Sanat alanında özellikle sinemasıyla adını dünyaya duyuran İran, son yıllarda edebiyatıyla da kendinden çokça söz ettirmeye başladı. Bu yönden çağdaş İran edebiyatının önemli yazarlarından Mustafa Mestur, Türk okuyucusunun yabancısı olmadığı bir isim. Daha önce K’sız ve Ş’siz Aşk, Tanrının Gül Cemalini Öp, Cüzzamlı Eller ve Domuz Kemiği, Kaldırımda Aşk gibi kitapları Türkçe’ye çevrilen yazarın son romanı, Mümkün Olanın En İyisi, Zeynep Özel tarafından Türkçe’ye çevrilerek Büyüyen Ay Yayınevi tarafından okurla buluşturuldu.
Biraz ironi, biraz hüzün, biraz Şark havası
Yazı hayatına 1989’da Kiyan dergisinde yayınlanan “İki Islak Göz Yuvası” adlı öyküyle başlayan Mestur, öykülerini 1999’da Kaldırım Üzerinde Aşk kitabında bir araya getirdi. Tanrının Gül Cemalini Öp 2001-2002 Altın Kalem Festivali’nde en iyi roman ödülüne; Cüzzamlı Eller ve Domuz Kemiği 2005 Isfahan Edebiyat; “Kraliçe Elizabeth” öyküsü 2005 Mihrgan Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü ve kitapları birçok dile çevrildi. Yani Mestur, Sadık Hidayet, Sadık Çubek gibi İran edebiyatının parlayan yıldızı olmaya aday bir isim.
Şüphesiz her yazar yetiştiği coğrafyanın özelliklerini yazdıklarına yansıtır. Mestur’un bu eserinde de ülkesinin sosyal hayatından, imkânlarından, imkânsızlıklarından haberdar oluyoruz. Bir anlamda kitabı okurken adeta Şark havası soluyoruz.
Romanda altı şehir ve karakter arasında cereyan eden olaylar, modern anlatı teknikleri kullanılarak hikâye ediliyor ve aşk, sevinç, acı, ölüm, savaş vb. hayata dair diğer unsurlarla okuyucunun dikkati diri tutulmaya çalışılıyor. Ayrıca geleneksel olanla modern anlatı formlarını ustalıkla bir araya getiren yazar, sinematografik ögelerden de bolca faydalanıyor.
Romanda olaylar inişi çıkışı olmayan, bol dönemeçli bir yolda ilerliyor adeta. Bu yolda çoğu zaman karşımıza neyin çıkacağını kestiremiyoruz. Kimi zaman bir lise öğrencisi, kimi zaman trende yolculuk yapan birisi, kimi zaman da sinemaya dönemin gözde filmlerinden birini izlemeye giden gençler çıkıyor karşımıza. Okurun karşısına neyin çıkacağını kestiremeyişi, merakının artmasına ve kitaba daha da bağlanmasına neden oluyor.
İran’ın sosyal hayatı hakkında bilgi sahibi oluyoruz
Yazar, kahramanlarını sıradan insanlar arasından seçiyor. Bu sayede hem anlatılan hikâyenin gerçekçiliği artarken, hem de olaylar okuyucunun zihninde daha somut bir şekilde canlanıyor.
Romanın bir diğer özelliği de İran’ın sosyal hayatına dair okuyucunun zihninde bir görüntü çizmesi. Örneğin “Ahvaz” bölümünde, lise öğrencisi olan kahramanımız, yüzünü göremediği için arkadaşının kız kardeşinin önce sesine âşık olur. “Konuştuğu zaman sanki radyoda şiir okuyormuş, hava alanında uçuş anonsu yapıyormuş ya da hastanede doktoru çağırıyormuşçasına olan sesine âşık oldum belki de. Sakin, güzel ve etkileyiciydi…” der.
İran’da hicri takvimin kullanıldığını da roman sayesinde öğreniyoruz. Yine kahramanımız sevdiğine mektup yazıyor ve mektubu bizim de geçmişte hiç yabancısı olmadığımız bir yerde, ekmek kuyruğunda veriyor.
Ayrıca her bölümün başında yazarın bizzat kendisi olan anlatıcı, okuyucuyla kafa kafaya verip hikâyeyi neden anlattığına dair okuyucuya bilgi veriyor ya da hikâyeye dair çıkarımlarda bulunuyor. Böylece okuyucu da romana dâhil oluyor.
Romanda çoğu yerde trajik olaylardan bahsedilse de, bu trajedi hafif ironiyle harmanlandığı için okuyucunun canını yakmıyor.
Mestur, diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da anlattığı hikâyelerin yapısına uygun olarak oldukça sade, hafif ironik, okuyanı yormayan bir dil kullanıyor. Bu yönden yazarın sadelikte derinliği yakaladığını söyleyebiliriz.
İsmail Isparta