Ahmet Zeki İzgöer’in İz Yayıncılık’tan geçen sene yayımlanmış olan kitabı Müslüman, Osmanlı ve Modern: Ahmet Cevdet Paşa, uzun süredir okumak istediğim bir eserdi. Zira Ahmet Cevdet Paşa, Osmanlı devletinin son döneminin en öne çıkan figürlerinden biri olduğu gibi aynı zamanda fikri kapasitesiyle birçoklarının önünde yer alan bir devlet adamıydı. Bu yüzden Osmanlı’nın o dönemleri ile birazcık ilgilenen herkesin ilk olarak incelemesi gereken isimlerin başında geliyor. Ahmet Cevdet Paşa’nın çok yönlü kişiliği ve dönemin Osmanlı aydınlarının ortalamasının çok üstünde bir entelektüel derinliğe sahip oluşu adeta Ahmet Zeki izgöer’in kitabının isminde hayat bulmuş gibiydi. Hakkında çok şey yazılan Paşa’nın ilgi çekici kişiliğini öne çıkaran bu isim haliyle Paşa ile ilgilenen okurların da ilgisini kolayca cezbediyordu.

Kitap neredeyse tamamen Ahmet Cevdet Paşa’nın bizzat yazdığı eserlerin ve devlet adamı olarak fiilen yaptıklarının derlemesi mahiyetinde. Bu başarılı sentez sayesinde aynı anda başarılı bir tarihçi, hukukçu, devlet adamı ve iktisatçı olabilmiş Ahmet Cevdet Paşa’nın perspektifinden Osmanlı’nın son dönemlerine bir yolculuk yapıyor ve Paşa’nın değerli perspektifinden gelişmeleri okuma şansına sahip oluyorsunuz. 1822 yılında o dönemin irfan merkezlerindenLofça (Bulgaristan)’da doğan Paşa, gençliğini ilim aşkıyla yanıp tutuşarak geçirmiş, kazandığı ilim sayesinde daha genç yaşlardayken “büyüklerce” ziyaret edilme onurunu haiz olmuş ve en büyük idealini iyi bir müderris olmak şeklinde ortaya koymuştur. Fakat makam sevdasını ilme tercih etmediğini açıkça defalarca kez göstermesine rağmen kaderin cilvesi olacak şekilde devlet adamlığı ömrü boyunca onu takip etmiştir. Belki de kaosun ve çürümenin ayyuka çıktığı bir dönemde onun gibi birisinin tekrar tekrar idari mevkilerde görev alması bu toprakların selameti için nasip olmuştu. Sadece kendi dönemi için de değil günümüzde dahi onun âlim bir devlet adamı olarak yaptıkları veya yapamadıkları bizlere ışık tutmaktadır. Sadece bir bakan, vali veya Balkanlar’dan Çukurova’ya kadar başarılı bir ıslahatçı olarak kendi dönemini aydınlatmakla kalmayıp, çağın ilerisinde bir kavrayış ve öngörüyle inşa ettiği vizyonunu bizlere miras bırakmış bir aydından bahsediyoruz Ahmet Cevdet Paşa’dan bahsedince… Zira onun geniş vizyonu ile kucakladığı birçok meseleye günümüzde dahi vakıf olduğumuzu söylemek güç.

Birçok iktisadi akıma bilimsel bir perspektifle vakıftı

Osmanlı’nın Batı’yla yoğun etkileşim içinde olduğu ve bunun siyasi- ekonomik- sosyal çalkantılarını en derinden yaşadığı dönemlerde ihtiyaç duyulan figürdür Ahmet Cevdet Paşa adeta. Önce hem kendi kültür birikimine hem de Batı’da cereyan eden akımlara teorik anlamda vakıf olmuş, sonra da bunu orijinini terk etmeden kendi muhakemesinden süzmüş kişi sayısının pek az olduğu bir dönemdir çünkü Osmanlı’nın 19. yüzyılı. Hiç unutmam, geçmişte aldığım bir hukuk dersinde “Birkaç Ahmet Cevdet Paşa daha olabilseydi Osmanlı’nın akıbeti çok farklı olabilirdi.” demişti hocam. Nitekim bu eseri okuyup Paşa’nın perspektifine vakıf oldukça bu tespitin doğruluğunu daha da iyi anlamak mümkün oluyor. Kitabın içeriğini oluşturan meselelerden etraflıca bahsedip eserin tadını kaçırmak istemem ancak birkaç basit örnekle yukarıda bahsettiğim tespiti pekiştirmek arzusundayım.

Her şeyden önce Ahmet Cevdet Paşa, iktisat ilminde çok geride kalmış olan bir Osmanlı idaresine adeta soluk katmıştır. Mali çıkmazların pençesinde boğuşan ve her geçen gün daha da batmakta olan bir gemide, mevcut duruma inat, iktisat ilmine olan vukufiyet de tersine bir yol almaktaydı. Hatta öyle ki kapitalist çarkların hızla dönmeye başladığı ve global ticaret mefhumunun kabuk değiştirdiği bir dönemde Osmanlı henüz iktisadi ilimlere kategorik olarak eğilmiyordu bile. Böyle bir dönemde yüzeysel tartışmaların çok ötesine geçerek liberalizm, kameralizm ve modern merkantalizm gibi birçok iktisadi akıma bilimsel bir perspektifle vakıf olan Paşa, “buhran (kriz)” kavramını bu coğrafyaya ilk getiren kişidir. Şu an çok büyük bir şey olarak gözükmeyebilir ancak sanayileşmiş ve globalleşmiş ekonominin yeni vücut bulduğu o dönemlerde çok mühim bir zihinsel kavrayış sonucu modern gelir ve istihdam teorilerini, ayrıca enflasyon meselesini idrak eden sayılı devlet adamından biridir Ahmet Cevdet Paşa.

