2012 Nisan'ında Ötüken Neşriyat'tan çıkan Orobanhiyye romanı ile tanıdığımız Kudret Ayşe Yılmaz'ın ikinci romanı Ruh, yine aynı yayınevinden 2013 Haziran'ında çıktı. Roman "Ruhunu yitirmişlere" ithaf olunmuş. Bu ithaf alışılmışın çok dışında, tıpkı romanın konusu, karakterlerin giriftliği, mistik sorgulamanın iştah kabartan zenginliği, tasavvufun az dalgalı kıyılarında derviş misali gezinilmesi hatta kapaktaki buğu gibi...
Roman çok farklı demişken bunun nedenlerini de açıklamakta yarar var. Romanın araladığı ideal dünyanın kapısı denebilecek roman kapağındaki tezatlık (siyah beyaz), sanki kainat gerçeği iyi-kötü, güzel-çirkin çelişkisini ortaya koymuş. Arka kapakta ise beyazın yerini gri ton alıyor, bunun temel sebebi tanıtım yazısına dikkat çekmek olsa gerek. Bu tanıtım yazısına değinmeden geçmek haksızlık olur. Yazı romandan yapılmış vurucu bir alıntıyı içeriyor, alıntıda ölüme dair şık yaklaşımlarda bulunulmuş: "Dünya sofrasında ölüm kasesi elden ele dolaşır. Ölüm kasesinin dolaştığını bilse de sofra başındaki herkes, diğer nimetleri alma telaşındadır."
Bu tanıtım metni yazarla henüz tanışmayan okur kitlesi için bir üslup özeti olarak önemli. Çünkü Kudret Ayşe Yılmaz’ın Türk edebiyatında yerini sağlamlaştıracak unsurlardan birisi sıklıkla bahsedilen, beceri ve kabiliyetle süslü şairane üslubu olsa gerek. Alıntı metin şöyle devam ediyor: "Kadehi yudumlamış, kabrinde cennet kandilleri yanan, kan damlayacak yanak kadar taze bir bedeni sürükleyenler kadim mezarların kavislerinden geçtikçe daha çok nefes nefese kalıyorlardı. Kuşlar çayır türkülerini söylemeyi bırakmış, rüzgar soluğunu tutmuş, cümle can bu üçünün civarında durmuştu. Hayat ve memat hiç bu denli yakın dahası bu denli hararetli olamamış, hararetlerini hareketleriyle karamamıştı. Mezarından çıkarılan vücut hâlâ sıcak, onu çıkaranlarsa tanımsız halde cesur... En öz öğüt olan ölüm etrafındaki bu üç kişi gidiyorlardı. Bu gidişle bereketli hesaplaşmalar ve ödeşmeler artık başlıyor demekti.”
Sanat kavuşturucudur
Roman iki ana bölümden oluşturulmuş. Bölüm isimleri romanın ismi gibi tek hece: Tüm ve Sek. İlk bölüm “Tüm”de mekân tasvirleri daha belirgin olup ana karakterlerin hayatlarındaki önemli olaylar bilinç akışı tekniğiyle ustaca okuyucuya iletiliyor. Ana karakterler Erkut ve Ukte ile Erkut’un can dostu Nedim ana karakteristikleri ile tanıtılıyor. Erkut'un ilk bölümde çok karamsar bir çizgisi var. Hayattaki tüm kazancını kaybetmiş olan bu ana karakterin dua sahnesi, ruh ile başarıyla bağdaştırılmış.
İkinci bölüm "Sek" ismini taşımakta; yani saf, katışıksız... Bu bölüm bir ölüm sahnesiyle başlıyor. Okuyucu o çetin sorgu anına nispeten itiliyor. Romanın bu bölümünde, ilk bölümdeki Ukte ve Nedim'in yanı sıra olaylara Tekgöz Usta ve Selim yani Satıhhanı adı verilen gizemli mekândaki iki mezarcı dâhil oluyor.
