Okursuz toplum

Okumak düşünmek, yazmak taşınmaktır. Toplumumuzda okumak masraflı bir o kadar da çileli bir uğraş kabul edilir. Yazmak kalemi eline alan kişiye okuma açığını kapatacağına dair söz verir. Gerçekten de uzaktan baktığınızda yazan her kişi okuma mektebinden mezun olmuşa benzer. Sözün bir yerinde “okumuştum” diyen birine kısık gözlerle bakarsınız. Hâlâ aynı çeşmenin başından tasını dolduruyor diye içten içe dudak büzersiniz. Ama bir cümlesinin sonunu “bunu ben yazmıştım”la bitiren kişiyi gözünüzün önüne getirin. Fotoğrafı ne kadar net değil mi? Bir kere gözünüzü sonuna kadar açıp yüzünü seyre koyulursunuz. Yüzündeki kesik çizgiler, sis lambaları ve bariyerler ayan beyan ortaya çıkar. Sanki uzun bir yolculuk için aracınızla kara yoluna çıkmış gibi olursunuz. Tabii bakışınızdaki sürat ve ince eleyip sık dokuma sizi her an radara da yakalatabilir.

Ne demişti ikinci adam: “bunu ben geçen bir yazımda yazmıştım.” Düşünme aşamasından taşınma aşamasına geçmiş bir insanın özgüvenine bundan daha iyi bir örnek var mıdır bilmem. Bazı tipler de vardır ki onlar büsbütün sosyolojik vakadır. Çok konuşurlar, etrafındakileri esir alırcasına lafa tutarlar. Tam kalabalık içerisinden birilerinin ilgisi başka taraflara kaydığında hazirun’u şoke edecek cümleyi patlatıverirler: “Biliyor musunuz ben çok okurum.” Ezkaza kalabalık içerisinden biri “neleri okuyorsun?” diye sorma ihtimaline karşı önlemini de almıştır: “kitap seçmem, her şeyi okurum, ne bulsam okurum.” Burada cümleye zoraki yerleştirilen kitap okuma iddiası dinleyenlerde “bu adam boşa konuşmuyor” intibaı yaratmak içindir.

Toplum okumuyor yargısını yüksek sesle seslendirmeniz de sıkıntılı bir durumdur. Her an birileri çıkıp toplumun okumamasının altındaki hikmeti size dokunaklı cümlelerle anlatıverir de kalakalırsınız. “Bizim milletimizin birikimi şifahi kültür” diyenleri mi istersiniz yoksa “ilim bir nokta idi onu cahiller çoğalttı” örneğini vererek sizi ters köşeye yatırmak isteyeni mi? Bizim halkımız çok kalenderdir, kitap okumak yerine kitap okumak üzerine konuşup sohbet etmeyi sever. Ta itikadımıza kadar sirayet eden ilim-amel uygunluğu sorunsalının buralara kadar uzanmış şeklidir bu.

Nasıl olsa kitap okumadığı ya da hangi kitapları okumadığı insanların yüzüne yansıyan bir şey değildir. Öyleyse “okudum” demekte bir beis görmez, hatta daha kârlı bir alışveriş olarak görür bunu. Kur’an’ı okumadığı halde okumuş gibi çevresindekilere nizamat vermeye kalkan insanları hiç görmediniz mi? Evlerimizde kütüphaneler halen bir yük olmaktan çıkmış değildir. Dünyada bilinmedik bir şey yok anlayışına sahip olduğumuzdan olmalı her bir şeyi yakıştırırız da evlerimize kütüphane 100 yaşındaki babaannemiz gibi gelir. “Ciddi meselelerde kitap göstermek lazım azizim” diyenlere karşı da her zaman çareler üretilmiştir. Uzun uzun konuşur bizimkisi, çok iddialı şeyler söyler. Altını dolduramadığı cümleleri kurduğunda illa ki birileri çıkıp “iyi de bunları sen nerede okudun, kaynak göster kaynak!” deyince bir an ablukaya alınmış gibi olsa da anlattıklarının peşini bırakmaz.” Şey” der, sonra “hani şey var ya” diye ilave eder. Herkes ney diye şaşkın bir yüzle bakarken o yine karanlıkta el yordamıyla bir şeyler arar gibi devam eder: “hani şu kabı mavi olan kitap var ya”, “geçen televizyona da çıkmıştı nasıl hatırlamazsınız”, “neyse kitabın adı ve yazarı şimdi aklımda değil, sonra söylerim” diyerek topu taca atar.

Bazen de okumakla kişi arasındaki ilişki bir iyelik eki gibidir. Kitabı okumaktan ziyade o kitapla fotoğraf vermeyi veya o kitap elinde iken başkalarının onu farklı algılamasını sağlamak niyeti öne çıkar. Şayet resmi bir makam sahibi ise masasının sağına soluna entelektüel düzeyi yüksek kitapları yerleştiriverir. Bu “bakmayın, kitap da okuyoruz haa!” demektir. Her türlü muhabbete uyarım anlamındaki bu kitaplı dolaylı mesajlar kitabın nasıl nesneleştiğinin de acıklı bir tezahürüdür.

Ömründe bir tek kitapla muhatap olmuş, yolda yürürken ayağına takılmış tek bir kitapla ömrünü tamamlamış insanlarımız da az değildir.  “Tavuk Suyuna Çorba” nev’inden kitapları mı dersiniz, Ferrari’sini Satan Bilge türü başlığı bile ömürlük olan kitapları mı? Bunları okuyanlar “kutsal kitap” gibi başka hiçbir kitabı okumaya yanaşmazlar. Mazeretleri de hazır: “Okuduğum kitabın tesiri kaçsın istemiyorum.”

Gerçekten okuyan insan bu kişilerin nezdinde çok uzak bir ülkede oturan insan gibidir. Sahici okuyan insanı gördüklerinde hemen sinirleri bozulur. Herkes ormana karşı, denize karşı, kitap dağlarına ya da şehrin yanıp sönen ışıklarına karşı okumayı seçer; siz siz olun, okumayanlara karşı, okuyormuş görüntüsü çizenlere karşı, okumadığı halde bunun farkında olmayanlara, okumamayı kutsayanlara karşı okuyun!