Ekonomik serbestiyi kati şekilde savunan, kalkınmacı- üretimci – ticaret ve serveti önemseyen bir makro bakış açısıyla devlet yönetimine adeta vizyon katan Paşa’yı özel kılan yanı ise, bütün bu bakış açısını Tanzimat aydınlarının ekseriyetinin aksine gelenekçi ve “kanun-i kadimci” bir ilkesellikle inşa etmesiydi. Kitapta işlenmiş ince detaylara girmediğim için bahsettiğim bu bileşimin ne denli değerli olduğunu ve o zamandan bu yana yani 150 yıl sonra dahi erişmekte güçlük çektiğimiz bir kavrayış seviyesi olduğunu görmek gerekiyor.

En yenilikçi fikri dahi bir mütefekkir titizliğinde temellendirme çabasındaydı

Özünü kavrayamadığımız için övdüğümüz veya yerdiğimiz birçok düşünsel akımı kendi kültürü ve geleneğe olan bağlılığını kaybetmeden sentezleyebilecek bir düşünsel hazineydi Ahmet Cevdet Paşa. İslami referanslara sıkı bağlılığı sayesinde sahip olduğu en yenilikçi fikri dahi bir mütefekkir titizliğinde temellendirme çabasındaydı ve aslında birbirine zıt duran birçok duruşu sentezleyebilmesinin sebebi de İslami referansları denebilirdi. Bir ön kabul olarak Doğu- Batı ayrımında Batı tarafına tahsis edilen birçok hususu böyle bir klişe ayrım bağlamında okumuyordu Paşa, hatta bazı temel meselelerin (örneğin ticari serbesti, liberal birçok prensip, uluslararası ilişkilere dair tezleri…) vakt-i zamanında Doğu’dan Batı’ya devşirilip geliştirildiği ve aslında materyalizme karşı çıkmanın bunlara da külliyen karşı çıkmak anlamına gelmediğini; bu tip meselelerin ortak bir “medeniyet” tanımının ögeleri olduğu iddiasındaydı. Bütün bu noktalar Tanzimat aydınları arasında kendine has bir yere yerleştiriyordu kendisini.

Ahmet Cevdet Paşa, Doğulu veya Batılı birçok isimden etkilenmişti şüphesiz. Ancak özellikle not edilmesi gereken isim İbn Haldun idi. Paşa’nın idealist, halkın refahına büyük bir özenle yaklaşan ve adalete tutkuyla bağlı bir yönetici oluşunda İbn Haldun’un ortaya koyduğu “asabiyet” anlayışının etkisi büyüktü. Sadece yönetici değil, iktisadi, hukuki birçok meselede dahi zihninin altyapısını oluşturan referans hep asabiyet idi. Osmanlı toplumu için İslamiyet’i asabiyet unsuru olarak görmekteydi ve onu orijinal kılan da en yenilikçi fikirlerini dahi bu süzgeçten geçirmesiydi. Açık yürekliydi ve Kanuni Sultan Süleyman’dan döneminin yöneticilerine kadar birçok kişiyi de bu asabiyet anlayışının bozulması çerçevesinde eleştirmekten geri durmuyordu.

Kitap daha çok Paşa'nın iktisadi ve sosyal fikirlerine odaklanmış

Paşa’nın en çok bilinen yönü yani hukukçuluğunu ise yazının sonuna sakladım. Adalet Nazırlığı, Divan-ı Ahkâm-ı Adliye üyeliği yapan ve türlü kanun yapım komisyonlarında yer alan Ahmet Cevdet Paşa, Osmanlı’nın yoğun kodifikasyon yaptığı bir dönemde adeta can suyu olmuştur. Çok söz söylemeye dahi gerek yok, Ahmet Cevdet Paşa deyince akla ilk gelen şey “Mecelle”dir ve Mecelle baştan aşağı bu yazının, denmesi gerekenlerin özetidir. Ancak ele aldığımız eser, daha önsözünde, Ahmet Cevdet Paşa’nın öne çıktığı kimlik olan hukukçuluk ve tarihçilik yerine onun diğer yönü olan iktisadi ve sosyal fikirlerine odaklanmak istediğini bildiriyor. Bu sebeple Mecelle’ye dair pek fazla bilgi bulunmuyor.

Bir kitap analizi için çok bile yazdım. Ancak bir hukukçu olarak idol edinebileceğim zatların başında gelen Ahmet Cevdet Paşa’yı iyi aktarabilmek hevesinden ileri geliyor bu durum. Anlattıklarıma dair nice detayı, doğrudan Cevdet Paşa’nın eserlerinden doğan bu kitapta bulabilirsiniz.

https://www.ktpkitabevi.com/urun/ahmet-cevdet-pasa-115130062

Deniz Baran