İnsanlar hayatları boyunca mutlu olmak için çalışmaktadırlar. Modern dünyada bu durum toplumsal dayatmalara maruz kalmaktadır. Çünkü insanların ne ile mutlu oldukları ya da olacakları toplumsal düzen tarafından şekillendirilir. Gerek çalışma koşulları gerekse tüketim alışkanlıkları mutluluğun farklı tanımlar barındırmasına neden olur.
Genellikle markaların kendilerini tanıtmak için başvurduğu yöntemlerden birisi de logolar ya da etiketlerdir. Bu tanıtım araçları aynı zamanda markanın sahip olduğu kimliği açıklamaktadır. Kimlik, markalar için önemli olduğu kadar bireyler içinde çok önemlidir. Eskiden insanlar süregelen kimliklerin içine doğarken artık kendileri kendi kimliklerini oluşturmaktadırlar. Çünkü sahip oldukları kimlik ile mutlulukları arasında güçlü bir bağ bulunur.
Bağlanma korkusu da mutluluk arayışında önemli engellerden biridir. İnsanlar bunu çeşitli yöntemlerle yenmeye çalışırlar. Günlük hayatlarında uygulayacakları bazı adımlar mutluluğa erişmelerindeki bu engelin ortadan kalkmasında etkili olabilmektedir.
Geçmişten günümüze dek sürmüş ve sürecek olan mutluluk arayışı yalnızca biçim değiştirmiştir. İnsanlar hayatlarını kendi öz güçleri yardımıyla sürdürmektedirler. Z. Bauman buna “yaşam sanatı” adını vermiştir. Kitapta mutlulukla bağlantısı olan durumları ve olayları kaleme almıştır.
Mutluluk ve ekonomi
Mutluluk veya mutlu yaşam, insanların hayal ettikleri ve ona ulaşmak için çabaladıkları şeylerdir. Bazı yaygın inanışlara göre mutluluk ile ekonomik büyümenin bağlantılı düşünülür. Bu nedenle de insanlar genelde mülklerini ya da servetlerini artırarak daha mutlu hissedeceklerine inanmaktadırlar. Ancak Britanya ve Amerika gibi ülkelerde yapılan bazı araştırmalar, yaşam standartlarında meydana gelen artışın, mutluluğu aynı oranda artırmadığını göstermektedir. Yani aslında insanlara gelirlerinin artmasın ile mutluluklarının artacağını söyleme stratejisi işe yaramazken aksine bu durum suç oranlarının artmasına neden olmuştur.
İnsanları mutlu eden şeylerin neredeyse yarısının maddi şeylerle ilişkili olmadığı gözlemciler tarafından söylenmektedir. Çünkü bir insan ne kadar paraya sahip olursa olsun aile, dostluk ya da sevgi gibi değerleri para ile satın alamamaktadır. Alışveriş veya tüketim zaman almakta ve satıcılar tarafından da tüketim anından alınan zevk en aza indirgenmek istenmektedir. Bunun yanı sıra ticari getirisi az olan ancak fazla vakit alan etkinliklerde yine azaltılmaya ya da tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bunun yerine satılık ürünlerin açıklamalarına kolaylıkla uygulanabilir veya hiçbir çaba gerektirmez gibi ibareler konularak tüketicinin aslında alışverişe daha fazla zaman yaratması hedeflenmektedir. Satıcı, böylece müşterinin ürünü kullanırken harcayacağı zamanı azaltarak, yeni ürünler almak için ayırması gereken zamanı artırmasını istemektedir.
Laura Potter, insanların anlık tatmin duyguları nedeniyle bekleme yetilerini kaybettiklerini söylemektedir.
Kimliği satın alınan eşyalar belirliyor
Logo, etiket veya marka tanınmak için kullanılan ifadeleri temsil etmektedir. Son zamanlarda “kimlik” adı altında konuşulan konu, aslında logo ve markaların bir kural gibi onaylanmasını gereken durumu ifade etmektedir. Kimliğin tanınması dışında birbirleri ile olan ilişkisi de mutlu hayat arayışında önemli bir yere sahiptir. Çünkü toplumda kimlik kaygısı, merkezi bir yere sahiptir. İnsanlar eskiden kimliklerin içine doğarken artık insanlar kimlik oluşumu görevini ve sorumluluğunu yüklenerek hayata gelmektedirler. Kimlik artık arkasında kalıcı izler bırakmadan farklı bir kalıba girebilir duruma gelmiştir. Böylece sonsuza dek devam etmek yerine dönüştürülebilir ve ona uygun hareket edilebilir bir hal almıştır.
Kimliğin cazibesi satın alınan eşyalardan oluşurken onları almak için harcanan paranın miktarının artması da cazibenin artmasına neden olmaktadır. Prestijli mağazaların artık bekleme listeleri oluşturmaları da kimliğin cazibesine etki etmektedir. Çünkü artık edinilecek kimlik simgeleri önem kazanmıştır.
Mutluluk, erişilmesi süreklilik arz eden bir durumken mutluluğa ulaşamayan bir benlik gerçek veya sahici sayılmamaktadır. Bu nedenle de süren gerçek benlik arayışında, sahte benliğe dair özellikler ve etkiler bertaraf edilmelidir.
