Çok insan anlamaz eski mûsikîmizden,
Ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden…
Yahya Kemal Musiki hakikatını özetlemiş
Üstâd Yahya Kemâl, bu beyit içerisine, ilk okunduğunda anlaşılır gibi gelen fakat derinlemesine düşünüldüğünde anlaşılması pek güç bir ma’nâ gizlemiş. Zîrâ üstâdın “eski mûsikîmiz” diye tabir ettiği şey, koskoca bir medeniyetin sesler, notalar dünyasındaki tecellîsidir. Ya’ni Üstâd burada; mîmârisiyle, edebiyatıyla, diliyle, inanç sistemiyle ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz birçok husûsiyyetiyle, belki de yeryüzünün bir daha göremeyeceği kadar büyümüş, yücelmiş olan Osmanlı Medeniyeti’nin mûsikîsini kast ediyor.
Yüzyıllardır gelişerek, derinleşerek, kristalize olarak hayatiyetini devam ettiren bu musiki deryasından bazı örnekler vererek, Yahya Kemal'in yukarıdaki mısralarını hep beraber anlamaya çalışalım:
Elimde bulunan, 1960’lı yıllarda İstanbul Radyosu’nda yayınlanan, Mes’ûd Cemil’in sunduğu bir radyo programının kaydında şunu dinledim:
“Muhterem dinleyenler; şimdi Kâni Karaca’dan İsmâil Dede’nin Şehnâz Yürük Semâî’ni dinleyeceğiz. Yürük Semâî’nin güftesi şöyle:
Sevdi bu gönül seni yaman eylemedi
Çekdi bunca sitemin fegân eylemedi
Bîçâre zâifi imtihan etmek için
İzhâr-ı muhabbet etti ka’n eylemedi.
Güftenin sizlere tanıdık geldiğini biliyorum. Bildiğiniz gibi Âmâ Kadri Efendi aynı güfteyi Nevâ Makamı’nda ve Ağır Semâî formunda bestelemiştir…”.
Bugün dünden de geçmişten de çok uzakta müzik
Bugün ne böyle güfteler kaldı, ne Âmâ Kadri Efendi’yi bilenler… Görüldüğü gibi, çok değil, 50 sene evvel dönemin sosyokültürel yapısı bu şekildeymiş. Mûsikîmizi fehmetmek tamâmen istidad ile alâkalıdır. İstidad ise hilkatten gelir. Elbette ki mûsikînin bilimsel tarafı da mevcuttur. İstidadı kullanılabilir hâle getirmek eğitim ile olur. Fakat bu eğitim anlayışı; ancak Osmanlı’nın eğitim sistemi gibi dört başı ma'mur, ‘insanın nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilen’ bir eğitim anlayışı olmalıdır.
İşte Üstâd Yahya Kemâl’in “Ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden” diyerek anlatmak istediğinin içerisinde aslında bu da vardır.
![]() |
(+) |
Sanma kim leyle-i zülfün elem-i bâd-ı hevâ
Beni mecnûn gibi baştan çıkarır bu sevdâ
Dâr-ı zülfünde dil-i zârımı der-zencîr et
Gezmesin râh-ı muhabbette meded bî ser ü pâ
Küçük Mehmed Ağa’nın Şehnâz Murabbâ Beste’si
Kaydedilemeyen besteler
Küçük Mehmed Ağa, musikîmizin en büyük bestekârlarındandır. Kendisi de önemli bir bestekâr ve müzik bilgini olan Hızır Ağa'nın oğludur. Ayrıca vücûda getirdiği Vech-i Arazbar Takımı'ndan da hatırlayacağımız Vardakosta Ahmet Ağa'nın kardeşidir. Görüldüğü üzere tüm âile bestekâr. Hattâ Hızır Ağa, Vech-i Arazbar Makamı’nın muhterîsidir. Bu Şehnaz Beste’nin elimizdeki tek kaydı 1960’lı yıllarda Kâni Karaca merhumun İstanbul Radyosu’nda okuduğu kaydıdır. Zannederim bugün bu kayıt Devlet Radyosu’nun arşivinde dâhî yoktur. Günümüze ancak mûsikîmize müptelâ kişiler tarafından ulaştırılmıştır. Çünkü o yıllarda devlet bant almak için yeterli ve gerekli ödenek ayırmıyormuş. Ses kayıtları radyoda yayınlandıktan sonra, üzerlerine yenileri çekilip devam ediliyormuş.
Klasik Türk uslübü artık kayıp
Çeşm-i meygûnun ki bezm-i meyde cânân döndürür
Sâki-i gül-çehre gûyâ câm-ı rahşân döndürür
Berg-i ruhsârı arak-rîz-i gül-âb-ı şerm olur
Ol gül-endâmı ki âgûşunda yârân döndürür
Mehmet Râgıp Paşa
Zaharya’nın Ağır Çenber îkâ’ında Segâh Murabbâ Beste’si
“Itrî mûsikîmizin Süleymâniye’si ise Zaharya da Sultanahmet’idir.” – Yahyâ Kemâl
Zaharya’ya âit bu Segâh Beste, saf Segâh olması ve günümüzde artık iyiden iyiye Hüzzâm ile karıştırılarak herc ü merc edilen Segâh Makamı’nı bize tarif etmesi bakımından, bir daha eşine rastlanamayacak bir eser, bir yol göstericidir.
