Kıyaslamak bir öğrenme ve öğretme metodudur. Benzerlikler ve zıtlıklar kıyaslama yolu ile ortaya çıkar. Yine da bazı kıyaslamalar insanı rahatsız eder. Elmalarla armutlar kıyaslanırsa bu rahatsızlık tabiidir. Ancak aralarında zıtlık, benzerlik olan iki şeyi kıyaslamanın zararlı olacağı kanaatinde değilim.
Edebiyat dünyasında iki kıyas birileri tarafından hem kabul edilmiştir hem eleştirilmiştir. Mehmet Âkif-Tevfik Fikret, Necip Fazıl-Nazım Hikmet kıyaslamasıdır bunlar.
Âkif-Fikret kıyaslaması aslında bir mücadelenin diğer adıdır. Bir tarafın ideal nesli Âsım, diğer tarafın ideal nesli Haluk’tur. Bir tarafta Süleymaniye ve Fatih Kürsüsünde vaaz eden bir âlim, diğer yanda çan çalan bir zangoç vardır. Biri ümmetçidir, diğeri ‘vatanım rûy-ı zemin, milletim nev-i beşer’ diyen bir kozmopolittir. İkisi de şairdir. İkisi de aynı dönemde ve benzer muhitlerde bulunmuştur. Şiirleri, şiir estetiği bakımından birbirlerine benzerler. Karakterleri de…
Ancak şiirlerindeki tavır, dil, zihniyet birbirine zıttır.
Bu zıtlık, Necip Fazıl-Nazım Hikmet ikilisinde devam etmiştir. Öncekilerde olduğu gibi ikisi de şairdir. İkisi de aynı okulda ortak hocalardan okumuştur. İkisi de şiirde yenilikçi, avangarttır. İkisi de hapis yatmıştır. Bire bir olmasa da zihniyet bakımından Necip Fazıl, Âkif’in; Nazım Hikmet, Fikret’in takipçisidir.
Günümüz edebiyatı bu isimlerin açtığı ufuktan ilerliyor. Tabii ki estetik, dil kullanımı, forum bakımından değil; zihniyet bakımından.
Bu iki yıldızı bendeniz başka yönden kıyaslayacağım.
Acaba hangisi daha çilekeş? Necip Fazıl mı Nazım Hikmet mi?
Tabii ki Necip Fazıl. Hem rûhi/manevî çilesi var hem maddi çilesi…
Cinnet Mustatili’ne bakınız. İnsanı delirme noktasına getiren bir ortam vardır o hapishanede. Bir de Bursa Cezaevinde yatan Nazım Hikmet’in konforuna bakınız, aklınız durur. Ali Fuat Cebesoy’un aracılığı ile hafta sonları, cezaevi görevlilerinin göz yumması ile hapisten çıkıyor, kiraladıkları otelde karısı Piraye ile baş başa saatler geçiriyor Nazım. Bir kere değil hem, aylarca. Sözde hapis yatıyor. Aynı konfor Yılmaz Güney’de de vardı. O da Isparta Cezaevi’nde, dışarıda ne varsa aynı mutfak malzemesi ile yiyip içiyordu. Hapishanede ikinci bir mutfağı vardı Güney’in. Aklınıza ne gelirse hepsinin olduğu bir mutfak. Hapishane müdürü ona çok güvendiği(!) için birkaç saatliğine cezaevinden çıkmasına izin veriyor; o da akşamın belli saatinden sonra cezaevine yatmaya dönüyordu.
Statükonun lanetlediği isimler
Statüko Nazım’ı da lanetlemişti Necip Fazıl’ı da.
Her ikisinin de kitapları yasaklanmıştır.
Her ikisi de düşünce suçlusuydu. Biri şeriatçı, diğeri komünist.
Eserlerini verdiler.
Peşlerinden giden yeni nesiller yetiştirdiler.
Buraya kadar her şey tamam.
Şimdi soruyorum:
Günümüz yayın dünyasına bakalım. Nazım Hikmet ile ilgili yayın mı daha çok, Necip Fazıl ile ilgili yayın mı?
Benim tespitime göre Nazım Hikmet ile ilgili yayınlar, Necip Fazıl ile ilgili yayınları birkaç kez döver.
