Her şey ilahi plan içerisinde gerçekleşmekte. Sırları ve hikmetleri çoktur O’nun ve eylediklerinin. Sünnetullah kavramı evrendeki bütün işleyişleri kapsamakta. Müslümanların durumu da, Müslüman olmayanların durumu da bu şaşmaz ve değişmez kader planında tesbit edilmiştir. Günlerin saltanat ve hâkimiyetini insanlar arasında değiştirip duran o biricik Hâkim ve Malik’tir. Asıl sorulması veya sorgulanması gereken kendi düşünsel ve yaşamsal duruşumuzdur. Nerdeyiz biz ve nasılız?
Mecburi iniş!
Dünya bir cennet değildir. Zorluk ve sıkıntı dünyanın yaratılışına bitişiktir. Daha doğrusu, “sınanıyor olmak” deyince akla bunlar da geliverir hemen. Ve akıl da başta olduğuna göre başa gelmesi mukadderdir bu hallerin. Nasıl ki Adem şeytanın iğvasına kapılarak buğdaydan yemiş ve mecburi inişe geçmişse, medeniyetler de yasak meyveden yiyerek bu vebali er veya geç yüklenirler.
Hz. Adem bildi: Esma hüsnadır!
Sezai Karakoç’un Yitik Cennet’inden ilham alarak kurduğum yukardaki cümlelerin kulvarında yürümeye devam edersek, yolumuzun umutsuzluğa çıkması mümkün değil. Çünkü Adem yeryüzüne indikten sonra dünyada olmaklığın künhüne vakıf olmak gerektiğini bildi. Esma’nın hüsna olduğunu ve dünyanın bu isimlerin tecelli mahalli olduğuna iman etti. Toprağa sağlam bastı. Kazmayı, küreği sıkıca kavradı.
İlk inşacıydı. İlk izleri o bırakacaktı. Bismillah diyerek yürüdü. Elhamdülillah dedi yürüyüp rızkına ulaştıkça. Esteğfirullah çekti göklere baktıkça.
Dış baskıların oluşturduğu komplekslerden uzak olmak!
Bunları biliyoruz. Osmanlı’yı da biliyoruz. Emeviler’i, Abbasiler’i, Selçukiler’i, Babür’ü ve diğerlerini de biraz biraz biliyoruz. Bütün bunlar bir medeniyetin devletlerini kurarken inancın emniyet veren iklimindeydiler. Baskındılar, aşmışlardı genelde dışarının etkisiyle oluşan kompleksleri. ( Evet, zulmeden isimler, hükümdarlar, sultanlar, aileler, hanedanlar oldu ama büyük Müslüman kitle hakkaniyetten ve adaletten ayrılmadı.)
Bizim açımızdan belirleyici olmak, fuhşiyatı, yozlaşmayı engelleyici olmak bir medeniyetin yaşadığının en belirgin özellikleridir. Tam burada kendimize sormamız gereken sorular beliriyor. Kim/ler veya ne/ler bizi etkiliyor, belirliyor? Neler okuyoruz? Daha önemlisi nasıl okuyoruz? Okuduklarımızı hangi mihenge vurarak hazmediyoruz?
Hangimiz sarık sarmayı biliyor?
İzlediklerimize bakalım. Dinlediklerimizi bir daha dinleyelim. Nerelerde, nasıl yemek yiyoruz? Hangi şirketler zincirinin halkasına kuyruk oluyoruz? Çatalı, yemek masasını garipseyen kaç kişi var?
Pantolonun dar olduğunu düşünen kişileri bile uzun zamandır görmedim. Sarık binlerce kilometre uzaklaşmış zihnimizden. Oysa şapka takmadığı için nice kişi darağacında şehadet şerbeti içmişti.
Teknolojiyi nerdeyse hiç tartışmıyoruz artık. Büyük ağa çok feci bir şekilde takılmış durumdayız. Dizlerini namaz dışında büken Müslümanların sayısı azalıyor. Susma ve konuşma zamanlarını bir halkadan öğrenmeyen müminin yüzünün kızarma ihtimali daha yüksek değil mi?
Sınır aşmanın büyük vebali!
Allah’a şükürler olsun ki Batı batıda. Hakikatin batısında. Ve batının da doğunun da Rabb'i Allah’tır. Nefsimizin ve şeytanımızın emrettiği, hoşlandığı her sınır aşımı hududullaha tecavüzdür. İlk yoklamamız gereken yer burasıdır. Gizli veya açık köleliği ancak buradan durdurabiliriz. Kalbin tam içinde sabitleyerek kendimizi. Fokurdayan ve kanayan dipdiri bir kalbe melekler bile hayran olur. Meleklerin hayran olduğu kalbin sahibine korku, kaygı ve gevşeklik galebe çalabilir mi? Artık yenilmez bir orduyla desteklenmektedir o: Allah’ın ordusuyla… Böyle bir ordunun koruduğu kaleyi kim zaptedebilir?
Mustafa Nezihi cennetten kalbe indi