Yaşadığımız modern çağda insanların birbirleriyle olan menfaate dayalı ilişkilerini anlamanın mümkün olmadığını belirtmek lazım. Her ne kadar hızla gelişen (gelişmiş gibi görünen) ve değişen düzene karşı insanların gitgide birbirlerinden uzaklaşmaları ve ‘ben’cillik üzerine yaşamlarını sürdürmeleri olağan bir hâl olarak görülse de bu durumun ileriki zamanlarda ne derecede insanlara zarar vereceğini tahmin etmek zor değil. Belki insanın, yaşamın gidişatında bunu fark etmesi kolay olmuyor. Bir gün diğerini kovalarken hep bir meşguliyet içinde olan insan, önce sevdiklerini, sonra kendi benliğini unutmuş hale geliyor. Bu meşguliyet, insanları iletişim araçlarının ağı altında toplamasıyla beraber elbette duracak veya yavaşlayacak değil.

O ‘yeni’ çıkmaz bir sokak

Kitapların internetten okunduğu zamanı ve küçücük telefonlara dahi sığan milyonlarca bilgiye ulaşmanın kolaylığını gören kişi, teknolojinin ona sağladığı yararları ya da zararları ayırt etmeksizin kabullenmeye devam edecek. Oysa ayrım yapmamız gerekmiyor mu? Elimizde avucumuzda olan değerleri kaybedeceğimizi bilerek niye teknolojiye her türlü şekilde teslim olmak zorunda kalıyoruz veya bırakılıyoruz? ‘Yeni’ daha cazip gelebilir ancak, insan kendi değerlerine layık olan ‘yeni’yi her zaman kabul etmelidir. Onu, kendinden ve değerlerinden uzaklaştıracak olan ‘yeni’, ilk önce ‘yeni’ olarak görünse de, kendi içinde genişleyen çıkmaz bir sokaktan, yok oluştan başka bir şey değildir.

Söylenmek istenen nasıl söyleniyor?

Teknolojideki hızlılık ve kolaylık insan ilişkilerini de kolay ve hızlı hale getirmiş durumda. Kolay bir şekilde halledilen ve hızlıca tüketilen herhangi bir şeyden nasıl tat alınmıyorsa, sohbetler de böyle bir ortama kurban gidiyor ne yazık ki. Söylenmek istenen söyleniyor belki ama nasıl? Tatsız ve duygusuz… Eline kalemini alarak yazmak üzere çay bahçesine giden yazar, bilgisayar başında klavyeye bağlı kalan yazardan, yazacaklarına yansıtacaklarında da daha sağlıklı bir ruh haline sahip…

Kapalı özgürlük

İnsanların arkadaş, dost, aile, akraba ilişkilerindeki yabancılaşmaları ilk önce, kendi başlarına var olarak özgürlüğü yaşamanın yanlış beklentilerine kapılmakla ortaya çıkıyor sanırım. Şehir hayatıyla yetişen veya köy yaşamından sonra şehir yaşamını görerek değerlerini unutan kişiyi, kurulu düzen çok çabuk bir şekilde içine alıyor.

Beceriksiz nefes alışları duyulur

İnsan doğduğu yerde var oluyor. Dışarıdaki yaşama karşı kişinin aile yapısı, değerlerin unutulmasının engellenmesinde en etkili çözüm değil mi? Her şey ailede başlıyor ve ailede bitiyor. Aile ilk adım… Ziya Osman Saba’nın şiirinde bahsettiği üç kişi temeli inşa ediyor: “Beceriksiz nefes alışları duyulur/ -ana, baba, evlât, küçük odada üçü-/ etrafında deste deste nur/ ağzında ak bir koku annesinin sütü.”

Büyük bir şenlik mi, sınırsız yalnızlık mı?

