Buhurizade Mustafa Itri Efendi, bestelemek için binlerce salavat içerisinden niçin Salat-ı Ümmiyye’yi seçti? Burada ecdadın irfanından bir numune tebellür etmiyor mu? Milletçe baş tacı ettiğimiz, hayatımızdaki en canlı salavatlardan Salat-ı Ümmiyye bu ününü sadece bestesine mi borçlu? Bu soruların peşinden gitmek istediğimizde, cevap daha en baştan, bu salavata ismini veren “ümmi” kelimesinden kendisini gösteriyor.
Salat-ı Ümmiyye’de “ümmi nebi” övgüsü vardır, çünkü ümmi, Efendimiz aleyhissalatü vesselam’ın güzel isimlerindendir. Kur’an-ı Kerim de Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu ismini iki ayet-i kerimede tasdik eylemiştir:
“Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları resule, o ümmi peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
(Resûlüm!) De ki: ‘Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlü’ne, o ümmi peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A’râf 7/157-8)
Ümmi, ilmi ölümsüzden alana denir
Ümmi, sözlükte “kitabi bilgilerle zihni doldurulmamış, -anneden doğduğu safiyette- doğal hâli üzere kalmış, okuyup yazarak tahsil görmemiş kimse” diye geçmektedir. Hâlbuki Ümmi Sinan’ları, Vahib Ümmi’yi hatırlayalım, Anadolu irfanında ümmi cahile denmez, bilakis ümmi -bilgeliğini kimden aldığı bilinmeyen- bilgedir. Bir şeyh efendinin tarifiyle “ümmi, ilmini ölümlüden değil, ölümsüzden alana denir.” İşte ümminin bir manası böyledir: Muallimi Allah olan zattır ümmi.
Allah Teala, “ümmi peygamber” buyurarak Efendimiz’in şerefini ortaya koymuştur. Ümmi, tahkir sıfatı değil, bilakis takdis ve takdirdir. Şandır, övgüdür, bir de Efendimiz’in mucizelerindendir. O’na ilim aktaran beşer olmamıştır, ölümlüden ilim aldığı da görülmemiştir. Hiç ilim tahsil etmeden Kur’an-ı Kerim’i getirmesi, Efendimiz’in ondaki ilimleri başka kaynakları inceleyerek elde ettiği yönündeki töhmetleri boşa çıkarmıştır. Efendimiz’in ashabına aktardığı bilgiler ne akıl ne tecrübe ne de duyu menşelidir, kendisinden veya çaba harcayarak öğrenmesinden, çalışmasından ve tasarrufundan da değildir. –Kuşeyri Tefsiri’ndeki ifadelerle- “Aksine orada ne ortaya çıkmışsa hepsi Allah tarafından olmuştur.”
Ruhu’l-Beyan’dan konuyla irtibatlı bir şiiri de buraya yazıverelim, inşallah yüzlerimize tebessüm, kalplerimize rikkat olsun: “Mektebe gitmeyen ve yazı yazmayı bilmeyen sevgili/ Gamze ile yüzlerce müderrise ders öğretti.” (Paragraf şöyle devam ediyor: “En yüce kalem kendisine hizmet eden, kitabı ve nazar ettiği yer Levh-i Mahfuz olan kimse, harflere ihtiyaç duymaz.”)
“Asıl” olan her şeye anne denir
Ümminin “üm”, yani “ana” ile irtibatlı bir manası daha vardır. Mesela dini imanı yaşayan ana insan cemaati “ümmet”tir. Ana yerleşim yeri Mekke’dir, bu sebeple onun bir adı da “ümmü’l-kurâ”dır, yani şehirlerin anası. Rivayete göre “dünya onun altından kaynayıp gelmiştir.” Bütün ilimler ona mensup olduğu için ve hepsi ondan kaynaklandığı için Levh-i Mahfuz’un bir adı da Ümmü’l-Kitap’tır. Ayrıca kitabın başlangıcı olduğu için ön sözüne de ümmü’l-kitap denir. Bu aynı zamanda Fatiha suresinin de bir ismidir.