Yelpazesi ne olursa olsun; Kemalist sol, liberal sol, sosyalist sol, solun hemen bütün dergilerinde her ay Nazım Hikmet’le ilgili bir yazı mutlaka bulunur. Mektupları, şiirleri, aşkları, gurbet hayatı, tartışmaları ile gündemin bir ucundan mutlaka tutar Nazım.
Kendini unutturmaz.
Çünkü onu unutmayan, unutturmayan hayranları, takipçileri, okurları vardır Nazım’ın.
Müjde vereyim.
Artık Nazım denilince Necip Fazıl hatırlanmıyor o mahallede.
Hatırlatılmıyor.
Daha doğrusu Nazım ile ilgili yazanlar da bu karşıtlığı hatırlamıyor.
Bu gayetle normal.
Normal olmayan, Nazım’ın takipçilerinin gösterdiği kıymetbilirliği bizim göstermememiz.
Büyük Doğu mektebinin müdavimleri
Necip Fazıl adına yaptıklarımızı kaleme döktüğümde şunları gördüm:
Önce bazı tespitlerde bulunalım:
Diriliş, Edebiyat ve Mavera dergilerini çıkaran yazar ve şairlerin, yani Yedi Güzel Adam’ın hepsi Büyük Doğu mektebinin mezunlarıdır.
Sezai Karakoç’u keşfeden kişi Necip Fazıl’dır.
Babıâli kitabında “Bizimkiler” başlığı altında, daha eserlerini vermemiş, otuzlu yaşlardaki gençleri onore eden, selamlayan, takdim eden Necip Fazıl’dır.
Mavera dergisinin çıkışını, Akabe Yayınevi’nin kuruluşunu heyecanla karşılayan, alkışlayan Necip Fazıl’dır.
Bu isimleri milletvekili yapalım diyerek Erbakan Hoca’ya teklif eden kişi Necip Fazıl’dır.
Diriliş, Edebiyat ve Mavera’da yazan ve daha sonra Yedi Güzel Adam metaforu ile takdim edilecek olan her imza, bilinçliliklerine Necip Fazıl’a ve Büyük Doğu’ya borçludurlar.
Peki, bu yazarlar bu borca karşı ne yaptılar?
Bir vefa gösterdiler mi Necip Fazıl’a.
Duygusal olarak içlerinden saygı, sevgi göstermişlerdir. Evlerinde ağırlamışlar, sözlerinin arasında geçirmişlerdir. Eserleri için makale yazmışlar veya makalelerinde paragraf açmışlardır. Bir yerlerde hakkında konuşmuşlardır.
Bunlara bir şey demiyorum.
Benim bahsettiğim, eser düzeyinde gösterdikleri vefa, bağlılık, borç ödemek…
Mesela hangisini müstakil bir eseri var Necip Fazıl hakkında?
Bu sorunun cevabını arıyorum.
Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, Erdem Bayazıt, Alaeddin Özdenören.
Hangisinin?
Cevap:
Hiçbirinin.
Farklı hatıratlar okuyabilseydik
Eğer yazsalardı, okur olarak bizler ve Necip Fazıl’ı merak eden kişiler, hatıralarla bezenmiş Necip Fazıl konulu eserler okuyacaktık. Mesela, şair olarak Sezai Karakoç’un, Akif İnan’ın, Alaeddin Özdenören’in Cahit Zarifoğlu’nun, Erdem Bayazıt’ın Necip Fazıl’ı ne zaman nasıl tanıdıklarından tutunuz, özel sohbetlerindeki şahitlikleri eşliğinde, eserlerinde bizim anlayamadığımız incelikleri, oylumlu izahlarla öğrenme imkanı bulmuş olacaktık. Belki o şiirde, o kelimenin, mısranın bir özel hikayesi vardır ve onu sadece o kişiler bilmektedir. Bazı eserlerin yazma, yayımlanma sürecine yakından şahitlik etmişlerdir çünkü. Yargılamalarda mahkeme salonlarında birlikte olmuşlardır. Üstad, bazılarının nikah şahidi olmuştur vs.
Necip Fazıl büyük şairdir, demekle iş bitmiyor. Necip Fazıl’ın neden büyük şair olduğu metinlerle, en yakınında bulunmuş yazar ve şairlerin tanıklıkları ile anlatılması gerekmez miydi?