Zaharya; Klasik Türk Mûsikîsi’nin bütün devirlerdeki en büyük bestekârlarının en başta gelenlerindendir, hatta ikincisidir diyebiliriz. Aslen Rum olan Zaharya’nın doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Büyük müzikoloğumuz Râuf Yektâ Bey, Zaharya’nın mûsikîmizde husûsî bir mevkî sâhibi olduğunu ifâde ediyor ve O’nun eserlerini “…kendisinden önce gelen bestekârlarımız tarafından ana hatları te’sîs edilmiş olan hâlis Klâsik Türk Üslûbu’nun işlenmiş ve gelişmiş bir şeklidir.” diye nitelendiriyor.
İlim de irfan da insan da kayıp
Mûsikî gâyet doğal olarak bir kültür (irfan) mes’elesidir. Günümüz mimarisine baktığımızda; yapılarda, el işçiliğinin, sabrın, titizliğin ve yapıya kıymet kazandıracak diğer birçok hususiyetin artık olmadığını görüyoruz. Tıpkı bunun gibi mûsikimiz de, ictimâî hayatın her sahasına sirâyet eden yozlaşmadan şüphesiz payını almıştır.
İzârın gül gül olmuş bûseden dil dâğ-ı-dâğındır
Hased ol bağ-bân-ı aşka kim gül-çin-i bâğındır
Nümâyân olmadıkça subh-i vuslat sönmesin yansın
Fitîl-i dâğ-ı firkât sînede ey dil çerâğındır
Şeyh-ül-islâm Es’ad Efendi’nin Dügâh Ağır Çenber Beste’si
Görüldüğü gibi; bugün okullarımızda bize öğretildiği şekliyle vazifesi sadece fetvâ vermek olan kişi, ya’ni bir Şeyh-ül-İslâm, ki Es’ad Efendi muazzam bir bestekârdır, bir daha kimsenin vücûda getiremeyeceği bir eser bestelemiştir. Ali Rıza Sağman “Meşhûr Hafız Sâmi Merhum” adlı kitabında, Hafız Sâmi ile birlikte o devri de (1900’lü yıllar ve hemen hemen 1950’lere kadar olan devir) anlatıyor. Ali Rıza Sağman’ın anlattığına göre, halk; müezzin, ezanı hangi makamda okuyor, makamın seyri esnasında hangi geçkileri yapıyor ve hangi perdeleri ziyâret ediyor, hepsini bilirmiş. Şunu söylemek yanlış olmaz kanısındayım: Osmanlı Medeniyeti’nin içerisinde doğmuş ve bu medeniyetle tanışmış istisnâsız her kişi, bugün mûsikîşinas olarak nitelendirdiğimiz insanlardan çok daha makbûldürler.
Zan etme meyli ol gül-i âlin vefâyedir
Bugünkü lûtfu dünki cefâdan kinâyedir
Vâsıf, o şûh-i nevres ile ülfetin bu yıl
Erbâb-ı aşka bir yeni çıkma hikâyedir
Enderûnî Vâsıf Bey
Nûman Ağa’nın Rast Remel Beste’si
Lâfzî terennümleri ile bambaşkalığı hâiz bu Rast Beste, dinleyeni kendinden geçiren, müthiş bir bestedir. Rast Makamı’nın en güzel örneklerinden biridir desem, kat’iyyen mübalağa etmiş olmam.
Buraya kadar, koskoca bir medeniyetin mirası olan mûsikîmiz (den bazı misaller)i ve hâli hazırda bu mûsikînin ne hâle geldiğini, mevcut durumunu ana hatlarıyla izâh etmeye gayret ettim.
Öncelikle ve genellikle medeniyetimizin bu muhteşem eserlerini dinleyen biri olarak, bu dinlemenin güzelliklerini bazı yönleriyle açık etmeye çalışayım. Çünkü klâsik âsâr, uğruna bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeyin yaratıldığı “aşk”tan mülhemdir. Yani (Yahya Kemâl’in deyimiyle) “eski mûsikîmiz” saftır ve rûhânîdir. İnsanı, anlamaya çalıştıkça içine çeker. Çünkü temelinde muazzam bir medeniyetin izleri ve ilim vardır. Koskoca bir medeniyetin sesler dünyasındaki tecellîsidir. Bu ilmi, yüzeyden bakarak görmek mümkün değildir. Diğer taraftan bu ilmi, sadece bu eserleri dinleyerek anlamamız da mümkün değildir. İçerisinde bambaşka ilimler ve husûsiyyetler barındıran, bu husûsiyyetlerin varlığının farkına vardıkça insanı hayretler içerisinde bırakan, tarifsiz hâller içerisine koyan, “insanı kendinden alan” bir ilimdir.
Mûsikîmizi anlamak, muhakkak istidad gerektirir. Mûsikîmizle alâkadar olmak ise ilim irfan gerektirir. İstidadlı olmak bizim elimizde olan bir şey değil. Fakat ilim irfan sahibi olmak elimizdedir. Cenâb-ı Allah, “…ilmi çalışana veririm.” buyuruyor. Buradan benim anladığım, anlamaya çalışırsak, üzerinde durursak, muhakkak sûrette nasipleneceğimizdir.
Aslan Murat İspir mest ü hayran dinlerken yazdı
severlerine,meraklılarına Tatyos Efendi'yi de öneririm.büyük bir bestekar...