“Keskin çok özel, çok enteresan bir yerdir.
Tüm Orta Anadolu kasabaları gibi zordur, sıkıntılı ve bazen baş edilmezdir.
Lakin çok öğretici ve unutulmazdır da. Güçlü bir aura ve hafızası vardır.
İnsanı delikanlı ve cömerttir. Sizi bir kez sevmişlerse hiçbir zaman bırakmazlar.
Bozlak diyarıdır. Hacı Taşan’ın memleketidir. Muharrem Usta’nın, Neşet Ertaş’ın obasıdır.
Hakikaten müziği itibariyle başka hiçbir yerle karşılaştırılmayacak,
sadece oraya özgü müziği olan bir yerdir Keskin.
Bildiğim kadarıyla Muharrem Ertaş oğlu Neşet Ertaş’a
saz çalmasını öğretmesini istemiş Hacı Taşan’dan.”
Ercan KESAL
“Yüce dağ başına yağan karidim/Yağdı yağmur güneş vurdu eridim/Evel yarin sevgilisi benidim/Şimdi uzaklardan bakan ben oldum” Hacı Taşan söyler bu türküyü. Keskinli Hacı Taşan… Gerçi birçok kişi söylemiştir ama Taşan gibi söyleyen bir başkası yoktur sanırım. Nerede olursanız olun ister bir plazada ister kentin ortasında ister yerin metrelerce altında ister denizi yarıp giden bir vapurda, ister gökyüzünde… Hacı emminin sesinden duyduğunuzda bu türküyü bir kar yağar gönül dağınıza. Bir kar olup yağarsınız… İnce ince, usul usul… Bir sevda, bir sitem…
Hacı Taşan… Keskinli mahalli sanatçı… Türkmen Abdal ozanı… Erol Parlak Abdallar hakkında şunları söyler: “Abdallar, kendilerine has ifadeleri içerisinde yarattıkları zengin kültür mirası ile Anadolu müzik medeniyetinin en özgün topluluklarından biridir. Özel ve ayırt edici yaşam biçimleri; toplumsal ilişkileri, inanç sistemleri, âdet ve gelenekleri, manevi evrenleri içerisinde yarattıkları değer ve görüşler kendilerine özgü kültürlerinin ana kaynağıdır. Anadolu Müzik Medeniyetinin beslendiği en önemli kaynakların başında gelen bu özgün topluluk, dört bir yanına dağıldıkları kültür zengini, bereketli Anadolu topraklarının müzik kültürünü sevgi, saygı, barış ve kardeşlik duygusuyla dolu engin gönülleri ile Hak yolunda çağlar boyu yeniden inşa etmişlerdir. Anadolu’ya has bir inanç ve görgü ile sürdürdükleri; abartıdan uzak, sade yaşamları boyunca, meslekten sanatkâr olmaları ve bu mesleği kuşaklar boyu sürdürmeleri sonucu, gelişerek çoğalan münhasır bir kültür hazinesi oluşturmuşlardır. Ege müziğinin zeybekler başta olmak üzere en seçkin örneklerini; davul zurnalarıyla Aydın ve çevresi Abdalları, Anadolu’nun cazı olarak görülen bozlakları, ilginç form ve ses özellikleriyle halayları, türküleri, oyun havaları, deyişleri; Orta Anadolu Abdalları, âşıklık geleneğinin incelikli söylemlerini, yanık Barak havalarını, yiğitlemeleri; Çukurova ve Barak Abdalları emek ve özveri ile yaşatmaktadırlar. Bu ezgilerde Anadolu`ya ait tarihi, kültürel dokuyu, Türkmen dilinin duru inceliklerini bulmak mümkündür.”
