Nerelisin? İçinden mi?
“İnsan nerenin yerlisidir?”
İsmet Özel
Hz. Hatice ve Ebu Talib’in vefatından sonra Mekke’de iyice bunalan Efendimiz, yeni bir müttefik bulmak için Mekke yakınlarındaki Taif’e gitti. Ancak Taifliler bu misafiri hoş karşılamadıkları gibi, çocukların eline taş vererek O’nu Taif’ten çıkardılar. Zorbaların tahrik ve teşvikiyle toplanan halk, Resûlullah'a taş atmaya başladı. Yanında bulunan Zeyd, vücudunu ona siper etti. Resûlullah ayağından, Zeyd de kaşından yaralandı. Taifliler, Fahr-i Kâinat'ı ta Mekke civarında bulunan Utbe ile Şeybe'nin bağlarına kadar takip etti. Resûl-i Ekrem onların takibatından kurtulmak için bir bağa sığındı. Bir ağacın gölgesinde oturdu.
O gün Utbe ile Şeybe de bağın yüksek bir yerinde oturmakta olduklarından Fahr-i Kâinat'ın durumunu gördüler. Akrabalık gayretiyle üzüntü ve heyecan duydular. Bir tabağın içine bir salkım üzüm koyup Gaddas veya Addas isminde bir Hristiyan köle ile gönderdiler. Fahr-i Kâinat, "besmele" ile başladı ve üzümü yemeye başladı. Karşısında duran Gaddas onun yorgun yüzündeki kutsiyet ve nurlu hali gördü ve dedi ki:
"Buralarda hiç kimsenin ağzından böyle bir söz çıktığını işitmedim.”
Resûl-i Ekrem, Gaddas'a: "Sen kimsin? Hangi diyardan ve hangi dindensin" dedi.
Gaddas:
- Ninovalı’yım, dedi.
- O salih insan Yunus bin Metta'nın memleketindensin, öyle mi?
Gaddas şaşkınlıkla sordu:
-Sen Yunus'u nereden biliyorsun?
-Yunus benim kardeşimdir. O da benim gibi bir nebi idi.
Bu tanışmadan sonra Resûlüllah, Gaddas'a İslâm ve imanı talim etti. Bu hali, oturmakta oldukları yerden gören Utbe ile Şeybe hayretle karşıladı. Köle geri gelince sordular:
-O adamda ne gördün?
Gaddas:
-Bana öyle sözler söyledi ki onları peygamberden başkası bilmez.
-Hayret bişey! O adam seni de dininden çıkardı desene. (Rahmet ve Savaş Peygamberi-Sadık Albayrak)
Bu olaydan hareketle diyebiliriz ki iman; bir kişinin nereli olduğunu sormak ve bilmektir. Keskin bir ifade mi oldu? Öyleyse şöyle yumuşatalım. Bazen bir kişinin nereli olduğunu sormak ve bilmek, o kişinin iman etmesine vesile olabilir. Kanaatimiz odur ki İslâm kültür ve medeniyetinde kişiyi tanımak, mekanı tanımaktır; mekanı tanımak, kişiyi tanımaktır ve bu hususlar hikmetin, irfanın, ilmin ve imanın bir gereğidir.