İnsanın kitabla tanışma yaşı nedir? Modern bilim denen nane, bunu merak edip, belli bir rakam belirtebilecek şekilde üzerinde araştırmaya yapabilir. Çünkü, ülkemizde yaşayan her vatandaşın malumu olduğu üzere, İşviçreli bilim adamı denilen bir grup hayali karakter, nerede lüzumsuz bir mevzu varsa, üstüne eğilmiş ve üşenmeden neticesi bizleri zaman zaman çokça güldüren araştırmalar yapmışlardır. Bu yüzden birçoğumuzun zihninde İşviçreli bilim adamları, bir sitkomdur adeta.
İsviçreli bilim adamlarını geçelim. Bendeniz kitabla ne zaman tanıştım? Yaş belirtme mecburiyetimiz yoksa, bacak kadarken tanıştım demek istiyorum. Babamın televizyonsuz evimizde Nimet-i İslam okuduğu günleri hayalle karışık hatırlıyorum. Kitab, türünün ismi olan "ilm-i hal" ile tesmiye edilmeyi fazlasıyla hakediyordu. Zira kuru fıkıh kaidelerinden mââdâ, şeriat-ı Ahmediyye'nin hayata intibakını kolaylaştıran bir dile sahipti. Onu çok okurdu babam. Bu sebepten bir mecliste konuştuğu zaman, ayet ve hadis nakilleri yapamasa bile, mevzulara getirdiği yorumlar İslam'ın o iki kılıcının parlaklığını taşıyordu.
Demem o ki, ilkokul çağlarımda çoktan kitabla tanışmış bir çocuktum. Hatta henüz okula gitmeden, harfleri bilmekle birlikte üç haneli sayı kümelerini de okuyabilecek seviyedeydim. Fakat asıl mevzuumuz bu üç paragrafta bahsettiklerim değil. Değinmek istediğim, bir gün okunur düşüncesiyle ve -tartışabilir olsa da- bana göre aç gözlülükle satın alınıp, kütüphane raflarında sayfaları sararan kitabların akıbeti. Ben kendimin bu kitablığına bir de isim verdim: "Ya okursam kitablığı"
Ya okursam kitablığımda yıllardır kendisine sıra gelmesini bekleyen bir sürü kitab var. Sayması yorar. Önceleri kütüphane için, ilerde okumak gibi sahih bir maksatla kitab toplanırken, zamanla bir efemeracılığa dönüşmesi korkunç bir netice. Yani gözünün gördüğüne hayran, kulağının işittiğine meftun bir kitab toplayıcısı olmak beni endişelendiren bir durum. Sonuçta aracı ulaşılması gerekli bir şey olarak niteleyip, ulaştıktan sonra da terketmek gibi hazin bir durum ortaya çıkabiliyor.
Tanıdığım böyle birkaç insan oldu. Hikmet topladığı zannıyla bir yığın kitab biriktirip, okuduğu bir kaç tanesinden bile güzel örneklemeyişleri, yazılanların insan üzerinde ne kadar etkisi olduğu hakkında beni bir kere daha düşünceye sevketti. Ellerinde her seferinde yeni kitablar gördüğüm halde üzerlerindeki halin değiştiğine şahid olamıyordum. Fakat kitabın güzelini biliyor olmaları sebebiyle kendilerine çok da kızamıyordum. İleride belki bir güzel kitab, rüzgârın yönünü değiştirir ve bu arkadaşlarımın da yelkenleri şişer diye bekliyordum.
Her halükarda amacımız kitablardan alacağımız hikmet olmalı
Hamdolsun arkadaşlarımın yelkenleri yavaş yavaş şişiyordu. Fakat daha ağır bir hastalığın mevcûdiyetine şahid oldum. Okumak fiili artık kendini bilmek gayesini unutup, malumatfürûşluk etmek amacı güdüyordu. Bir ortamda konuşan herkes, eteğindekileri dökme ihtiyacı duyuyordu. Her konu hakkında bir değerlendirmeleri, yorumları vardı. Bilmedikleri olmazdı ya, gene de bir konu üzerinde söyleyecek sözleri bulunmadığı zaman, mevzuyu kendi bildikleri başka, apayrı ve meseleyle alakası olmayan malumatlarla boğarlardı. Zaman zaman kendimde de bu hastalığın belirtilerine rastladım. Buna neden olanın sırtını yasladığı kitablığı olduğuna karar veren bir cevval arkadaşım, okuduğu kitablarını teker teker dağıtmaya başladı. Henüz okumadıklarını da bir programa koydu ve okunduktan sonra dağıtmak için kendi kendine söz verdi.
Onun bu hareketini ben yapabilir miyim diye düşünürken, aslında kolay olanı yaptığına hükmettim. Bu konuda ne yapabileceğimi sorduğum bir büyüğüm dilini tut demişti. Dili tutmanın yanında kitablığı feda edebilmek gayet basitti. Peki, ben dilimi tutabildim mi? Tabii ki hayır. Tutabilmiş olsaydım bu kadar lakırdı edebilir miydim? Kitablar hayatına girdiğinden beri bambaşka bir iklimde yaşayan çok insan yok aslında. Kitab ve kültür meraklıları hep birbirleriyle bulundukları için bazen bunun çok olduğunu düşündüklerini yaptıkları genellemelerle ele veriyorlar.
Her halükarda amacımız kitablardan alacağımız hikmet olmalı. Kitablarımız evimizin içinde ayaklarımıza dolanıyor olsa ve bunların hepsini okumuş olsak bile, bilgiçlik satmaktan Allah'a sığınmak en selametli yol. Hz.Pîr Cenâb-ı Mevlânâ, bu konuda en güzelini buyurmuş: "Bir çobanı bile dinle. Hiç bir şey bilmiyor olsa bile, senden daha iyi koyun gütmesini biliyordur."
Ahmed Sadreddin yazdı