hazretlerini nasıl sevdirmişti. Hele o Gülücük’teki çalışan anne şiiri.
“Korkunç bir fırtına çıkıyor,
annem evden gidince”
diyerek “çağdaş yaşamın” annelere ve çocuklara reva gördüğü hazin ahvali ne kadar çarpıcı, soğuk su serpici ve uyandırıcı bir beyitle söyleyivermişti. Gene Gülücük’teki son şiir İbrahim Ethem. Yüzyıllardır yaşayan İbrahim Ethem Hazretlerini nasıl kolay doğru ve güzel anlatıyordu.
Bunlarda şüphesiz, çok erken uyanan Maraşi’lerden olmasının, ailesinin ağabeyi Baba Sait’in, Özdenören’ler, Bayazıtlar, H. Seyyithanoğlu, Beyzade Akif İnan, Fehmi Kuyumcu ağabey gibi dostlarının S.Karakoç, F.Gemuhluoğlu, kayınpederi Van Müftüsü Kasım Arvas hoca ve hususen Abdurrahim Reyhan Hz.nin payı vardı. Bundan dolayı olsa gerek bütün sözleri ve yazıları “kitap” oluveriyordu.
Tabii belki de en başta Cenâb-ı Hakk’ın ona lütfettiği özel kabiliyetleri söylemeliyiz. Talebe iken hem okuyup hem yazmışlar. Okulları bitirip az maaşlı memuriyetlere başladıkları zamandan itibaren Gazete Yeni Devir ve Mavera dergilerini neşretmişler. 40 sayfa okuyup 1 sayfa yazmayı prensip ve tavsiye etmişler.
Her hayırlı, kültürel, ilmi-irfani faaliyetin ilk takipçilerinden ve destekçilerinden olan Fehmi Kuyumcu ağabey, onların maddi-geçim durumunu yakinen bildiği için bayramlarda onlara güzel takım elbiseler hediye ettiğine muttali olmuştuk. Kendisi için Elkab defterinde şu beyti yazmıştı:
Zerafetli, hakkâ sevdalı şair Cahit
Maraş, Akabe, Mavera hep buna şahit
Müslümanların her meselesine vakıf ve alakadar olmak onların maksad-ı aslisi idi. Bu sebeple Erdem ağabey, ‘İpekyolu’ndan Afganistan’a’ kitabıyla Afgan cihadını anlatıyordu. Keza Cahit ağabey de ‘Savaş Ritimleri’ romanı ve ‘Ağaç Okul’ şiirleriyle Afgan mücahitlerinin ahvalini kaydediyor ve neşrediyordu.
Onların muhip ve muakkiplerinden Turan Koç hoca, Serdivan Fikir Sanat’ta muhtemelen 2018’deki sohbetinde Maraşi ağabeyleri için “Ne hikmettir, nasıl olmuştur bilinmez, bunların elinden, dilinden, kaleminden şer’i şerif’e mugayir bir kelâm, bir yazı, bir fiil sadır olmamıştır” demişti. Okudukça, tefekkür ettikçe Turan Hoca’nın tespitinin hakikatin ifadesi olduğunu teslim ediyoruz.
7 Ekim 2023’te Sakarya B.Belediyesi’nin bir programında, kendisi de TİKA’da mezar-ı şerif’te görev yapmış Zeki Bulduk hoca bahsedince Savaş Ritimleri romanını okumak ihtiyacı hissettik. Cahit Abi, o zarif üslubuyla bir Afgan köyünü anlatıyor. Beş kız sahibi bir baba, bir de oğlu olması için dua ediyor. Ve o doğan oğlanın 9-10 yaşlarına kadar ki hayat macerası ilk yüz sayfada anlatılıyor. Adı Nurullah, arkadaşı Mehmet Emin, dedesi İshak Dedemaruf… Romandan bir bölüm naklediyoruz:
“Dedesi İshak Dedemaruf’u her gören nasıl Allah’ı hatırlıyorsa, Nurullah’ı gören de hemen ondan kolaylıkla vuku bulacak cesaretleri hatırlıyordu. Çoktandır onun sabahları dedesi ile birlikte, onun arkasında babasının yanında camiye geldiğini, arka saflara dizilen çocukların ilki olduğunu biliyorum. Onun torunu olduğu halde İshak Baba’nın neden onu camideki sürekli talebelerinden biri yapmadığını anlayamıyordum. Ona böyle olması için baskıda bulunmuyordu. Fakat onları yakından tanımaya başladıkça Nurullah’ın adeta özel bir eğitimden geçmekte olduğunu anlamakta gecikmedim.
Bu onun dedesinin önünde saatlerce diz çökerek kitaplardan öğrenmesi ile olmayan daha çok birkaç kelimeli yönlendirme ve bakışlarla şekillenen bir öğrenme idi.
