Bir söz okuruz ve hemen altındaki isme dikkat ederiz. O söz oraya ya da her nereye yazıldıysa güzel sözdür ve muhtemelen barındırdığı içeriğe herkes katılıyordur. Sözün parlaklığına ve bizde uyandırdığı dalga şiddetine göre o ismin takdir edilme oranı artacaktır. O Laf Hemingway’in Değil, kitap ismi olarak ilk bakışta neyi anlattığını ifade ediyor. Bu yönüyle orijinal ismiyle çeviri isminin aynı olması yerinde bir değerlendirme olmuş. Malumdur ki aynen filmler gibi bazı kitaplar da orijinal isimlerinden farklı olarak isimlendiriliyorlar.
Yazar, giriş kısmında bu işe nasıl başladığını özetliyor. Bir sebepten söylenmiş sözlerin aslında kimlere ait olduğunu araştırma ve bulma ihtiyacı hissediyor ve işe başlıyor. İlk araştırdığı söz Robert F. Kennedy’nin olduğu düşünülen “Tuhaf bir zamanda yaşarsın inşallah” sözü. Ona atfedilen bu sözü araştırıp daha eski tarihlere kadar gittiğini görüyoruz. Bunu şunun için söylüyorum aynı yöntemi tüm araştırmalarında kullanıyor. 2010 senesinde Quote Investigator yani “Özdeyiş Dedektifi” adlı bir site kurup çalışmalarını bu site üzerinden yürütüyor. Bu kitap sitede yer alan araştırmaların toplanmış hâli. Kitabı okurken pek çok yerde QI çıkacak karşınıza. İşte QI bahsettiğim sitenin kısaltılmışı.
Gerek konu gerekse de anlatım biçimi ve içerik olarak son derece eğlendirici ve bilgilendirici bir kitap. Fakat bilgilendiriciliği konusunda itirazlar yükselebilir. Çünkü kitabı “Her duyduğunuza inanmayın” kitabı olarak da değerlendirebiliriz. Kitap bize her duyduğumuza, okuduğumuza ve gördüğümüze inanmamayı anlattığına göre bizler de pekâlâ dediğini yapıp bu kitapta verilen bilgileri araştırabiliriz. Bu manada eğlendiricilik tamam ama öğreticilik şarta bağlıdır.
Peki bir söz kimindir, ya da gerçekten kimindir? Garson O’Toole, sitesine verdiği ve isme uygun olarak iz peşine düşüyor ve bu sözlerin ilk kullanıldığı zamana gidiyor. Giderken her araştırmacının başına geldiği gibi başka başka şeylerle de karşılaşıyor.
Yazar bir sistem üzerinden araştırmalarını yapıyor. Bunu da kitabı bölümlere ayırmasından anlıyoruz. Bölümler; “Grup Hatası, Okuyucu Hatası, Yazar Hatası ve Sahibi Yoksa Benimdir” şeklinde isimlendirilmiş. Bir söz bazen atıfta bulunulan kişiye ait olmadığı gibi bazen o kişiye ait olsa da kastedilen anlamı içermeyebiliyor. Aynı şekilde yazarın ya da kişinin kullandığı bir söz okuyucu ya da dinleyici tarafından yanlış anlaşılıp o kişi üzerine kalabiliyor. Son bölümde ise yani “Sahibi Yoksa Benimdir” bölümünde ise kime ait olduğu belli olmayan birtakım sözlerin sahiplenildiğinden bahsediliyor. Araştırma yöntemlerini, bulunan ipuçlarını bağlamayı, Arşimet misali “eureka” nidaları atma işini yazara bırakıp teknik meselelerle boğulmak istemiyorum. Yazarın bahsettiği konu, günümüzün en önemli konularından biri olmaya aday. Sosyal medya aracılığıyla pek çoğumuz hep denildiği gibi sanal bir dünyada gözlerimiz kapalı hareket ediyoruz. Gözlerimizi açtığımızda ise ışıkların parıltısından yine göremiyoruz.
Hepimiz bir modanın yönlendirmesiyle sözler paylaşıyor atıflarda bulunuyoruz. Sosyal medya bazen sadece bunun için varmış gibi geliyor. Sayfasını sadece sözlerle dolduran, belli bir kişiye kafayı takıp hayatını onun sözleri üzerine kuran ve sözler üzerinden arkadaşlıklar, dostluklar kuran gerçek insanlar var. Bu kitabın onları hayal kırıklığına, uğratacağından, en azından şüpheye düşüreceğinden eminim.
