Son dönemde yayımladığı iki devasa kitapla öykü gündemimizin başına oturan Necip Tosun, hikâyeye gönül verenlerin es geçemeyecekleri, muhakkak uğrayacakları duraklardan biri olarak duruyor. Hakkında yapılan çeşitli dosyalar, kendisiyle yapılan mülakatlar ve kitapları üzerine yazılan yazılar bunu bize açıkça gösteriyor. Tosun, peş peşe yayınlandığı Modern Öykü Kuramı ve Öykümüzün Kırk Kapısı adlı eserlerle hikâyenin poetikası üzerine de düşünmemiz gerektiğini bizlere salık veriyor. Genç öykücüye dolaştığı öykü evreninde uğraması gereken durakları gösteriyor Tosun.
Necip Tosun her şeyden önce bir öykücü. Öykü kuramı üzerine yazdıkları ve kuramsal bilgileri pratize etme imkânı bulduğu eleştirel incelemelerinden öte o bir öykücü. Bugüne kadar iki öykü kitabı yayımladı Tosun: Küller ve Uçurumlar (Hece Yayınları, 1998) ile Otuzüçüncü Peron (Hece Yayınları, 2005). İki öykü kitabı arasında 7 koca yıl… Son öykü kitabının üzerinde geçen 8 koca yıl… Aradaki bu fasılalar Necip Tosun’un hikâye yazmadığını göstermiyor. Tosun zaman zaman yazdığı hikâyelerini Hece-Öykü, Yedi İklim, Karagöz, Mahalle Mektebi gibi çeşitli dergilerde değerlendirdi.
İlk kitap Küller ve Uçurumlar 14 öyküden oluşuyordu; ikinci kitap Otuzüçüncü Peron ise, 1999 ilâ 2005 yılları arasında yayınlanmış on üç öyküden oluşuyor. Türkiye Yazarlar Birliğince 2005 yılı öykü ödülüne layık görülen Otuzüçüncü Peron’da daha çok ‘yenik’, ‘kırık’, ‘yorgun’, ‘yitik’ tipleri anlatıyor Tosun. Nedense Tosun bu tipleri anlatmayı seviyor. Bunda, üniversite okuduğu dönemin derin etkileri olduğunu söylememiz mümkündür. Onun üniversite öğrenciliği 80’li yılların karmaşasına ve keşmekeşesine denk geliyor.
Otuzüçüncü Peron’daki öykülerin adlarına baktığımızda (Aynalar ve Sırlar, Mektup, Geçit, Otuzüçüncü Peron, Ricat, Sis Çanları, Karşılaşmalar, Yağmur, Park Otel, Yansıma, Uğultu, Bakışlar, Kırılmalar) yenilgi, hüzün, kırılganlık, çöküntü, geçmişle hesaplaşma görmemiz mümkün; en azından hikâye adları bunları çağrıştırıyor bize. Bir yenilgi psikolojisini yansıtıyor Tosun’un öyküleri. İlk kitap da böyleydi, hatta ilk kitaptaki imgeler daha kuvvetliydi. İlk kitaptaki öykü adlarına baktığımızda bu durum belirginleşiyor: Kuyu, Hüzzam, İnfitar, İnşirah, Küller, Uçurumlar, Resimler, Trenler ve Odalar, Hüzzam, Hiç, Gün Devrildi Cadde-i Kebir’de, Kamera, İnci, İbrahim. Belli ki Tosun savruluşları, yenilgileri anlatmayı seviyor.
Büyük yazar kimdir?
Yazarı büyük kılan bir insandan, tipten yola çıkarak yarattığı karakterde bulunan illeti derinleştirip, ayrıntılarını gösterip adeta kılı kırk yararcasına işlemesidir. Çünkü böyle bir durumda sorun olan durum, bütün insanları da kapsayarak sorunsallaşacaktır. Genelleşecektir, belki de evrenselleşecektir. Sağlam bir film izlediğimizde, bu film yabancı da olsa sorunsallaştırdığı meselenin önemini fark edebiliyoruz. Aynı şey bir hikâye ve roman için de geçerlidir.
