Ezgilerimiz olmasaydı nasıl olurduk acaba? Dinleriz, söyleriz ve özleriz. Hepsi ayrı bir hissiyatın yönlendirmesiyle oluşur. İçinde ne varsa insanın, dışına o yansır dilinden. “İçinden yanmayan dışına ışık veremez” sözü beni hep tefekküre sevk etmiştir. Onun için ‘iç’ önemlidir, mühimdir.
Davasına türküler yakan, sevdası için şarkılar söyleyenlerden kimler kaldı? Yıllar geçse de dinlenme tadından hiçbir şey eksilmeyen ezgilerimizin esrarı, bir dava yükünün ağırlığını omuzlanmalarından gelir, bundan kaynaklanır. Yalnızca ihlaslı yüreklerinden çırpınarak gelenlerle yol verirler ezgilerine bu ezgilerin sahipleri.
Onlarda sanat ne sanat içindir ne de halk için; tek gayeleri vardır, o da Allah için. Hesabı, derdi, amacı, işi ve gücü Rabbin rızası olanların üretecekleri şeylerde samimiyet ve ihlâs ilk ve ön sırada gelir. Bunları azık edinerek yola çıkanların yolları, açık değil apaçık olur. Çünkü yanlarına ilahî yardımı alırlar, onun ulvî sıcaklığıyla hareket ederler.
Zalimlerin zulmüne, hainlerin küfrüne inatla yükselen bir çağlayanı anlatıyorlar
Yıl bin dokuz yüz doksan iki iken “Bir Güneş Doğuyor-1” ezgi-marş albümü hücum ediyor Müslüman gönüllere. Hemen bir yıl sonra da “Bir Güneş Doğuyor-2” yetişiyor ardından. İkisi de güneşe ayarlı, ikisi de sevdalı.
Aradan tam yirmi-yirmi bir koca sene geçmiş. O gün bu albümleri seslendiren gençler, bugün orta yaşlarını sürüyorlar. Öyle içten ve öyle candan seslendirmişler ki bu albümlere eserlerini, yıllar geçtikçe zamanın eskitme fonksiyonu onlar üzerinde iflas ediyor. Bunu, hâlâ bıkıp usanmadan dinleyenler gayet iyi bilirler, iyi anlarlar, iyi kavrarlar ve bu kardeşlerine hak verirler.
O günün gençlerinden Eşref Ziya Terzi, Abdulbaki Kömür, Taner Yüncüoğlu, Ender Doğan ve Hakan Aykut birinci albüme seslerini hibe edenlerdir. Onların hayırlı amellerinden sadece bir tanesidir bu albümleri. Çünkü daha pek çok ezgi-marş albümlerinde boy göstermiş, ses yükseltmişlerdir bu adamlar.
Albümlerin oluşturulduğu tarihlerde gündemde olan ve hâlâ sıcaklığını koruyan dirilişleri yansıtan “Bir Güneş Doğuyor” ezgisi, Cezayir’in, Filistin’in ve Türkiye’nin doğan güneşlerinin müjdesini vermeye aday olmuştur. Öyle güzel ve canlı adaylık ki bu, zalimlerin zulmüne, hainlerin küfrüne inatla yükselen bir çağlayanı anlatmaya, o çağlayanın sesi olmaya devam ediyor. Zihinlerin paslanmışlığını cilalama özelliğini hâlâ koruyor bu ezgi. Müzikal altyapı olarak da o zamanın şartlarına göre başarılı bir iş çıkarmış bu ekip. Dinletiyorlar kendilerini, dinlendiriyorlar benlikleri.
“Bir Avuç Dolar İçin”, “Bu Sevda”, “Aydınlık Veren Sensin”, “Şehide Ağıt” ve diğer tüm eserler, sökecek ilahî şafakların önsözleri olmaya namzet. “Şehide Ağıt”ı Abdulbaki Kömür ustanın o kadife sesinden dinlemek harikulade bir iklimde tutuyor insanı. “Sahabeler”i dinlerken Allah’ın Rasulü’nün dizinin dibinde vahiyle soluklandığınızı sanıyorsunuz.