Günler geçtikçe nasıl oldu bilmiyorum bu aksakallı kavi ihtiyarın Nurullah’tan başka biri olmadığını, bir kimsenin hem bir delikanlı hem de tecrübelerle gövdelenmiş bir imam olarak aramızda yaşadığını düşünmeye başladım. Böylece İshak Dedemaruf’ta dizgin altına alınmış bir ataklık, her şeye cesareti olabilen bir ataklık ve irade Nurullah’ta ise henüz 8 veya 9 yıllık ömrünü lif lif dokumuş bir Allah duygusu her ikisinde bir tek kalp tarafından dolaştırılıyordu.
Bu yüzden karşıdan İshak Dedemaruf reis göründüğünde mutlaka ilkin Nurullah’a bakıyor, bu ışık dolu yakınlığın hemen yanında olmaktan kalbimi kaynatan bir gurur duyuyordum. Birinden dolayı ötekini sevmeye doyamadığım bu iki insan hayatımın etraflarında dönmekten sarhoş olduğu iki mihver olmuştu” S.85
Bu ifadelerden Cahit Zarifoğlu’nun nasıl bir nüfuz-u nazar ve basiret-i kâmile ve zengin muhayyile sahibi olduğunu fark edebiliyoruz. Nurullah bir başka yerde, “Besmele ile başlandım ve daha o ilk saçılışta bana şeytan yoldaşlık ettirilmedi”. “Dedem kıbleye dönüyor. Gözünün önünde Beytullah, duvarlar ve diğer engeller aradan kalkıyor, önümüzde bir yol açılacak ve onun başında duracağız. Buradan daha nice kervanlar akmıştır. Sağa sola sapmadan ilerler ve menzile varırlar” diyor. Romanın Şubat 1983’te Ankara’da yazılmaya başlandığı, 23 Mart 1984 İstanbul’da tamamlandığı son sayfadaki nottan anlaşılıyor.
Hem Ahmet, hem Cahit, hem Zarif oluşundan dolayı yazdıkları gönüllere tesir ediyor. Çünkü “O edebiyatı medeniyet savaşının en önemli silahı olarak görmüştür. Bu gaye ile de Afganistan’daki cihada yazdığı şiirleriyle, yazılarıyla, romanıyla katılmış ve destek vermişti”. (Sefa Toprak, dünyabizim 07.06.2021 söz ve eylem ustası C.Zarifoğlu)
Kemal Kahraman Hoca, Rasim Özdenören’i o mütebessim ve vakur çehresiyle iyice tanıdıktan sonra, “Gül Yetiştiren Adam’ın romanını ancak Rasim Bey yazabilirdi” diyor. Cahit Zarifoğlu ise Zengin Hayaller Peşinde adlı kitabında Bir Protestonun Romanı başlığıyla kitabı şu cümlelerle tanıtıyor:
“Harpten sonra ne oldu? Bu soruyu sorup, cevabına tahammül edebilmiş kaç insan vardır? Soruyu biraz daha anlamlı hale sokalım:
-Niçin harp edildi ve harpten sonra ne oldu?
Rasim Özdenören’in yayınlanan romanında ilkin harbeden fakat sonra memlekete zorla getirilen devrimleri kabul etmiş olmamak için, tam yarım asır evine kapanan bir “İstiklal Savaşı” kahramanının şahsında bu soruya düşündürücü bir cevap verilir.
Roman kahramanının adı ve mesleği yoktur. O sadece kafire karşı harp etmiş bir Müslüman, harpten sonra “kafir batıdan” getirilen hayat tarzına isyan eden bir protestocudur. Bu isimsiz kahraman, aslında aynı isyan duygularına sahip milyonlarca insanın sembolü gibidir. Kimi fiilen karşı geldiği için asılan kesilen kimi sürülen hudut dışı edilen ama milyonlarcası şaşkın, çaresiz ve teşkilatsız, kendi içine kapanan bu insanlardaki isyan duygusunun sebeplerini romandan alacağımız bir bölümle sıralayalım:
“Döğüşmüşlerdi Kur’an için, halife için ve Fransızları kenti terk etmek zorunda bıraktıkları zaman kurtulduklarını sanmışlardı. Oysa sonradan olanlar bambaşkaydı, uğrunda savaşmadıkları, savaşmayı akıllarına getirmedikleri şeyler olmuştu. Ne uğruna savaşmışlarsa, sanki savaşla onu ortadan kaldırmak istemişler gibi bir sonu olmuştu, kimsenin beklemediği bir şeydi bu, ama gene de çok kimse farkında değilmiş gibiydi bunun ya da sanki herkes kafir olmaya teşneymiş gibi. Bir kendisi fark etmişti gerçeği bir de asılan birkaç arkadaşı”. Gülücük’teki İbrahim Edhem şiiri aşağıdadır:
İBRAHİM EDHEM Suya bir iğne attı Deniz kıyısında Yamalı giysiler içinde Bir adam Yüzlerce balık Ağızlarında birer iğne Başlarını çıkardılar sudan Bir padişahtı Dünya padişahıydı Denize gelmeden önce Bir gün sarayında Uyuyordu Atlas döşeğinde Tam gece yarısı Damda bir gürültü Bağırdı padişah -Kim var orada Damda işin ne |
Dedi ki damdaki: -Devemi arıyorum -Be adam dedi padişah Damda mı aranır Kaybolan deve -Be hey gafil Dedi adam padişaha Ya hiç aranır mı Allah Sarayda atlas döşeklerde Bir ah çekti padişah Hemen kalktı sarayı bıraktı Çıkardı sırma kaftanını Armağan etti bir çobana Fakir bir çoban Gibi giyindi Gitti denizlere Şimdi yoksul Kendi yamar giysilerini Ama balıklar bulup getirir İğnesi düşse denize |
Mustafa Özel hocamız İtibar Dergisinde yayınlanan “Bendeki Zarifoğlu” başlıklı yazısında şunları söyler: 47 yıllık hayatına 21 eser sığdıran yazar için: “Bir de bir fotoğrafını çok beğenirim merhumun. Sağ elinde kalemi ile gözlüğünü hafifçe aşağı doğru kaydırmış uzaklara doğru bakan bu fotoğraf bana çok etkileyici gelir. Kim bilir neler görmüştü oralarda. Baktıkça bakasım gelir. Yorulmam bakarken… Merhum vefat ettiğinde yurt dışında öğrenciydim. Dolayısı ile vefatını geç öğrendik. Büyük bir beğeni ile ilgiyle okudum bir yazar bir şair vefat etmişti. Üstelik 47 yaşında idi. 47 yaşında ölünür müydü? O yaşta bu ölümü ona yakıştıramamıştım. Bu vesile ile kendisine bir kez daha rahmet diliyorum. Okuyanı, dua edeni bol olsun inşallah”.
Prof. Nabi Avcı, Maarif Vekilliği döneminde bir okul ziyaretinde çocuk kitapları hediye eder. Bunlardan biri de Ağaç Okul kitabıdır. İdrak ve irfan fakiri bir kısım eşhas tenkide yeltenirler. Sayın Avcı, çok âlimane- hâkimane cevapla onları sükût ettirir. Hatta Gazeteci Ahmet Hakan da Hürriyet’teki köşesinde 19.09.2013 tarih ve “C.Zarifoğlu’ndan El-Kaide’ci çıkmaz” başlıklı vicdan ve irfan sahibine yakışır bir yazı yayınlar. Şimdi Ağaç Okul’dan iki şiir kaydediyoruz.
YARALANMAK
Savaşta en kötüsü
Ölmek değil yaralanmaktır
Çaput sararlar yaralı bacağına
Bağlarlar bir katırın sırtına
Dağlar aşacaksın böyle
Kimbilir kaç gün kaç gece
Bir alev basar yanarsın
Bir buz gibi olur alnın yanakların
Çatlak dudakların dualar mırıldanır
Kan akar akar çaput kan olur
Eyer kan olur urganlar kan olur dağlar kan olur
Medet Allah’ım medet kuru dudakta
Son bir kelime Kelime-i Şehadet ve şehadet
En zoru ölmek değil yaralanmaktır savaşta
BÜLBÜLÜMÜZ
Bir bülbülümüz vardı kafeste
Ne zaman azat etsek uçursak
Döner gelirdi evimizdeki yuvasına
Bülbülümüz
Dağlardan ağaçlıklardan çok
Severdi bizdeki evini
Ne zaman ki Ruslar geldi ülkemize
Bülbül duramaz oldu kafeste
Açtık kapısını çıktı
Öttü öttü bir ağıt gibi
Ve son kez baktı bize
Uçup gitmeden önce
Gitti bülbül biliyorum
Anlatmaya özgürlüğü
Kurtlara kuşlara
İçim ağlıyor bakıyorum da dağlarımıza
Kalbim ağlıyor ruhum ağlıyor
Yazının başlığındaki “Önden Giden Atlılar” şiiri dostu ve hemşehrisi Osman Sarı Hoca'nın aynı adlı şiir kitabından iktibastır. Oradaki şiirde;
“Onca yol çiğnediler
Çiçek çiğnemediler
Sahabe atlar bunlar
Önden giden atlılar,
Önden giden atlılar” der.
Gençlerimize ve meraklılara özetle tanıtmaya ve hatırlatmaya çalıştığımız Cahit Zarifoğlu ağabeye ve diğer ism-i şerifi geçen dost ve yârânına rahmet ve mağfiret niyazıyla, hayatta olanlara da sıhhat ve afiyet temenni ediyoruz.
“Yine mülâki oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbaba selâm olsun erenler”
Vecdi, hotgamlık bir hale dönüştürmeyen,milli ve islami duyarlılığı yüksek, yürekli,asil, şuurlu, izzetli ve zarif şahsiyetlere selam olsun.