Aynı adamı anlatıyor ve aynı şarkıyı terennüm ediyor Tosun, durmak bilmeksizin. Hem aynı adamın farklı zamanlar ve mekânlardaki halini okuyormuşuz hissi doğuyor içimize nedense. Bu anlamda Tosun, bir sorun olan durumu sorunsallaştırıyor ve mesele haline getiriyor. Otuzüçüncü Peron’daki öyküler de Küller ve Uçurumlar’ın izini takip ediyor çoğunlukla. Acaba Tosun yeni bir kapı aralayacak mı? Tosun’un son zamanlarda yayınladığı “Mürekkep Lekesi” adlı öyküsü de ilk iki kitabın izleğini sürdürüyordu. Necip Tosun, “Günümüz Öyküsü” adını taşıyan yazısında, öykü kitaplarının izleğini ifade ediyor bir nevi.
Necip Tosun’un mükemmeliyetçi olduğunu söyleyebiliriz. Gergef gibi işliyor kelimeleri ve cümleleri. Dili seviyor diyebiliriz. Dil, haddizatında öykünün ön şartı sayılır. Dili kullanamayan, dilin imkânlarından haberdar olamayan bir kalem, edebî bir metin ortaya koyamaz, en azından koymakta çok zorlanır. Bu yüzden dil, yazılı metinlerde aranan ilk özelliktir.
Sinemaya da yoğun ilgi duyan Necip Tosun’un öykülerinde sinema yer etmeye devam ediyor. Özellikle “Yağmur” ve “Bakışlar” öykülerinde sinemanın izleğini gördük diyebiliriz. Örneğin “Yağmur” adlı öykü bize Bergman’ın Sessizlik filmini, “Bakışlar” öyküsü de Tuhaf Bir Koleksiyoncu adlı Türk filmini hatırlattı.
Kimsenin arayıp sormadığı birer düş artığıdır çoğu
Tosun’un kahramanlarını yine onun öykülerindeki ifadelerle anlatmaya çalışalım: Her sabah uyandıklarında bir yanlarının eksildiğini hisseder onlar. Evden çıkmak, insanlar arasında karışıp yitip gitmek yeter onlara. Tam bir parçalanmışlık içerisinde, durmaksızın koyulaşan karanlıkta, hedefsiz, kılavuzsuz yürürler. Eski olan her şey hüzünlendirir onları. Susmayı gösteren saatler hep bozuktur, hep ilgisiz bir zamanı gösterir öykülerde. Kimsenin arayıp sormadığı birer düş artığıdır çoğu. Ses tonları nedense güven telkin etmez, çünkü sesleri kırık ve boğuktur. Akıp giden kirli ve yalancı hayata karşı bir sığınak olan mekânlar teker teker tarumar olur, insanların hayatından silinir giderler. Çünkü insanlar rüyalarını yitirmişlerdir. Onlar da rüyasız bedenleri terk etmişlerdir. Şehrin ruhu çekilmiş, hilkat yıkılmıştır.
Hemen hemen bütün öykücülerin, ilk kitaptan son kitaba kadar, aynı kitabı, aynı duyarlıkları, aynı sorunları yazdıklarını, öykü serüvenleri süresince ilk kitaplarının peşinden gittiklerini söyleyen Tosun da, ilk iki kitabına ve dergilerde kalan öykülere baktığımızda aynı sorunu, aynı duyarlıkları yazmıştır, diyebiliriz.
Cemal Şakar, Yedi İklim dergisinde, kendisiyle yapılan bir söyleşide, çağdaş öyküyü çözümleyebilmek için birinci ve üçüncü tekil bakış açısının yetmeyeceğini ifade ettikten sonra son cümle olarak, ‘Kendimizi çoğul bakış açılarına hazırlamalıyız’ demişti. Şakar, Hayalperdesi adlı öykü kitabında buna örnek olabilecek öyküler de kaleme almıştı.
Necip Tosun da ilk iki kitabında nadiren de olsa farklı şeritlerde sürdü öyküsünün izini. Fakat bu çok nadirdi, birer ikişer öyküyle sınırlı kalmıştı. Öyküsünü takip edenlerin de ifade ettiği üzere, Necip Tosun özellikle “Telefon” (Hece-Öykü 12) ve “Sözcükler” adlı (Hece-Öykü 18) öykülerinde Şakar’ın ifade ettiklerini, yani çoğul bakış açılarını yansıtıyor öyküsüne. Bu anlamda Necip Tosun’dan şerit değiştirmesini, yeni ses ve renklerle karşımıza çıkmasını beklemek bir okur olarak hakkımızdır diyoruz. Yine aynı şekilde Necip Tosun’dan artık umudu sulayan öyküler bekliyoruz. Özellikle artık öykü poetikası üzerine yazdığı yazıları kitaplaştırdıktan sonra öykü telifine daha fazla vakit ayıracağını umuyoruz.
İsmail Demirel yazdı