Eserlerin çoğunluğunun söz ve yorumunda Eşref Ziya Terzi’nin ve Abdulbaki Kömür’ün hissedilir ağırlığı mevcut. Onların harici diğer şiir-şuur ehlinden gözümüze Süleyman Arif Emre, Abdurrahim Karakoç ve Hilmi Yıldırım çarpıyor. Bir de saçları kadar başı olsa onların hepsini Hak yoluna feda edeceğini haykıran adamın/Bediüzzaman Said Nursî’nin “Gür Seda”sı var tabi.
Severek ve sevinerek dinleme damarımızı yaşatmaktayız
Yıl doksan üç olunca büyük bir heyecanla ilk albümün peşi sıra gelen “Bir Güneş Doğuyor-2”, kapak baskısında da belirttikleri üzere, devamının gelmesini amaçlayarak gelmiştir. Ancak nasip iki albümeymiş, vardır bunda da bir hikmet!
Bu çalışmada özüyle sözüyle buradayız diyenler Eşref Ziya Terzi, Emirhan Ertürk, Hakan Aykut, Aykut Kuşkaya ve Taner Yüncüoğlu’dur. Aykut Kuşkaya’nın o duru sesiyle okuduğu “Kara bulutlarda bir şimşek çaktı/ Çatlayan yer tohuma kucak açtı/ Çöplükte gül yetişmeye başladı/ Yağmurlar dindi bir güneş doğuyor” sözleriyle başlayan “Bir Güneş Doğuyor” ezgisi, netliğin ve mertliğin hâkim olduğu bir çalışma olarak hâlâ dinleyenlerini etki sahasında tutmaya devam ediyor.
“İman Konuşur”, “Şehadet Uykusu”, “Yollar Senindir”, “Sevda Dedim” ve yine diğer tüm çalışmalar uzun soluklu olmak kaydıyla söylenmişlerdir tâ o günden bugünlere ve gelecek yarınlara… Bu albümdeki söz yazarlarına bakıldığında, vakıanın tabana yayılmak istendiğini anlamak zor olmuyor. Süleyman Arif Emre ve Abdulbaki Kömür’den hariç olarak Yusuf Koç, Elif Eren, Sultan Sakarya ve Bilal Tırnakçı isimleri var. Hepsi güzel düşünmüş, güzel anlamış ve güzel yazmışlar. Bu emeklerinin karşılığını Rablerinin katında alacaklarından şüphe duymuyoruz.
‘Kalpten kalbe bir yol vardır’ın anlamını kavradığı en derin noktadır bizim aşk daneli ezgilerimiz. Onlarda kendimizi buluruz; bizi anlatırlar zira, bizden manalar taşırlar. Dingin ve direngen kılınmayı hatırlatır ezgilerimiz-marşlarımız. “Niye şimdi öyle ezgiler yok?” ya da “nerede o eski ezgiler?” sorularını sormadan evvel, soran kişi sorulanlara ne kadar değer atfettiğine iyice bir bakmalı. Aynı hassasiyetlerin ve hususiyetlerin benimsenip benimsenmediğinin, taşınıp taşınmadığının tahlili yapılarak bu tür sorulara yeltenmelidir. Neye layık isek, onlarla tarif ediliriz.
Bizler, severek ve sevinerek dinleme damarımızı yaşatmaktayız. Kulaklarımızdan içeri zihnimize, beynimize ve kalbimize hiç öyle malayani, anlamsız ve ahlaksız söz kümlerini misafir etmeyiz. Varsa yoksa sevdamız. Onu anarız, onu anlarız, ona bakarız, ona kanarız, onda kalırız. Ve onu diler, onu dinler, onunla dinlenir ve onunla direniriz.
Sevdalarının öngördüğü şekilde yollarına devam edenlere, yılmayanlara, yorulmayanlara ve doğacak güneşler için adımlarını sıklaştıranlara selam olsun. Ne mutlu onlara!
Fatih Pala yazdı
insanın yüreğinin bir köşesinde ince bir sızı oldular...