Yabancı bir yazara ait olduğu için örnekler dünyadan verilmiş. Keşke bu kitabın Türk versiyonunu yazacak birileri çıksa demeden edemiyorum. Yazarın çizdiği çerçeveye bağlı olarak bir iki Türk örnek vermek hem daha açıklayıcı olacak hem de teknik tartışmalara ucundan kıyısından da olsa en azından Türkçe olarak yabancı kalmamamızı sağlayacaktır. Duruşma salonlarında yer alan "Adalet mülkün temelidir" sözü adaleti ile nam salmış ve bunu bir hayat prensibi haline getirmiş olan Hz. Ömer'e ait olduğu hâlde günümüzde de devam ettiği şekliyle Atatürk imzasıyla gösterilmektedir. Bu durumda Garson O'Toole'nin eser içinde belirttiği seçeneklerden biri ile karşı karşıya kalmış oluyoruz. Bazen de söz daha önce kullanıldığı halde ve sözü söyleyen kişi kendisine ait olduğu iddiasında bulunmadığı hâlde ilerleyen zamanlarda altına imzası konuluverir. Bu, atıfta bulunulan kişinin vefatından önce olabileceği gibi vefatından sonra da olabilir. Bazı sözler de yanlış anlaşılmış ve yanlış anlaşıldığı şekliyle ilk halini unutturacak kadar yerleşmiş olabiliyor. “İstikbal göklerdedir” sözü esasında tek başına bu kitap için çok verimli bir kaynak niteliğinde. Artık yavaş yavaş kabul edilmiştir ki söz Atatürk’e ait değil. Üstelik kastedilen de göklerde uçmak olmasa gerek. Sözü hava kuvvetlerine indirgemek biraz vizyon eksikliği olarak düşünülmelidir. Gökyüzü, uzay ve uydu sistemleri aracılığıyla kontrol ve hâkimiyet mekanizmalarının genişlediği bir çağda daha vizyoner bakış açılarına ihtiyaç vardır diye düşünüyorum. Zaten söz Atatürk’e ait olmadığından mayınlı arazide dolaşıyor da sayılmayız.
Garson O’Toole, bir gerçekliği daha yüzümüze vuruyor. Yaşadığımız dönem bilgiye en kolay ulaşabildiğimiz dönem. Öyle görünüyor ki ilerleyen yıllarda ve asırlarda bu daha da kolay olacak. Fakat bu kolaylık aynı zamanda tembelliği ve kolaycılığı beraberinde getiriyor. Edindiğimiz bilgilerin değeri azalıyor ve daha az emek vererek ulaşıldığı için ucuzluyor. Hızlı hayat, hızlı bilgiye ulaşım velhasıl her şeyin hızlısı ve nasılsa istediğim zaman öğrenebilirim düşüncesi insanı ağırlık merkezi belirlemede yanlış yönlendiriyor. İnternet değimiz ve onsuz yapamayacağımız kara delik bilenle bilmeyen arasındaki farkı yok etmiş durumda. Herhangi bir konu hakkında kütüphanelere gitmeden, bilenlerle konuşmadan ve üzerinde pek de düşünme gereği duymadan internet vasıtasıyla doğru ya da yanlış bilgiler edinebiliyoruz. Genel olarak ikinci bir araştırma yani sağlama yapma gereği duymuyoruz. İşte kitabın ana fikri bu olsa gerek. O laf Hemingway’in değil, peki kimin? Evvela kitabın adıyla aynı olan ilk cümleyi kurmamız gerekiyor. Bu ilk cümle kurulmadan ikinci aşamaya geçemeyiz. Soru sorma, sorgulama ve araştırıp bulma. Bir hayat felsefesinin kısacık özeti. İnsanlar genel olarak yanlış yönlendirmelerle hayatlarına şekil veriyorlar. Sorgulama gereğini ise pek az duyuyorlar. Çünkü sorma, sorgulama ve araştırıp bulma ne kadar kolaylaştırılmış olsa da meşakkatli bir iş gibi geliyor bize. Bu kadar hızlı dönen dünyada buna ayıracak vakit kalmıyor. Kalıyorsa da insan buna inanmıyor.
Biz yine sözlerden bir çatı kuralım, yine o sözleri ve söyleyenleri sevelim ama arada bir de olsa kandırıldığımızı görelim. Bu kitabı okumasak bile sadece isminden ötürü şimdiye kadar yapmadığımız sorgulamayı yapabiliriz. Kabul etmek gerekir ki insanlığa mal olmuş birçok kişinin adı bu sözler vasıtasıyla kullanılıyor ve ilk sahipleri bu yolla büyük bir haksızlığa uğramış oluyor.
Son olarak belirtmeliyim ki sahibi ve anlamı dışına çıkan sözlerin müsebbibi sözün altına yazılan ismin sahibi olmayabiliyor. Kastı aşan, başka bir nedenden söylenmiş ya da hiç söylenmemiş sözler en fazla o sözü pazarlayanlara çıkar sağlıyor. Bazen daha önce hiçbir yerde işitilmemiş ve görülmemiş yepyeni bir sözün altına “Kafka” yazmaktan daha havalı bir şey olmuyor. Çünkü sözün değeri söyleyenle paraleldir. İnsan bazen kendini feda eder! Yüz sene sonra çocuklarına bırakacağı mirası, yüz sene önceki adamdan almaya çalışır.
O Laf Hemingway’in Değil, Karakarga Yayınları’ndan çıkan okuması kolay ve zevkli bir kitap. Kimi yerlerde teknik konular fazlaca yer kaplasa da genel olarak anlayacağımız dilden yazılmış gerekli bir eser olarak değerlendirilebilir.
Çok ilgi çekici ve merak uyandırıcı geldi ..okumak isterim