Belki büyük bir şenlik ve sınırsız bir dünya gibi görünüyor bilgisayar, televizyon, internet özellikle çocuklar için. Ancak zamanla robotlaşan ve duygularını kaybeden çocuk yalnızlaşıyor ve kendinden, dünyadan kopuyor. O çocuktan sonra yetişecek nesil ise adeta gitgide bataklığa saplanıyor.

Akrabasını görse tanımayacak

Ziyaret, bunalımlı bir hayattan kurtulmak için gerekiyor. Akraba, dost ve komşularla olan bağ, insana duygularını ve gerçekten elindeki değerlerle yaşamayı hatırlatıyor. Ancak günümüzde evin içinde dört duvarın içine kapatılmış ve akrabasını sokakta görse tanımayacak nesiller yetişiyor. Bu durum sadece çocuk için değil, ileriki nesiller için de büyük bir haksızlık… Aynı şekilde bayramlarda artık tatil merkezlerine koşan anne-babalar, çocukların dede ve ninelerinin güzel kokan ve yaşamış ellerini öperek renkli, bez mendillere ve bayram harçlıklarına sahip olmalarını da engelliyorlar belki.

Artık yorulmayan çocuklar var

Oysa bir zamanlar apartmanları ve aptal televizyon kutusunu görmeden yaşayan insanlar vardı. Yaz akşamlarında bahçeli evlerde mis gibi kokan ağaçların dallarının gölgesinde komşuların veya akrabaların sohbetleri, bir zamanın insanları için yaşanmış günler arasında. Böyle sohbet akşamlarında bahçede yeşilliklere serdikleri hasırların üzerinde gündüz vakti sokaktan eve girmedikleri için yorgunluktan uyuyakalan çocuklar yaşardı. Artık odalara tıkalı kalan ve teyze, amcasını bile tanımayan, aile birlikteliklerinden mahrum kalan çocuklar yetişiyor.

Şimdi sadece bir selam bile yeterli

İslâm’a göre sıla-i rahm (akraba ziyareti) büyük önem taşıyor. Oysa şimdi sadece bir selam bile yeterli… Akşam oturmaları ve güzel sohbetleri bırakın, bir selamı, hal hatır sormayı bari kaybetmeyelim. Cahit Zarifoğlu Yaşamak’ta bir bölümde 1973 yılında Maraş’tayken iki yaşına giren yeğenini ve ailenin en yaşlısı, annesinin teyzesi Duran Hatun’u anlatıyor. Alıntılar yapmak istesem de bunu başaramadım, bütün bir metin halinde yazıyı paylaşmak isterim:

Dua ve aspirin

Maraş 1973 6 Şubat. Annem iyi. Birlikte oturabildiğimiz yıllardaki gibi hafif ağrıları var. Hatırlıyorum, gece gündüz çocukluğun ağır gölgesi içinde bulunduğumuz yıllarda, annem arada bir ağrıyan bir yerine bastırarak, “çocuklar insanın burasında nesi vardır”, diye sorardı. Eli safra kesesinin ya da karaciğerinin üzerinde. Evimizde her türlü musibete ve hastalığa karşı bir tek doktor ve ilaç vardı: dua ve aspirin. Daima şifa bulduk.

Küçük yeğenim iki yaşına geliyor. Hakiki ve canlı tastamam bir çocuk. Kendi kendine konuşuyor, susup düşünüyor, havada benim görmediğim bir şey görüyor, ona uzun uzun bakıyor, gülümsüyor. Göz göze geliyoruz, o, dalgın ve düşünceli o şeyi izliyorken, “yakaladın beni” uyanışı ile ışıldayarak bakıyor, hafif değişik bir tebessümle hemen anlaşıyoruz. Çok sürmüyor, yine kendi muhitindeki işine dalıyor. Birkaç kez sesleniyorum. Hiç aldırmıyor. Ne kadar da kişilikli ve kendilerine hâkim olabiliyorlar. Sevgiyi israf etmeden sonuna kadar devşiriyorlar bizden ve yerlerinde bir tek saniye durmadan, durmadan kımıldayarak evi dolduran sevgimize bulanıyorlar. Sonra beklenmedik anda kendiliklerinden gelirler. Elini dizimin üzerine koyup ne söyleyeceğime bakarken aramızdaki yaş farkını müthiş belli ediyor.