Muharrem Ertaş’ın rahle-i tedrisinden geçmiş, Onun dizinin dibinde oturup çalıp söylemeyi öğrenmiş biridir Hacı Taşan. Bir büyük ustadan, bir büyük pirden el almıştır. Usta çırak ilişkisi… En kadim öğretme, öğrenme biçimi… Müzik daha doğrusu çalıp söyleme abdallar için bir yaşam biçimidir. Genetik… İçten gelen, dolaysız, katışıksız olduğundan sahicidir, kulak verdiğinizde sizi sarıp sarmalar. Çalan, söyleyen nota bilgisine sahip olmayabilir. Akademik kuralların, profesyonel bilginin esamisi okunmaz. Otomatik, düğmesine basınca, alkışlarla coşturunca, ücretini ödeyince çalan söyleyen bir makine değildir bu yüce gönüllüler. Tamamen insani duyguların, insana dair yaşananların dile gelmesidir söylenenler. O yüzden ozanlar hangi ruh halini yaşıyorlarsa türküler, bozlaklar, uzun havalar… ona göre şekillenir. Her dinlediğinizde sizi de farklı bir ruh âlemine sokar. Bazen kederden gebertir bazen içinizi kıpırdatan bir ses olur, bazen bir coşku, bazen derin bir sessizlik… Hacı Taşan “Allı Turnam”ı söylerken turnalarla gökyüzünde kanat vurursunuz. “Helkemi suya daldırdım/Doldu diye kaldırdım/İki gözüm ey Kamber/Bileziğimi ben aldırdım/Arzu ben suya gelmedim/Elim de yüzüm yumadım/Gözlerim kör olsun Arzu” diyen Arzu Kamber Halayı bir halaya çağırır sizi. Omuz omuza, el ele… “Bugün Ayın Işığı” derken bir ay ışığı düşer gönlünüzün karanlıklarına. Bir ay damlar… “Ankara’da Yedim Taze Meyvayı” türküsünde bir dermansız derde tutulursunuz. Duvarlarına acıların sindiği hastane köşelerinde amansız dertlere duçar olmuşlara ağlarsınız. “Döndün mü Benden Yüzü Dönesi/Verdiğin İkrara Saldım ben Seni” türküsüyle ya da Keskin Semahı’yla bir semaha durursunuz. Bir niyaza… Döner durursunuz ömür dairesinde. Döner durur… Sözün, söz vermenin muhteşem değerini derinden hissedersiniz. Her ne kadar bugün sözün anlamını yitirdiği, değersizleştiği bir dünyada yaşıyor olsak da söz kıymetlidir. Sözü kadar değerlidir insan. Sözün değersizleşmesi insanın değersizleşmesidir aynı zamanda. “Önce söz vardı” der kelam-ı kadimler.
Hacı Taşan’ın doğum yılı ve doğum yeri hakkında birkaç bilgi var:
- 1930 yılında Kırıkkale/Keskin Hacıaliobası Köyü’nde doğar. “Hacelobasını engin mi sandın/Ayağında potini var zengin mi sandın” türküsündeki Hacelobası’dır burası.
- Bayram Bilge Tokel “Neşet Ertaş” kitabında Taşan’ın 1925 yılında Kırtıllar köyünde doğduğunu, daha sonra babası Abdullah Çavuş’un, Hacıaliobası köyüne göç ettiğini belirtir. Taşan’ın babası yörenin ünlü davulcularındandır.
Hacı Taşan aslen Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesine bağlı Kırtıllar köyünden. Bu köy Anadolu Abdallarının yoğun olduğu bir bölge. Neşet Ertaş da bu köyde doğmuş. Kırtıllar bozkırdır. Maddiyat yönünden kısıtlı bir yerdir. Ne öldüren ne onduran bir yer. Buralar çok yakıcı, içli, yanık namelere yataklık eder. Ateşîn… Erol Parlak’a tekrar kulak verelim: “Anadolu Abdalları, yaşadıkları yörelerde hiçbir zaman has vatandaş olarak görülmemiş, fikren var olup yaşanılmakla kalmayıp aynı zamanda açıkça telaffuz edilen ayrımcılık düşüncesi içerisinde toplumun en alt sınıfına adeta sürgün edilmişlerdir. Çeşitli nedenlerle kendileri de bu algıyı kabullenmişler ve bunun dışına çıkmak için bir tavır sergilememişlerdir. Abdallar ve Abdal sanatkârlarda karşılaşılan engin tevazunun köklerinde bu olgunun izlerini sürmek mümkündür. Bu gönül insanları, gördükleri muamele karşısında isyan etmeseler de, hayata karşı kırgınlıkları sanatlarının temelini oluşturmuş, ruhlarının derinliğine sinmiş kırgınlığın acısı sazlarında içli ezgilere, seslerinde yürek dağlayan yanık avazlara dönüşmüştür. Muharrem Ertaş, Hacı Taşan ve bu ilişki sisteminin dışına çıkmayı başarsa da Neşet Ertaş gibi sanat yolunda şöhretin en üst basamaklarına çıkmış üstatlarda görülen eziklik, içe çekilmenin köklerinde bir yanıyla bu durumu kabullenmenin yattığı görüşü kayda değerdir. Onların müziği, Türkiye’nin müziği olmuştur ama diğer kesimler tarafından yalnızca Anadolu Müziği içerisinde yöreselliğe hapsedilmiştir.”
Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali, Neşet Ertaş… Bu büyük değerlerimizin, müzik kaynaklarımızın ezgin, gariban, mütevazi, varla yok arasında bir hayatları olmuş. Sesleri, sözleri gökkubbede çınlarken o ses ve sözlerin sahipleri gerçek değillermiş gibi bir algı oluşmuş uzun zamanlar. Hatta Neşet Ertaş kendi yazdığı sözlere ve yaptığı bestelere kendi ismini eklemezmiş. Buna binaen bir gün Neşet Ertaş’a babası Muharrem Ertaş: “Oğlum bir şeyler yapıyorsun, türkü söylüyorsun ama kendi adını demiyorsun.” der.
Neşet Ertaş babasına sorar: “Ne ekliyeyim, hangi ismi kullanayım?”
Muharrem Ertaş: “Bizler garibiz oğlum, bize garipler derler, gönül de gariptir.” der. Neşet bundan sonra türkülerinin sonuna “Garip” mahlasını ekler.
Abdalları bütün yok sayılmalarına, hesaba alınmamalarına rağmen Anadolu müziğinin özgün, otantik sesi olmuşlar. Geleneksel müziğimizin atar damarı olarak günümüze kadar gelmişler. Bu gariban, engingönüllü insanların türkülerini, uzun havalarını, bozlaklarını, halaylarını arabeskçisinden tutun halk müziği sanatçılarına, fantazi müzik söyleyenlerden türk sanat müziği söyleyenlere herkes seslendirmiştir. Birçok ses Muharrem Usta’nın, Taşan Baba’nın, Neşet Ertaş’ın türküleriyle meşhur olmuştur.
Hacı Taşan, “Açtım Perdeyi Durnamı Gördüm, Allı Durnam Bizim Ele Varırsan, Akşamdan mı Geçtin Kayalık Özü, Altın Yüzük Ulanmaz, Ankara’da Yedik Taze Meyvayı, Aslanım Kazımım, Aşağıdan Yusuf Paşa’m Geliyor, Avşar Bozlağı, Aziziye, Babına Da Deli Gönül Babına, Ben Gidiyom Emanetim Allah’a, Ben Ölürsem Karaları Bağlama, Bugün Ayın Işığı, Bura mıdır Koç Yiğitlerin Vatanı, Bizim Elden Geçti M’ola Obalar, Cerid’in Atları Sökün Edince, Cenabil Bari’den İhsan Olursa, Çok Zaman Sabrettim, Değirmenin Bendine, Döndün mü Benden Yüzü Dönesi, Erciyes’ten Duman Kalktı, Gelmemiş Dünyaya Sen Gibi Taze, Geline Bak Geline, Giyindim Kuşamdım Gittim Düğüne, Giden Ay Tutulur mu, Gurna Hamamı Derler, Helkemi Suya Daldırdım, Kıratınan İndim Kara Dikmeden, Lirayı Bozdurayım, Mavilim Mavişelim, Mezar Arasında Harman Olur mu, Nan-ü Gasem Nade Taksimde Mevla, Ne Güzel Yakışmış Allar Ayşe’ye, Özleyip Kırşehir Düştüm Yoluna, Perişan Gısmeti Bana mı Verdin, Şad Ol Deli Gönül, Sürüler İçinde Sürmeli Koyun, Yaylalar İçinde Erzurum Yayla, Yüce Dağ Başına Yağan Kar İdim” gibi onlarca türkü, halay, oyun havası, bozlak, uzun hava… bırakıp gitti.
Özünün sesine kulak verdi Taşan. İçini dinledi, yüreğini… Gönlüne düşenlerden haber verdi… Sadece dinlenip geçilecek, hoplanacak zıplanacak bir melodi bırakmadı. Üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken varlık metinleri bıraktı. Kültürümüzün genetiğini çözebileceğimiz metinler…
Abdal Hacı, Hacı Ede, Kara Halil’in hacı ya da Hacı Taşan ya da Hacı Emmi 1983 yılında geçirdiği kalp krizi sonrasında ömür yolculuğunu tamamladı. Erken bir yaşta göçtü… Yaşamın zorluğu dolayısıyla hep erken ölmüyor mu bu güzel insanlar?
Yazımızı yine Keskinli, Hacı emmiyle çalıp söylemiş olan usta kemancı Seyit Çevik‘in önemli bir sözü ve şiiriyle bitirelim:
“Türkü Yozgat’ta doğar, Kırşehir’de oyun havası olur, Keskin’de elim elim elenir”
“Senin ile sözüm vardır/Gizli yerde razım vardır/Sende Hacı Taşan vardır/Kara yerler kara yerler/Sende Hacı Taşan vardır/Kara yerler kara yerler”.
Muaz Ergü