Necip Fazıl sadece bir büyük şair değil tabii ki. O çok yönlü bir yazar. Fikir adamı, eylem adamı, Büyük Doğu Cemiyetinin kurucusu. Edebiyatın her türünde kalem oynatmış biri. Hikaye ve romancılığı başta olmak üzere bütünüyle edebi şahsiyeti konusunda Rasim Özdenören’in söyleyecekleri ne kadar önem kazanırdı bir bilseniz! Bunları filanca söyleşide veya makalede şöyle değerlendiriyorlar, demeyiniz lütfen.
Kitap ölçeğinde bütüncül bakıştan bahsediyorum.
Çünkü kitap, ona verdiğimiz değeri gösteren bir şeydir.
Makale yazmakla yetinirseniz veya bir makalede değinip geçerseniz kıymeti o cesametle değerlendirilir. Fakat hem ele-göze hem zihinlere hitap eden kallavi kitaplar yazarsanız, o zaman ele aldığınız kişi ve sizin ona verdiğiniz önem daha büyük bir ağırlık kazanır. Gazeteci, tarihçi, biyografi yazarı, tiyatro yazarı, düşünce ve aksiyon adamı vs. kimliği ile Üstad Necip Fazıl’ın bu isimler tarafından bütün yönleri ile ele alınması gerekmez miydi?
Bu ihtiyaç karşılanmamış olarak duruyor ortada.
Denilirse ki “Sen 20 Mayıs 1978 tarihli A. Cahit Zarifoğlu, A. Erdem Bayazıt, Bahri Zengin, M. Akif İnan, Rasim Özdenören, Reşat Aksoy imzalı mektubu bilmiyor musun? Böyle bir şey varken bu eserleri nasıl yazsınlar!”
Biz diyoruz daha bu mektuba gelmeden, yıllar öncesinden tanışıyorlar; o dönemde yazmaları gerekir idi. Büyük Doğu’da da yazmış yazarlar olarak Mavera ekibinden hiçbir kişi bu türden bir eser yazmadı. Sadece o günlerde, gazetede ve dergide makale konusu yapmışlar veya bir yazının içinde birkaç paragraf ayırmışlar. Bu yayın faaliyeti onları kitaba götürmemiş diyoruz. Ve ilave ediyoruz. Üstad ile ilişkiler limonî olduktan sonra bile yazsalar ne lazım gelirdi. Özürse özür. Mektupta kendilerini Büyük Doğu davasının mensubu olarak ilan ediyorlar zaten. Böyle bir eser belki bir özür olarak da anlaşılmaya müsait idi ki böyle olmasında ne sakınca var?
Üstad hayatta iken yazmadılar; peki, o vefat ettikten sonra niye yazılmadı?
Mektupla ilgili spekülasyona gerek yok. Metni kim kaleme aldı? Bu fikir nasıl oluştu? Bu sürece nasıl gelindi? Cahit Zarifoğlu neden imzalamadı? Öyleyse mektupta niçin adı var? Mektup sonrasında Necip Fazıl ile ilişkiler nasıl yürüdü?
Bunlar merak konusu ise de yarayı kaşımanın âlemi yok.
Şimdi bu konuda yazacak tek kişi kaldı hayatta: Rasim Özdenören.
Peki, yazar mı?
Ümidim yok!
Öyle anlaşılıyor ki bu hesaplaşma ahirete kalmıştır.
Necip Fazıl üzerine neden müstakil bir kitap yazmadılar
Üstad’ın irili ufaklı, yüz yirmi küsur eseri var basılı olarak. Ancak hakkında adam gibi yazılmış yüz eser yok. Yüzden vazgeçtim, yirmi eser var mı peki? Bu konuda hakkı teslim edilmesi ve rahmetle anılması gereken en önemli kişi merhum Orhan Okay hocadır. Hem de Necip Fazıl çevresinden olmamasına rağmen. Orhan Okay hocanın Necip Fazıl-Sıcak Yarada Kezzap- kitabını ve hocayı selamlıyorum.
Evet, Yedi Güzel Adam’ın hiçbiri Necip Fazıl konulu bir kitabın yazarı değil.
Vefatının ardından Mavera dergisi bir özel sayı hazırladı. Bu isimler de o sayıda yazıları ve söyleşileri ile yer alıyor.