Ana dil, anayasa, ana mesele, ana vatan… Türkçede de “ana”nın benzer kullanımları vardır. Müfredat’ta Rağıb el-Isfahani, “Bir şeyin varlığı, eğitimi, ıslahı, başlangıcı için asıl olan her şeye anne denir” diye bir tarif yapar. Ana; “kendi cinsinden olan veya kendine benzeyen şeyler içinde en büyük ve en önemli olan, temel, esas, asıl” manasına geldiği gibi kaynak, menşe (bir şeyin ortaya çıktığı, meydana geldiği, neşet ettiği yer, kök, kaynak, asıl) anlamını da taşır. Yani ana, her şeyin gelip toplandığı yahut kendisinden dağıldığı menşedir.
Cümle mahlukatın ana mayası
Ve bu tariflerden sonra “Ümmi Peygamber”i tekrar soralım: Kimdir Nebi-i Ümmi? “Kâinatın, nurundan yaratıldığı Hz. Muhammed” sallallahu aleyhi ve sellem. Bütün yaratılmışların kendisinden nasiplendiği ana/nur. İlk yaratılan. Hilkatin mebdei.
Ruhu’l-Beyan sahibi bu meseleyi şöyle izah eder: “O’nun ümmi olması ve bütün mevcudatın aslı ve bütün mükevvenatın esası olması demektir. Nitekim Peygamberimiz (sav) ‘Allah’ın ilk yarattığı şey benim ruhumdur’ buyurmuş, Allah Teala’nın ‘Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım’ buyurduğunu nakletmiştir. İşte Hz. Peygamber (sav) bütün mahlukatın ilki ve aslı olması sebebiyle ‘ümmi’ diye isimlendirilmişti.”
Hasıl-ı kelam, ümmi, kâinatın “ana mayası” demektir. Ecdadın salat-ı ümmiyyeye beste yapmasının temelinde de bu “esas” vardır. Nur-i Muhammedî anlayışının bu coğrafyanın gönlünde yer bularak ana akıma dönüşmesine paralel olarak, salat-ı ümmiyyenin de “ana” konusu ile bu milletin dilinde ve gönlündeki ana salavatlardan olması tesadüfle izah edilebilir mi?
Âlimler, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmiliğini nasıl anlamışlar?
* Ümmü’l-Kurâ’lı yani Mekkî peygamber.
* İçinde bulunduğu toplumun âdeti üzere, yazma alışkanlığı olmayan bir millete mensup ümmi.
* Yazmayan ve bir kitaptan okumayan olarak, Allah’ın güvencesine dayanan âlim,
* Cümleden evvel yaratılıp, sonra mahlukatın kendisinden yaratıldığı, anaya benzetilen nur ve münir.
* Bu âlem-i teşrif ettikten âlem-i bekaya göçünceye kadar aza-yı şeriflerinden, cism-i latiflerinden ve kalb-i müniflerinden Allah rızasına aykırı hiçbir şeyin zuhur etmeyip, pâklikte sabit olup kendisinden hiçbir ayıbın arız olmadığı masum, tahir, tayyib, halis zat.
Ümmet, esasen herhangi bir şeyin bir araya getirdiği topluluktur. Yani bununla bir dinin, bir zaman veya mekânın yahut doğal şartlar veya tercihlerin toparladığı kimseler kastedebilir. Ne şeref ki ana ümmet olarak bizi bir araya getiren sebep, bizzat Fahr-i Kâinat Mücteba Muhammed Mustafa (sav)’dir ki, böylece ümmet-i Muhammed olarak anılıyoruz. Bir salavat tanesiyle, O’nun ana şefkatiyle kıyaslanamayacak derecede muazzam merhametine sığınabiliyoruz.
Salat-ı ümmiyyeyi o güzelim Itri bestesiyle okuduğumuzda neler olur?
Uzun bir süre salavatla meşgul oluruz –bir kerresinde üç- beş saniye yerine, en az yirmi - yirmi beş saniye okuruz. Zımnen şu anlama gelir: Salavatın bereketi hep böyle hayatımızı kuşatsın, iliklerimize işlesin, ömrümüz salat ü selam ve tefekkürüyle geçsin. Beraberce söylendiğinde de ümmet olma şuurunu, kalplerin tevhidini hissettirir; bunda gafleti, uyuşukluğu silkeleyen bir özellik vardır.
Menşeimiz, aslımız, varlığımızın sebebi, dinimizi öğrendiğimiz merci olan o Ümmi Nebî’nin (zamanımızda beşeriyetine yapılan orantısız vurguya rağmen) hakikatine de talip olmamız, bu uğurda çabalamamız ve O’nu överken, severken, yüceltirken alabildiğine cömert olmamız içün buyrun...
Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedini’n-nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim...
Suleyha Şişman