İnsan, yolcusu olduğu bu dünyada hem bu hayatın öznesi hem de kendi hikâyesinin faili konumunda hep bir seyr halindedir. Ve insan, binbir yamalı öyküsünde peşine düştüğü şeylerden anlam devşirip kendine onlardan bir değer biçer. Onun türlü hallerini gören medeniyetlerse, insanı kendilerince farklı farklı tanımların içine sokmuşlar. İnsan; kimine göre; 'en şerefli varlık' olmuş; kimine göreyse; 'düşünen bir hayvan'. İnsanı tek bir şekilde tanımlamak elbette çok güçtür. Belki de karşımıza insanın yeryüzündeki varlığı adedince tanım çıkar. Diyebiliriz ki insan; zübde-i âlem. İşiten kulak, gören göz, anlayan dimağ. İnsan; beden cisminde, ruhun otağı. İnsan; her biri farklı bir sima, farklı bir dünya. İnsan; gölgeler, hayaller, vehimler tentenesi. İnsan; mutluluğun takipçisi... Ve daha nice tanımları içinde barındıran muhteşem bir varlık.
İnsanın bütün derdi; her türlü tezatları içinde barındıran bu hayatta, anlamlı ve ahenkli bir yaşam sürdürebilmek. İster ki karşılaştığı bu dünyanın rengarenk albenisi karşısında kendi yankısını bulabilsin. Bunun için, düşmeleri ve kalkmalarıyla bir heykeltıraş misali kendini sürekli yontar durur. Bitiş çizgisini kestiremediği bir koşunun içinde, etiyle kemiğiyle ve bitmek tükenmek bilmez endişeleriyle bir meçhûlü, yani kendi mutluluğunu yakalamak telaşındadır. İnsanlık alemi ise izi sürülen bu şeyi, her zaman diliminde aramış ve olabileceği yerler konusunda birtakım adresler vermiştir.