Sezai Karakoç da “Göklerin Çektiği Kartal” adlı nekroloji yazısını yazmıştır.
Hakkını yemeyelim.
Sezai Karakoç, Hatırlar’ında tam bir mürid-şeyh ilişkisi ile bağlı olduğunu göstermiştir Necip Fazıl’a. Hapishaneye düştüğünde fırsat buldukça ziyaret etmiştir. Edebiyat Yazıları’nda Necip Fazıl Şiiri ile ilgili oylumlu yazılar yazmıştır.
Fakat bir eseri var mı Necip Fazıl ile ilgili?
Yok.
Mevlânâ, Yunus Emre ve Mehmet Âkif adlı eserlerinin yanına Necip Fazıl adlı bir eser yakışmaz mıydı?
Cahit Zarifoğlu aynı zamanda akrabadır Üstad ile. Arvasilerden kız alırken arada elçi olarak Necip Fazıl vardır. Yaşamak’ta çok güzel, hayranlık ifadeleriyle bahseder Necip Fazıl’dan.
Pekiyi, müstakil bir eseri var mı?
Yok.
Şair Cahit Zarifoğlu gözünden, akraba Necip Fazıl, şair Necip Fazıl, gazeteci, tarihçi, romancı, hikayeci, biyografi yazarı Necip Fazıl’ı neden öğrenemiyoruz?
Çünkü yazmadı.
“Anamı sorarsan Büyük Doğu’dur” diyen Akif İnan’ın bir Necip Fazıl eseri yazması gerekmez miydi?
Üstelik bu isimlerin çoğu ile hemşehridir Üstad.
Burada söylemek yaraşır.
Rasim Özdenören, Hece ve Hece Öykü dergilerine genel yayın yönetmeni olunca, işte dedim, geçmişte yapmaya fırsat bulamadıkları, ihmal ettikleri bu eksikliği şimdi telafi edecek Rasim Özdenören.
“Bir özel sayı hazırlamakla bu işler bitmez, biz Üstad’ın gölgesinde yetiştik. Yol arkadaşlığı yaptık, ondan öğreneceklerimiz var daha. Dil, sanat, duyarlık, tutum, bilinç vs. kazanmak için Necip Fazıl mutlaka her zaman göz önünde bulundurulmalı ve okunmalıdır.” diyecek ve tanıklıkların eşliğinde, başkalarının göremediği incelikleri, güzellikleri, derinlikleri gösteren yazılarla yeni neslin dikkatleri Üstad’a ve eserlerine çekilecekti. Her ay; olmazsa iki ayda bir; değişik eserleri, yönleri ile hep önümüzde olacak, hafızamıza kazınacak ve bir vefa borcu ödenecek, bir gelenek oluşturacak. Bu yazıları yazabilecek, kimler yazabilecekse onları ödevlendirebilecek ve yazılardaki eksiklikleri, yanlışlıkları giderebilecek bir imza, bir portre var dedim derginin başında.
Doğrusu, Necip Fazıl Saygı Ödülünü alan bir kişiden beklediğimiz bu idi.
Ancak böyle bir şey olmadı.
(Bu işlere meraklı olanlara bir tavsiye: “Yedi Güzel Adam Gözüyle Necip Fazıl Kısakürek” adıyla bir kitap hazırlamaya ne dersiniz? Kim, nerede, neler yazmış, bu yazılar bir araya getirilir. Bakalım kim Üstad’ı ne kadar okumuş, nasıl anlamış ve anlatmış ve ne kadar konu edinmiş. Böylece yazılardan kaç sayfalık kitap olur ortaya çıkar.)
Nazım’a gösterilen vefa neden ona gösterilmedi?
Kıyaslamak için söylemiyorum. Nureddin Topçu’nun talebelerinin hocalarına gösterdikleri vefayı, Necip Fazıl’ın en yakınında bulunanlar göstermedi. Nazım Hikmet’in ardıllarının gösterdiği kadar bir sahiplenme beklemeye hakkımız yok mu?
Resmî olarak ne yapmışız. Bir de onlara bakalım.
Bazı okullara, kültür tesislerine adını vermişiz.
Üstadın hayatı boyunca mücadele ettiği heykelleştirmeyi göz ardı ederek üstelik ona benzemeyen heykeller dikmişiz. (Ankara-Altındağ Necip Fazıl Kültür Merkezi önündeki heykele bakmanızı tavsiye ederim.)
