Cumhuriyet Türkiye'sinde Türk düşünce tarihinin en velud yazarlarından biri Nurettin Topçu'dur. Haddizatında Nurettin Bey pek çok cephesi olan bir insandır. Biz de bu sene Nurettin Bey'in seney-i devriyesi münasebetiyle Emekçi bir talebesiyle konuşarak Hocanın insan tarafına bakmak istedik. Hocanın Emekçi talebesi adının geçmesini istemedi. Biz de Emekçi talebenin bu halini göz önünde bulundurarak söyleşiyi isimsiz yayımlıyoruz.
Nurettin Topçu Bey’le nasıl tanıştınız?
Ben Dergah ile tanışmadım, Fikir ve Sanatta Hareket dergisi ile tanıştım. Hareket Yayınları daha sonra. Ana mekan dergi. İnsanlar dergiden yetişerek kitaplarını oluşturur. Dergah Yayınları daha sonra. Neden böyle? Çıkan derginin adına uygun olmadığını düşünerek derginin çıkmasını istemedi Hoca. 80’lere kadar Hareket dergisi çıktı. Hoca vefat ettikten sonra dergi miadını doldurdu. Hoca zaten derginin içeriğinden üzgündü. Ana ocak Hareket dergisi. Ama bir bakarsın biri gelir, tekrar dergiyi devam ettirir.
Her şey unutulur ama 148/5 unutulmaz
Hoca nümayişsizdi. Ben onun noktası bile olamam. Ama ben de onun gibi olmak isterim. Onun adının geçtiği yerde, onun halini devam ettirmek için isim yayımlamak uygun olmaz. Çok hassas olmak lazım. Ben 1970’de fakülte okumak için İstanbul’a gelmiştim. Ağabeyim vasıtasıyla Ezel Erverdi’ye yazılan bir gönül mektubu ile geldim. Bir kapının aralanması pusulası idi, işe girme kartı değildi. Babam erkenden döndü. Geldiğimin ikinci günü nöbet için oturdum. Hocayla tanıştığımız o oda. Divan yolu, Ersoy Han, 148/5. Her şey unutulur ama 148/5 unutulmaz. Dr. Hatemi, Dr. Tamer Şuer, dergiye desen çizen Muammer Durmuş gibi insanlar geldi. Akşam sordular “günün nasıl geçti” diye, ben de dedim ki “buraya hiç akıllı adam gelmez mi?” İdeal olan her işte akıl geride kalır.
Hoca yazılarını Osmanlıca yazıyor. “Bu ayki yazıyı sen yazacaksın” dediler. Bu işleri İsmail Kara daha iyi hatırlar. Emekçi adamlar böyle şeylere bakmaz, hale bakar. Hoca 2’de gelecek dediler. Hoca dakik adam tabi. Ben sigarayı yakmışım odada. Dünya benim. Sanki bütün İstanbul’u üflüyorum. Hoca dokunmadı bana. Hemen toparlandım, hiçbir şey demedi. Hocayla hiç yabancılık çekmedim. Said Çekmegil sigarama müdahale ettiğinde itiraz etmiştim ama Hoca’yı görünce sigaramı sakladım. Üzerinden bir zaman geçtikten sonra bir cümle söyledi sigarayla ilgili. Ben de ortamdayım. “Sigara aptallığın dumanla ifadesidir” dedi. Bana da cevabını vermiş oldu. Altı yılda en çok beraber olduğum insan Nurettin Bey’dir.
Nurettin Bey'in halleri…
Kendi işini asla kimseye yaptırmazdı. Birine bir şey verecek olsun ayağına çağırmaz, kendisi giderdi. Devamlı iş için gidip geliyorum. Bana dedi ki “Siz yine bir şeyler yapıyorsunuz bakalım”, “Anlaşılan bir parti kuracaksınız, sen de partinin Genel Sekreteri olacaksın” diye takılıyor. Bugün kitabın satışı konuşuluyor ama Hoca’yla bu konuşulmazdı. Nurettin Bey'in hiç hatırlamıyorum bir yazarı tenkit ettiğini. Sadece durum tespiti yapan biriydi.
Bir gün Mustafa Kutlu ağabey ile Hoca’nın evine iftara gittik. Tam iftar vakti. Mustafa Kutlu hatırlamıyor. “Ekmek alalım” dedi Mustafa Kutlu. “Yok abi” dedim, “gerek yok, neyse o olsun.” Hoca büyük bir muhabbetle telaşlandı. Oturduk, Hoca sık sık içeri gidip geliyor. “Hocam dedim, “lütfen oturun, tabi hal neyse o olsun” dedim.
Hiçbir şeyi kimseye yaptırmayan insan emekçidir. Nurettin Bey de böyle bir emekçidir.
Necip Fazıl Bey ve Mahkeme sayısı
Yurdakul Dağoğlu abi, Necip Fazıl’a diyor ki “Hoca rahatsız, ziyaret etmeniz lazım”. İkisinin de fotoğrafa aynı bakamama hali var. Ziyaretten sonra Necip Fazıl Üstad, “Nurettin, korkma, vur kapıyı, gir içeri” diyor. Necip Fazıl cerbezeli bir adamdı. Yıllar sonra orda burada bir şeyler yazdı. Sonra Hocanın talebeleri de bir Mahkeme sayısı hazırladı.
Mahkeme sayısı yapıldığında Necip Fazıl Bey'in bir çıkışı olmadı. Bir şey demedi, konuşmadı. Yıllar sonra nasip oldu, Rapor 12-13-14’ü matbaada biz bastık. İşlerimizi beğenmiş. Bu kitaplardan sonra yapamayacağımızı söyledik. Fiyatlar uygun değildi, çok ucuz. Ben yapamayacağımızı söyleyince “çağır gelsin” demiş benim için. Gittim, kendisi var, bir masa var, bir sandalye var. Oğulları ayakta. Beni de oturttu. Dedim ki “Efendim olmaz, bu fiyata yapamayız” dedim. Bana dedi ki “Hocanızla olan halden dolayı mı yapmak istemiyorsunuz” dedi. Dedim ki “Efendim, bu durumun onla alakası yok. Öyle olsa diğer kitapları basmazdım.” “Para peşin” dedi, çıkardı parayı masaya koydu. O an bir adam peyda oldu. Ben hemen kalktım ama kızdı: “Sana kim kalk dedi.” Adamı kapıdan içeri almıyor. Meğer gelen ev sahibiymiş, altı aylık kira duruyormuş. Adama çek yazdı, ona attı. Adamı kapıdan içeri almıyor. Sonra adama dedi ki “Sen ne utanmaz adamsın, bizden habersiz alt ve üst daireyi kiraya veriyorsun.” Adam dedi ki “Efendim haberim yoktu.” “Ne demek” dedi “haberim yok, binanın sahibi sen değil misin?” diye adamı azarladı.
Ondan kalan…
Bana göre önemli bir şey şu: 10 Temmuz dolayısıyla Nurettin Bey'i analım. Ama “Biz onun ahlakının neresindeyiz?” Bu daha önemli bir şey. Nurettin Bey kitapla yaşıyor ama kitapla değil de başka bir şeyle yaşaması lazım. Hocanın hayatın içinde, hayatımızın içinde her haliyle olması lazım. Hocaya layık bir öğrenci olabilmiş miyim, bu kitaplardan daha önemli. Onun bize baktığı gibi gönlümüze bakabiliyor muyuz, mesele bu vesselam.
Zeki Dursun sordu, Emekçi anlattı
uzakihtimaller @gmail.com