Lıkırdayan bir testi gibi gülüyor

Kullandığı alfabe şimdilik yirmi harflik. Y ve R yi kullanmıyor mesela. Bu özelliğinden dolayı sık sık küçük karışıklıklar ortaya çıkıyor. Evde herkes bundan yararlanarak ona bazı kelimeleri söyletebilmek için tuzaklar kuruyorlar. Başarınca keyfediyorlar. Kendisi anlamıyor olanları, ama işin içinde bir bit yeniği olduğunu, bir tatlı terslik bulunduğunu sezip kendi kendine, lıkırdayan bir testi gibi gülüyor.

Onda iman, güzel havaların hareketli ve cıvıl cıvıl serçesi gibidir

Ailemizin en yaşlı ferdi annemin teyzesi Duran Hatun. Geçirdiği bir hastalıktan, sol gözünde, galiba gittikçe artan bir seyirme ve dilinde pelteklik kaldı. Bundan yakınıyor. Ellerini ağzındaki itaatsizliğe perde yapıyor gibi yüzünün önüne kaldırıyor; “söylediklerim anlaşılmıyor artık” diyorken, hayatının çizdiği yolda, gençlik ve canlılık yıllarıyla; geldiği yaşlılık hallerinin çarpıcı mukayesesini yapan sesi, acınma duygusu ile titriyor. Buna ve sekseni aşkın yaşına rağmen, onda iman, güzel havaların hareketli ve cıvıltılı serçesi gibidir. Sağ omzunda, boynuna yakın yerde durur, başlarını ve yanaklarını birbirine yaslamış olarak yaşarlar.

Kalk Duran Hatun, namaz vakti geçiyor

Mevsimden mevsime doğuş zamanı değişiyor, “çalar saatin de yok, sabah namazlarına nasıl uyanıyorsun” diye sordum. Pek şaşırdı soruma. İftiharla, “iman kuvvetiyle” dedi. “Nasıl oluyor” diye sordum. “Melekler bana seslenirler” dedi. “Nasıl sesleniyorlar” diye sordum. “Kalk Duran Hatun, namaz vakti geldi, kalk Duran Hatun, namaz vakti geçiyor derler kalkarım” dedi.

Ta çocukluğumuzdan beri teyze ne zaman birkaç günlüğüne bize gelse sevinçli oluruz. Hemen hiç görmediğimiz ninelerimizin yerindedir. Bütün peygamber kıssalarını bilir. Defalarca anlattığı halde, bir kere daha anlatır, heyecanlanır. Hareketlenen omuzları, inip kalkarken göğsü ve başından savrulup gidecek gibi olan başörtüsü ile yer yer sesi titremeye başlar ve ağlar.

Ruhunun büyük bölümü ahirete sarkmıştır

Ölüm, beklenen sevimli bir oğuldur onun için. Son nefesin belirsizliğinden duyduğu korku hariç ölüme hazırdır. Hiç ölmeyecek gibi ev işlerini görür, kışlık zahiresini tedariklerken bir yandan da dört gözle ölümü bekler gibidir. İnancı o kadar samimidir ki. Küçük odasının duvarları öte dünyayı engellemez. Ruhunun büyük bölümü ahirete sarkmıştır. Sabırla ve hazır, Allah’ın takdirini beklemekte ve umulacak en büyük şeyi, O’nun cemalini görmeyi ummaktadır.

Duran teyze uykudan uyanır uyanmaz kurulmuş gibi tevhid kelimesini getirmeye başlar. Ömrü boyunca kendini güzelce buna kurmuştur.

Gözde Nurcan