1957’de İran’da doğan Shirin Neshat, bugün New York’ta yaşayan bir proje sanatçısı. Fotoğrafları, kısa ve uzun metraj filmleri bulunmakta. Neshat'ın ilk uzun metraj filmi ‘Women Without Men’ (Erkeksiz Kadınlar) 2009 yılındaki 66. Venedik Uluslararası Film Festivali'nde Gümüş Aslan Ödülü'ne layık görüldü. Güzel Sanatlar eğitimi almak için erken yaşlarda Kaliforniya’ya giden sanatçının kişisel sergileri birçok ülkede sergilendi. Çalışmalarında kadın bedeninin savaş simgesine dönüştürülmesine karşı çıkan ve yönünü fotoğraftan videoya, sonrasında filme çeviren sanatçının sesi zaman içinde duyulmuş, hem alkışlanmış hem eleştirilmiş. Ortadoğulu ve Amerika’da yaşayan bir sanatçı olan Neshat, geçmişten siyasi ve toplumsal manzaralar ortaya koyuyor. Abbas Kiarostami ve Gohar Dashti ile uluslararası bir sanat fuarına katılmak için 26-28 Eylül tarihlerinde İstanbul’a gelecek sanatçı, modern İran sanatına dair son çalışmalarını sergileyecek.
‘Batılı aydınlar için üzülüyorum’ diyor Shirin Neshat, Ted’de yaptığı konuşmada. Oysa kendisinin de Batı’dan beslendiğini çabuk unutuyor. Filmlerinde arada kalmışlığı çok çabuk fark edebiliyorsunuz. Bir şey söyleme çabası olduğuna inanıyorum Shirin Neshat’ın, ama bunu yaparken Doğulu bir kadından ziyade Batı’da dik durmaya çalışırken Avrupai olmaktan da vazgeçmemiş bir sanatçı izlenimi uyandırıyor zihninizde. “İyi de bunun neresi kötü” ya da “Doğulu kadın nasıl olunur” diye sorabilirsiniz, bu benim tanımını yaptığım ya da birilerinin yapabileceği bir şey değil. Sadece bazı şeyler bazı toplumlarda görülmez; siz bunu filmlerinizle ya da bazı işlerinizle yaptığınızda ya eğreti durur ki buna kötü taklit deniyor ya da toplumda yeni bir şey bulmuşsunuzdur, yayarsınız, sevilir ya da sevilmez siz yolunuza devam edersiniz, ama amacınız topluma zarar vermek değildir, aslında bütün devrimler böyle yapılır. Kimse sizin kötülüğünüzü istemez nedense, sizin dışınızda herkes sizin için en iyisini biliyor ve istiyordur. İyi ama siz neden ne istediğinizi bilmeyen bir manzara çiziyorsunuz ki insanlara. İnsanı geliştirmek gerekli evet, ama bunu hızla, üstelik bir günde çağları devirmeyi amaçlayan bir hızla yaparsanız ortaya çıkan sonuç kara mizaha malzeme olmaktan öteye geçemez. Shirin Neshat’a geri dönecek olursak, bana göre onun çalışmaları fikir açısından özgün, ama üslup itibariyle Avrupalı.
Dört kadın üzerinde derinleşerek dönemi anlatmayı tercih etmiş
Shirin Neshat’ı özgün kılansa, bugün herkesin popüler olanı defalarca taklit ettiği düşünülünce, henüz on yedi yaşındayken ayrılıp geldiği ülkesinin ve insanlarının sorunlarıyla dertlenmesidir diyebilirim. ‘Erkeksiz Kadınlar’ isimli ilk uzun metraj filminin, kimi yerlerde oryantalizm havası hissedilse de İran’ın bir dönemini yansıtması açısından değerli olduğu kanısındayım. Tudehli öğrenciler, ‘Ağlayan Çayır’ı hatırlatan bir ölüm ve cereyan eden eylemlerin ortasında kalan dört kadının çakışan hayat hikâyesini anlatıyor film. 1950’lerin ortası; İran halkı sokaktadır, eylemlerde onca insan ölmektedir. Filmin başlarında kulağımıza ‘Zende Bad’ (Çok yaşa Musaddık) sesleri sıkça gelir. Başbakan Musaddık’ı destekleyen ve İslâmcılarla Şah Muhammed Rıza Pehlevi’ye karşı birleşmeleriyle de zikredilen Tudeh partisinin toplantılarını görürüz. Film bir bakıma dönemin İran’ına dair siyasi ve toplumsal bir izlenim sunuyor, özellikle kadının yeri hakkında bir gözlem yapmamızı sağlıyor ama bu izlenim eksik olacaktır çünkü kadının toplumdaki rolünü/ rollerini sadece birkaç örnek ve bir film üzerinden görmek, okumak güvenilir olmaz. Daha iyi değerlendirebilmek için dönemi daha kapsamlı ele almak lâzım. Shirin Neshat, filminde sadece dört kadın üzerinde derinleşerek dönemi anlatmayı tercih ediyor.
‘Turbulent’ (Türbülans) isimli proje çalışmasında ise sahnede bir erkek ve kadın vardır, ikisinin arası çok kesin bir çizgiyle ayrılmıştır. Erkek sanatçının olduğu kısımda koltuklar doludur, şarkısını söylemeye başlar ve epey alkış alır, sıra kadın sanatçıya geldiğinde ise koltuklar boştur, bir mırıldanma işitilir, sözleri olmayan bir şarkıdır bu. Sadece Sussan Deyhim’in gırtlağından çıkan o acı sesle kalakalırız. Hiçbir şey söylemez, içten gelen bir hırlamadır bu, böylece çok şey söyler ya insan sesi. Bu kısa film, sadece İran’daki kadın şarkıcı yasağına, kılık kıyafet gibi şeylere dikkat çekmek için yapılmadı elbette. Bu aynı zamanda bir metafor üzerinden dünyanın her yerinde kadın ve erkeğin hayat içerisinde birbirinden nasıl uzaklaştırıldığının da göstergesi. ‘Uzaklaştırma’dan kastım bir eve farklı kapılardan girmek değil, bu mahreme saygıyı gösterir ki bugün ihlal edilen de bu. Kastım uzaklaştırmanın elden ayaktan düşürülerek, cahiliyye taraftarları gibi yapılması, neredeyse kadının kulluğuna bile yarımdır diyecek bir cahillik bu. Gerçi feministlerin kul olmakla ilgili sıkıntıları da var; ama ben o noktayı sidretü’l münteha biliyorum.
Özetle; uzaklaştırma ve ötekileştirme ile birlikte metalaştırma da giriyor işin içine. Aklıma okuldan uzaklaştırılan çocukların ya âlim ya da zalim oldukları geliyor. Orta kat en tehlikelisidir bu gibi durumlar için. Ötekisi bol, metası bol bir durum. Bu ikisi birbiriyle zıt gibi görünerek bizi yanıltmasın, kadınla erkeğin kul olmaktaki çizgilerinin kesinleşmesi dışında beşerin lâyık gördüğü (!) başka çizgiler araya girdikçe; kadın sorun ve meta olarak daha çok teze konu olmaya devam edecek.
Sevâl Günbal yazdı