Romanda hâkim üslup okuyucuya daha önce kendine sormadığı soruları sordurma muhakemesi oluşturmakta. Satıhanı'na girmek için ana şart da bir sorunun yanıtını bulmakta gizli. Roman içerisinde anlam bulan bu soruları ve cevaplarını okuyucuya bırakıyorum.
Hâkim bakış açısıyla yazılan roman; cinaslar, mecazlar ve betimlemelerdeki ustalıkla donatılmış. Bu ustalık, yazarın Türkçeyi çok yönlü kullanma becerisiyle kendini göstermekte. Yazar, bir önceki eserinde olduğu gibi kurallı, devrik, eksiltili cümleleri romandaki duygu akışına göre gayet güzel sıralıyor. Öyle ki Fuzuli'nin Su Kaside'sinde su sesinin duyuluşu gibi; Ruh okunurken de ruhunuzdaki yıpranmışlığı keşfedebiliyor, yaralarınızın sızladığına şahitlik ediyorsunuz. Anlatımdaki bu üstün sanat zevki ve duruşu karakterlerin oluşturulması esnasında da varlığını sürdürmüş. Romanın genelinde sanatın hâkim olduğu aşikar. Erkut oyma sanatçısı ve fotoğrafçı, Nedim de fotoğraf sanatçısı, Ukte ressam, Tekgöz Usta hattat, Selim cilt ustası... Roman sonunda vurgulanan tek cümle ile yazarın sanata bakışı da ortaya çıkmakta: "Sanat kavuşturucudur."
Okuyucu manevi uyanışa doğru yol alıyor
Romandaki önemli bir detay da üç rakamı… Üç, romanın tamamına serpiştirilmiş güçlü bir unsur. Mesela tüm olaylar Ukte'nin ölümünden sonraki üçüncü gece başlıyor. Üç gün süren olaylar karşısında Erkut kulübedeki üçüncü odada konaklıyor. Romanda ayrıca üç mezarcıya ait üç kitabe var. Üç cenaze, üç mezar ve üç merasim de bunlardan…
Mekânlar açısından bakıldığında roman, nehir kenarındaki bir evde başlayıp yine aynı nehrin kenarındaki âlimlere ait metruk mezarlıkta bitiyor. Hayatı nehir olarak tasavvur etmiş gibi görünen yazar, ömrün ev ve mezar aralığındaki kısalığını okuyucusuna sezdirmiş. Bunun yanı sıra ütopik bir mekan olan Satıhhanı’nın neresi olduğu romanın finalinde ortaya çıkıyor. Yazar zaman kavramı olarak hiç saat kullanmamasına rağmen geceyi sıklıkla yineliyor. Hatta roman ve olaylar gece başlıyor. Ukte’nin çok sevdiği sonbahar da romandaki bir diğer zaman unsuru ve ana karakter Erkut’un ruhuna kavuştuğu mevsim de ilkbahar olarak belirlenmiş. Ruha kavuşma demişken “Sek” bölümünde çoğu ara başlangıcın "uyanmak" fiiliyle olduğunu vurgulayayım, çünkü bu sayede okuyucu manevi uyanışa doğru yol alıyor.
Roman Yelbeğen ve Erkut’u özetleyen bir manzume ile başlayıp bitmiş. Bunun sırrına nail olmak isteyenlere şunun altını çizmek şart: Roman, Erkut’a müjdelenen kitabenin ta kendisi. Yani roman biterken başlıyor, bu da benim daha evvel hiç rastlamadığım orijinal bir anlatı şekli.
Tüm bunların ışığında son olarak denilmesi gerekiyor ki özellikle karşılıklı diyaloglarda ve finalde bütün sorular yanıtını bulunca duyulan keyif hayatınıza günlerce egemen olacak. Ayrıca Kudret Ayşe Yılmaz, ölüm ve hayat arasındaki bağı mistik bir silkelenişle öyle güzel ortaya koyuyor ki, okuyucu da tıpkı Erkut’un son sözünün ruh olması gibi roman sonunda tek kelimeye odaklıyor: Haşmetli.
Emrah Mola yazdı