Bir gazete onun adına ödüller ihdas etti ve birkaç yıldır onu dağıtıyor.
Ödül jürisini ve bu zamana kadar bu ödüle layık görülen kişileri tenzih ederek söylüyorum.
Bu gazete Üstad’ın çıkardığı, yazarlık yaptığı bir gazete mi? Üstad olsa idi bu gazetenin yayın siyasetini, dilini tasvip eder miydi? Günümüze kadar gelen bir Büyük Doğu Gazetesi olsa idi anlarım. Ancak geçmişi Cem Uzan ve partisi ile anılan, borçlar operasyonu ile el değiştiren bir gazetenin Necip Fazıl Ödülleri vermesini anlamam. Ne yapalım Büyük Doğu Yayınları ihdas etmedi böyle bir ödülü deyip mazeret bulmak kolay.
Bizim, Üstad adına ödül verecek, daha büyük, daha kapsayıcı, daha saygın bir kurumumuz yok mu? Yoksa neden yok?
Günlük politikanın bir parçası olan ve ne zamana kadar devam edeceği de belli olmayan bir gazete mi vermeli Necip Fazıl ödüllerini? Gazetenin yayın siyaseti, yazar kadrosu, okuyucu kitlesi ile bu ödül arasında ne gibi bir ilinti var diyerek araştırma yapılsa acaba nasıl bir sonuca varılır? Üstad bu tür gazete ile yan yana olmaktan memnun olur muydu olmaz mıydı? Böyle bir soru soruldu mu ödül ihdas edilirken?
Necip Fazıl’a özel sevgisi olan Bir Cumhurbaşkanı olmasa ve bu ödül törenine katılmasa da ödül konulacak mıydı? Ve bu kadar sükse yapar mıydı? Biz Necip Fazıl Ödüllerini Cumhurbaşkanı onu seviyor, ödül törenine o da katılır diye mi ihdas ettik? Ödül törenlerine dikkat ederseniz böyle bir izlenim var. Peki, bu gazetenin patronu değişirse veya gazete gün gelir yayınına son verirse bu ödüllere ne olacak? Bir gelenek oluşturamadan böyle bir faaliyetin tarihe gömülmesi ne demektir hiç düşündük mü?
Ödül dağıtanlar, bu ödül ile gündeme oturanlar, gururlananlar ona ait olmayan Abdürrahim Karakoç’un şiirini, internetten seçip gazetenin manşetinden yayınlıyor ve fakat özür bile dilemiyor. Üstad’a yakışan ciddiyet bu mu?
Solun gösterdiği vefa bizde yok
Diğer yandan yukarıda değindiğimiz gibi; edebiyat dergilerimiz, solun gösterdiği vefanın yanından bile geçmiyor.
Hakkında bir özel sayı hazırladık, daha ne olsun, tavrı hakim edebiyat dergilerine.
Üstad hayatta olsaydı, yapacaklarını size söyleyeyim:
Selfie çektirmek.
Evet, Üstad adına dağıtılan ödüller, onunla selfie çektirmekle eş anlamlıdır bugün ve başka bir işe yaramamaktadır.
Ödül dağıtan gazete, Büyük Doğu gazetesini tıpkıbasım olarak hediye ediyoruz diye yola çıkmış; ancak bu girişim baskı kalitesi bakımından kırklı yılların bile gerisinde kalmış, dönem ve sayı bakımından gelişi güzel hareket edilmiş, Büyük Doğu traja (meze diyeceğim ayıp olacak) malzeme edilmiştir.
Kâmil Yeşil, eleştirmek kolay, sen ne yaptın Üstad için derseniz cevabım şu olacak.
Necip Fazıl adını duyduğumda orta üçte idim. Yıl 1979. Çile’sini okudum köy muhtarından alarak. Eserde Üstad’ın vasiyeti vardı. Vefatımdan sonra şu kadar kelime-i tevhid getirin, ruhuma bağışlayın diyordu. Ben de başladım tevhid getirmeye.
Bunu kitabın sahibi muhtara söylediğimde “Şimdi yaşıyor, öldükten sonra yaparsın” dedi.
