II. Abdülhamid döneminde sanat ve musiki ortamı

Osmanlıyı, musiki noktasında değerlendirdiğimizde birçok formla karşılaşmakta ve tasavvuf musikisinin temeli sayılabilecek güftelere ve bu güftelerin tekke formlarında icralarına da rastlamaktayız. Sultan II. Abdülhamid döneminde ise opera ve tiyatro oyunları da ağırlık kazandı. Necip Karakaya yazdı.

II. Abdülhamid döneminde sanat ve musiki ortamı

Belki duymak, belki söylemek, belki hissetmek, belki anlamaktır musiki. Ama aslında yaşamaktır ritminde ya da yaşatmaktır ritmiyle bir şeyleri. Bir nağmenin ya da melodinin, nasıl ifade edilirse edilsin, aslında etki alanına girmek ve kendimizde meydana getirdiği hissiyatı liyakatli bir şekilde yaşamaktır musiki. Farklı dünyaları bir araya getirmek ve ortak bir sesi muhteşem bir uyum ve ahenk haline büründürmektir biraz. Nesilleri bağlamaktır birbirine. Yüzyıllar ötesinden seslenmektir bizden sonra gelecek nesillere. Hassasiyetlerimizi yansıtmak ve üzerinde hassasiyetle durduğumuz bütün konuları belirli bir melodik yapı içinde sunmaktır musiki.

Medeniyetin yapı taşlarından biri

İslâm, insanı sosyal hayattan soyutlamamış, bilakis hayatın kendi ritmi içerisinde, kişinin kendi kalbinin varlığını her zaman hatırlatan ritmiyle varlık içindeki yerini alması noktasında yönlendirmiştir. Sözün tesirinin zirve noktada olduğu yıllarda, sözlerin en güzeli ile seslenmiştir insanlığa. Elbette İslâm’ın sesi sihir değildi. İslâm’ın sesi nizam ve intizamdı. Hayat vermekti kurumuş hücrelere. Tedavi etmekti hasta gönülleri inancın sesiyle. İşte bu sesin bir ahengi vardı. Boş bir nida olmaktan berî kılarcasına ve sözü, ses ile bezemeyi telkin eden emir ile mümin gönüllerde yerini bulmuştu. Ve işte böyle oluştu medeniyetimizin asil ahengi, musiki.

Bir medeniyetin en önemli parçalarından biri olan musiki, Osmanlının bütün ihtişamı ile temsil ettiği İslâm Medeniyeti’nin de en önemli yapı taşlarından biriydi ve bu muhteşem medeniyetin bir parçası olarak yerini almıştı. Osmanlıyı, musiki noktasında değerlendirdiğimizde birçok formla karşılaşmakta ve tasavvuf musikisinin temeli sayılabilecek güftelere ve bu güftelerin tekke formlarında icralarına da rastlamaktayız. Hazreti Mevlana, Hazreti Yunus Emre, Hazreti Ahmed Yesevi ve tasavvuf neşvesini gönüllere tattıran diğer zevat-ı kiramın nutk-u şerifleri neredeyse bütün Osmanlı teb’asında bilinen, söylenen ve belirli bir sistematikte söyletilen güfteler olmuştu. Gerek halk arasında gerekse saray erkânınca meşk edilen bu güfteler, Osmanlının tevarüs ettiği musiki geleneğinin icrasının en önemli unsurları haline gelivermişti.

Düşüncenin ve mananın muhteşem bir sanatla ifade edilişi 

Elbette farklı formlar üzerinde musiki icrasının enstrüman yani saz yönüyle de tekamülüne şahitlik edilmekteydi. Saz eserleri ile zenginleşen musikinin, halin, söz ile ifadesini nağme ile ifadesi noktasına taşınması, “halin takriri için dile ne hacet” anlayışının bir göstergesi olarak ortaya konmaktaydı. Bu birikimle Osmanlı coğrafyası ve İslâm dininin ulaştığı her noktada musikimiz gelişmeye ve zenginleşmeye devam etmekteydi. Bir taraftan dergâh ve tekke musikisinin kullandığı argümanlar ve icralar, diğer taraftan cami musikisinin eşsiz örnekleri, medeniyetimizin ihtişamını aktarmaya devam etmekteydi. Gerek enstrüman ve ses noktasında, gerekse edebiyat ve beste noktasında harikulade bir kıvama gelen musikimiz, sanatın zirvesi olarak adlandırılan bir çok bestekar, güftekâr, sazende ve hanendeye sahipti. Düşüncenin ve mananın muhteşem bir sanatla ifade edilişi olmuştu Divan edebiyatımızın örnekleri. Şairlerin, aruz ölçüsü ile yazılan şiirlerini bir araya getirerek oluşturdukları divanlar; gerek yazım yoluyla çoğaltılarak gerekse dilden dile aktarılarak geniş bir coğrafyayı etkilemeye başlamıştı.

13. yüzyılda ilk örneklerini Hoca Dehhâni ile gördüğümüz ama sonrasında büyük bir medeniyetin neredeyse divanlardan müteşekkil olduğunu bize gösterircesine ortaya çıkan şairler ve divanları, süslemiştir tarihin sanatsal sayfalarını. Hz. Mevlana, Hz. Sultan Veled, Ahmet Fâkih, Ahmedî, Âşık Paşa, Kadı Burhâneddin, Nesîmî, Gülşehrî, Şeyhî, Ahmet Paşa, Süleyman Çelebi, Ali Şir Nevâî, Taşlıcalı Yahyâ, Fuzulî, Bâkî, Zatî, Hayâlî, Nev’î, Nef’î, Nâbî, Nâilî, Nesâtî, Şeyhülislâm Yahya, Nedim, Şeyh Gâlip, Enderunlu Fâzıl, Fitnat Hanım ve Enderunlu Vasıf gibi isimler bu kapsamda zikredilmesi gereken isimlerdir.