Bağlılık, Stuart Jeffres ve Friedrich Nietzsche
Stuart Jeffries, yeni ilişki tipleri hakkında bir araştırma yapmış ve “ölüm bizi ayırana kadar” şeklinde olan bir ilişkinin yerine geçen “bağlanma korkusu” üzerinde durmuştur. Bağlanma vaadinde bulunmayan ilişkiler, yeni ve gelişmiş olarak yaşanmaya devam ederken ilişki için öngörülen süre tatmin sürelerine bağlı olmuştur. Yani ilişkideki bağlanma, tatmin, canlı kaldığı sürece devam etmektedir. Eğer tatmin canlılığını yitirir veya belli bir standardın altına düşerse bağlanma hemen sona erebilmektedir.
Mutluluk üzerinde etkisi olan bağlanma korkusu, farklı açılarla değerlendirilebilmektedir. Bunlardan bir tanesi zevk alınan sürenin maliyetini düşürerek durumu hoş karşılamaktır. Stuart Jeffries, bu duruma araba kiralayan kişilerin sıklıkla kiraladıkları araçlara kişisel bir isim vermelerini örnek olarak göstermiştir.
Friedrich Nietzsche’nin mutlu yaşam için geliştirmiş olduğu ideal reçetesinde ise “üst insan” imgesi yer almaktadır. Nietzsche’nin tasvir etmiş olduğu üst insan gerçek bir aristokratı temsil etmesinin yanı sıra yüce gönüllü biri de olmuştur. Üst insan yaşamış olduğu talihsiz durumları geride bırakarak hissettiği olumsuz duygu kalıntılarından kendi kendine arınabilmektedir. Aslında burada Nietzsche’nin üstünde durduğu konu, tam olarak soylu olanların kendilerini mutlu hissediyor olmalarıydı. Mutlu olan soylular, bu konuda kendilerini kandırmak zorunda kalmayarak, mutluluklarını yapay olarak üretmemekteydiler.
Mutluluk arayışı beyhude bir çaba mı?
Mutluluk arayışı bazıları tarafından kötü bir durum olarak algılanırken bazıları için de kültürel ve ekonomik bir devrim sayılmıştır. Kültürel anlamda bu arayış, her zaman olandan ayrılarak, olmamış olanın meydana gelmesinden oluşmuştur. Toplumsal açıdan katı olan geleneklerin ortadan kalmasını temsil etmiştir. Ekonomik bakımdan ise ihtiyaçtan arzu edilenin üretilmesine geçişi ifade etmektedir.
Evrensel mutluluk arayışı, antikçağdaki bilgeler tarafından da tahmin edilmiştir. Lucius Anneus Seneca, “Mutlu Yaşam Üzerine” adlı çalışmalarında bu konu üzerinde durmuştur. Vermiş olduğu reçete ile bireyselci bir tutum sergilemiştir. Aynı zamanda birçok filozof yıllarca insanların bu konuda yaşadıkları durumlar üzerinde düşünmüş ve araştırmalar yapmışlardır. Bunlardan biri olan Durkheim de insanların aramaları için önerdiği gerçek mutluluğu Tanrı sevgisi, kilise ve ulus sevgisine yönlendirmiştir.
Blaise Pascal’da asıl sorunun insanların kendilerine verilen nasihatlere aykırı davranarak mutluluğu bulunmayacak yerlerde aramış olmalarıdır. Aynı zamanda insanların bir koşturma içinde olduklarını ve kendi içlerine bakmaktan olabildiğince kaçtıklarını da ifade etmiştir. Mutsuzluğun nedenlerinden birinin de bu koşturmaca hevesi olduğunu söylemiştir.
Max Scheler ise insanın isteyen bir varlık olmaktan önce seven bir varlık olduğunu söylemiştir. Ordo Amoris’te kalp ile kastettiği şey de sevgi ve nefret ya da cazibe ve iğrenme gibi hisler arasındaki seçimi anlatmıştır. Kalbin kendi belirlemiş olduğu kurallar ile yaşadığını söylemiştir.
Colles Lipovetsky, 1993 yılında yazmış olduğu bir yazıda fedakârlık kültürünün öldüğünü ifade etmiştir. Ahlakçı bireyciliğin yerini alakart bireyciliğe bıraktığını söylerken aslında artık insanların bir misyona sahip olduklarını düşünmediklerini ifade etmiştir.
Martin Heidegger ve Barrington Moore Jr., keşfettikleri kurallarda normal olan ile anormal olanın ayrıldığı bir dünyadan bahsetmişlerdir. Bu dünyada her şeyin dış müdahaleler olmadan sürüp gitmesi beklenmiştir. Tekdüzelik ve kalıcılık bu tür bir dünyanın temel ilkelerini oluştururken yaşanan değişimlerde fark edilemeyecek kadar yavaş olmaktaydı. Bu süreçte ise insanların meydana gelen değişimlere alışmak veya adapte olmak için fazla miktarda zamanı bulunmaktaydı. Mutluluk onlar için mutsuzluğun var olmaması olurken mutsuzluğa neden olan şeyler de rutinin bozulmasını ifade edebilmekteydi.
Mutsuzluk karşısında en hassas olan toplumsal tabaka, orta sınıf olmuştur. Üst sınıf, mevcut konumunu korumak için bir gayret göstermezken alt tabakada kötü durumunu aşmak için bir çaba göstermemiştir. Ancak orta sınıftakiler sahip olmak istedikleri şeylere ulaşabileceklerini düşünürken ellerinde olan ve keyfini sürdükleri şeyleri de bir anda kaybedebileceklerini düşünmüşlerdir. Bu durumda diğer kategorideki insanlara nazaran onları daha kaygılı yapmıştır.