Dikkatinizi isterim; okulda duydum, demiyorum. Okulda lise son sınıfa kadar Necip Fazıl ismi bir iki kere geçti o kadar. Hiçbir eserini okumadık. Öğretmenlerimizin ağzından Necip Fazıl ismi duymadım. O zaman Tevhid, Hicret gazetesi takip ederdik. Bir sayısının orta sayfasında; bir tarafında Alparslan Türkeş, diğer yanında Ahmet Kabaklı ve aralarında Necip Fazıl-eşi Neslihan Kısakürek fotoğrafı vardı. MHP Kongresine katılmıştı Üstad. Gazete kongreyi değil; başı açık olarak oturmuş Neslihan Kısakürek’i haber yapmayı seçmişti.
Kullanılan dil, Neslihan Hanım’ı ilk kez görüyormuş şaşkınlığı idi.
Nasıl bu kadar net hatırlıyorum.
Çünkü gazeteyi saklıyorum hâlâ.
Liseden 1983’te mezun olduk, o yıl Üstad ebediyete göç etti. Tabii ki cenazesine katılamadık. Aynı yıl, Eylül ayında üniversiteye kayıt için Erzurum’a gittiğimde ilk işim Mavera ve Türk Edebiyatı dergilerinin Necip Fazıl özel sayıları ile, kendi sesinden şiir kasetini almak oldu. Sonra Necip Fazıl ile ilgili elime ne geçti ise okudum. Hem de Üstad’ın hayatta iken bastıkları nüshalardan.
Necip Fazıl enstitüsü yok
Bizim yaşadığımız mahrumiyeti bizden sonra gelen nesil yaşamamalı idi. Allah bize TTKB’da bir görev yapmayı nasip etti. 2005’te ortaöğretim programları yeniden yapılandırılırken, komisyon üyesi idim. Ortaöğretim Türk Edebiyatı programlarında Necip Fazıl’ın okutulması için irade beyan ettik ve o yıldan beri liselerde 12.sınıf Türk Edebiyatı öğretim programı gereği öğrencilerimize Necip Fazıl okutuyoruz derim. O şimdi ders kitaplarında Cumhuriyet dönemi “Saf şiir”in temsilcisi olarak var. Ayrıca tiyatrolarına da yer veriyoruz. Bizim eğer bir hizmet olarak kabul edilirse Necip Fazıl’a hizmetimiz budur. Söz açılmışken ilave edeyim. Sadece Necip Fazıl’ı değil, Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt da girdi öğretim programına.
Buna karşılık; Üstad’ın en yakınında, fotoğraf karelerine girenlerin yaptıkları da ortada. (Bir de oğullar, oğullar olmasa bile onun adına yayın evini vaziyet edenler, milletin manevi babasını sansürlediler.)
Hâlâ bir Necip Fazıl Enstitüsü yok.
Şu kadar derinlikli, incelikli musiki geleneği olan bir medeniyetin takipçileriyiz, ancak ezgisi ile dillerde dolaşan bir tek Necip Fazıl şiiri/türküsü, şarkısı yok.
Senaryo Romanları, tiyatroları film, televizyon dizisi olmak için kütüphanelerde tozlandı, çürümeye yüz tutu ve fakat kimsenin umrunda değil.
İyi ki Haluk Kurdoğlu Reis Bey’i; iyi ki Ahmet Mekin Bir Adam Yaratmak’ı oynamış. Bugün o filmleri bile yapamayacak durumdayız.
Özetle Necip Fazıl’dan geçiniyoruz.
Onunla bir de aynı fotoğraf karesine girebilseydik, değmeyin keyfimize.
Nazım Hikmet, halimize bakıp gülüyordur herhalde.
Biz de ağlayalım gülünecek halimize.
Hem de selfie ile.
Ağlayın çekiyorum!
Not: Bazen kuş, taşa; bazen taş, kuşa denk gelir, derler. Bu yazıyı on gün önce yazdım. Gündemimi kendimce belirledim derken, Star gazetesinin 2019 Necip Fazıl Ödülleri açıklandı. Taş mı kuşa, kuş mu taşa denk geldi, okur karar versin artık.
yazma cesareti olan az aydından birisin,lütfen devam ediniz kendilerini dev aynasında görenleri veya gördüklerimizi biraz silkelemekte hem onlar için hem bizim için büyük faydalar var var.