13. yüzyıldan 19. yüzyıla varana kadar geçen bu süre zarfında gelişen ve sanatsal anlamda zirve noktaya çıkan Divan Edebiyatı, yine çok önemli bir yere sahip olan musiki ile buluşarak muhteşem sanat eserleriyle medeniyete katkı sağlamaya devam etmişti.

Osmanlı padişahları ve sanat

Osmanlı padişahları arasında farklı sanat dallarıyla uğraşan birçok kişi vardı. Ama ön plana çıkanlar şairler ve bestekârlardı. Divan sahibi olan şair padişahlar olduğu gibi musiki makamı terkibine sahip olan padişahlar da vardı. Fatih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman, Sultan III. Murad, Sultan I. Mahmud nasıl şiirleriyle ve divanlarıyla ön plana çıkmışlarsa, Sultan III. Selim, Sultan II. Bayezid, Sultan Abdülaziz, Sultan VI. Mehmed de besteleriyle ön plana çıkmış padişahlardı.

Musiki ve edebiyatla ilgili eser ortaya koymayan ama zanaatkâr olup muhteşem eserler inşa eden padişahlar da olmuştu. İşte bu isimlerden biri Sultan II. Abdülhamid idi. Aslında marangozlukla uğraşan, çalışma odasını kendi tasarladığı eşyalarla, mobilyalarla donatan biriydi Sultan II. Abdülhamid. Bütün bunların dışında çok iyi bir musiki dinleyicisiydi. Çok farklı musiki formlarını dinleyen, özellikle Batı musikisine en ince noktalarını bilecek kadar vakıf ve bir yönüyle de Batı musikisi hayranlığı olan biriydi. Aynı noktada Türk musikisinin de özelliklerine vukufiyeti olan ve Türk musikisi icralarına zaman zaman Yıldız Sarayı’nda yer veren bir padişahtı. Sanatsal faaliyetler onun zamanında ciddi anlamda artmıştı. Çocukluğunda Batı musikisi dersleri alan, piyano ve keman öğrenen, hatta Şehzadeliği zamanında Batı musikisi tarzında bir de bestesi olan değerli bir musikişinastı.

II. Abdülhamid döneminde musiki ortamı

Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıktıktan sonra musiki adına yaptığı birçok hizmet olmuştu. Musikişinasları korur, himaye eder ve yaptıkları eserlere iltifat ederdi. Sultan Abdülaziz döneminde Mızıka-i Hümâyûn Komutanlığı’ndan azledilmiş olan Ahmed Necip Paşa’yı yeniden bu kurumun başına getirerek ona olan muhabbetini ortaya koymuş, paşa da bir şükran ifadesi olarak onun adına Hamidiye Marşı’nı bestelemişti. Hamidiye Marşı, Sultan II. Abdülhamid’in 33 yıl sürecek olan saltanatında âdeta Milli Marş olarak çalınacaktı.

Sultan II. Abdülhamid Han’ın döneminde opera ve operetlerin sergilenmesi, tiyatro ve diğer temsillerin yapılması için Yıldız Sarayı sınırları içinde bir tiyatro binası yapılmıştı. Bu salonda dünya çapında ünü olan birçok sanatçı konser vermiş ve yine birçok yabancı tiyatro grubu oyunlarını sergilemişlerdi. Batı musikisine ve sanatına bu denli ehemmiyet veren Sultan II. Abdülhamid, geleneksel musikimizin icralarına, bestekâr ve güftekârlarına da ziyadesiyle önem vermişti. Gelenekten beslenen ve geleneksel musiki icra örneklerini sergileyen sanatkârlarla zaman zaman sarayda meşk meclisleri oluşturmuş ve bizzat bu meclislerde repertuara katkı sağlamıştı. Sultan II. Abdülhamid, dönemin en önemli musikişinaslarından olan ve namı imparatorluk dışında da duyulmuş olan Hacı Arif Bey ile dönemin diğer musikişinaslarına iltifat etmiş ve onların musiki hayatlarına onları himaye ederek katkıda bulunmuştu.

Yeryüzünde her cihette varlığını ihtişamlı eserlerle sergilemiş ve bu ihtişamını inancı ile şekillendirmiş olan ecdadımızın izinde, geleneğe bağlı olarak devam eden sanat hayatımız, her alanda birbirinden değerli isimlerle doludur. Milletimizin yetiştirmiş olduğu bu isimler, dünya tarihine altın harflerle kazınacak eserlere imza atmışlardır. Sosyal statüsü ne olursa olsun, sanatsal anlayışı ile gündeme gelen bu isimleri takip eden günümüz sanatkârlarının medeniyetimizi inşa eden değerlere bağlı olarak hizmet ettiklerini ve birbirinden değerli eserleri üretmeye devam ettiklerini görmekteyiz. Medeniyetimizin yazıldığı berrak sayfalar, ihtişamlı eserlerle süslenmeye devam etmekte…

Kitabın Ortası dergisi, 7. sayı

Necip Karakaya

YORUM EKLE