Evet ben ilahiyatçı değilim. Dini konularda ahkâm kesecek bilgide ve salahiyette de değilim. Ancak kim olursam olayım, Müslüman’ım iddiasında bulunmam hasebi ile; Rabb’in hitâbının, Rasulü'nün uyarılarının muhatabıyım. Bu da bana, dünya ve ahiretimi ilgilendiren konularda aklımı kullanma ve zihnimi yorma zorunluluğu getirmektedir. Bu iddiada bulunan herkes gibi...

Okuma yaparken karşıma çıkan bu hadis oldukça düşündürdü beni:

“Ey Allah’ım! Senin rahmetini umuyorum, beni göz açıp kapayıncaya kadar (da olsa) nefsimle baş başa bırakma. Hâlimi tümüyle düzelt, senden başka ilah yoktur.” (Ebû Dâvûd, Edeb-110, hadis-i şerif)

Allah’ın o güzel peygamberi (SAV) acaba niçin böyle bir dua etmiştir? Ya da etme gereği duymuştur. Rabbimizin hitabı ile biliriz ki: "O'nda bizim için güzel örnekler vardır". "İzni olmadan kendiliğinden konuşmamaktadır". Yaratılmış kulların da muhakkak ki en güzelidir. Nefse uymak kötülüğe düşmek de O'nun için muhâldir. Bu durumda derdi; çok sevdiği ümmetini uyarmak, dikkatini çekmek olsa gerektir.

Nefs nasıl bir şey ki göz açıp kapayıncaya kadar bile onun insafına kalmamamız gerekiyor?

Hele günümüzde kötülüğün ayyuka çıktığı, insanın Rabbi’ne bu derece başkaldırdığı bir çağda hâlimize bakınca bu hadisi çok daha iyi anlamamız gerektiği anlaşılıyor...

Öte yandan biliyoruz ki nefsin eğilimleri, yönelimleri olmasa dünyada hayat süremeyiz. Yaşamsal faaliyetlerimizi ve neslimizi devam ettiremeyiz. Yine insan kendini ve Rabbini nefsiyle bilebilir ve tanır. Sonuç da ihtiyacı vardır ve onsuz da yapamaz. Peki hâl böyle iken onunla baş başa kalmaktan Yaradanı’na niye sığınmalı ki insan? Ve niye halini tümüyle düzeltmesi için yalvarmalı?

Sevgili peygamberimiz dünya sürecimizi güzellikle, huzurla, hayırla geçirmemiz için muhteşem bir formül vermiştir bize. Okuyabilirsek görebileceğimiz, anlarsak dertlerimizi çözebileceğimiz...

Nefse derc edilmiş bu özellikleri, ölçü ile yaşamamızı hatırlatmıştır. Yahudiler gibi israf etme noktasına gelmeyeceğiz sadece. Ya da Hristiyanların yaptığı gibi kendimize yasak da etmeyeceğiz.

Başka bir taraftan da daha önemlisi ve hadiste dikkat çekilen asıl konu, bu arzular varlık sebebimiz de olmamalıdır. Hayatımızın merkezine oturmamalıdır. "Ben böyle istiyorum, bana göre doğru bu" gibi öncelemelerle davranamayız. Nefis çok güzel yönleri olsa da tam değildir. Eksik yaratılmıştır. Hâk olanı teslim etmekte zorlanır. Bu hâliyle sırf kendi için bile adaleti sağlayamaz. Bu sebeple eksik yönleri düzeltilmeli ki kendini tamamlasın, kemâlata ersin, huzur bulsun, mutmain olsun. Dünya hayatında kader, nasip denen süreç de bunun içindir. O yaşayarak, görerek, gayret ederek zamanla olgunlaştırır kendini. Nefsinin ham hâli ile yaşam sürmeye devam ederse ölçü kaçar ve her şeyi kaosa dönüştürür.

Ölçü kaçtığı zaman dünyanın geldiği nokta ortada. Nimetler herkese yetecek iken kimileri zevk denizinde yüzüyor, kimileri de bir lokma ekmeğe muhtaç hâlde. Adalet, maddi anlamda güçlüden yana işliyor. Çoğunluk mutsuz ve eşya, insanın gem vurmadığı arzuları yüzünden can çekişiyor. Ahlâk kavramı para etmez olmuş. Hele hayâ ve edep artık söz konusu bile değil. Hatta özgürlüğün kısıtlanması olarak yutturuluyor. Nesebin sağlıklı devamı ve aile kurumun kutsalığı hiç bu kadar ayaklar altına alınmamıştır herhalde...

Her şeyi tam olan, en güzel olan, kusursuz olan, mükemmel olan yalnız ve yalnız Allah'tır. O tek ilâhtır. Tapılmak, kural ve nizam koymak hakkı O'nundur. Ki Zâtında herşey kemâlat noktasındadır. Saltanatında kâinat gerçek adaleti bulur, görür. Huzura kavuşur üstelik, zerreden kürreye her yerinde. İnsan, cin, hayvan ve alemin daha bilmediğimiz her canlısı için. Vesselâm...

Dr. Emine Savaş