Her düşünceye, her hayat tarzına çok çabuk ve çok kolay uyum sağlayan bir varlık insanoğlu. Kimbilir, hayatta kalmak için gereklidir belki de bu. Ama sanırım biz sadece uyum sağlamakla yetinmiyor, zaman içinde bu uyumu içselleştiriyor, onu ayrılmaz bir cüzümüz haline getiriyoruz. İşte tam da burada şu soruyu sormak gerek belki: Uyup içselleştirdiğimiz şey, maddi manevi dokumuzla ne kadar uyumlu acaba?
Sanırım bir topluma düşünürler, tam da böyle bir zamanda, böyle bir soruyu sormak için gereklidir. Çünkü düşünürler sadece kültür üretmezler, aynı zamanda bir toplum tasavvuru, bir medeniyet tasavvuru da inşa ederler. Bunlar, Tevfik Yücedoğru’yu dinlerken aklıma gelen düşünceler...
Prof. Dr. Tevfik Yücedoğru, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı öğretim üyesi. Birlik Vakfı Bursa Şubesi’nin de her kademesinde alnının teri bulunan biri. Tevfik Yücedoğru, 27 Eylül Cuma gecesi Cuma Meclisi’nin konuğuydu bu kez de. Algılarımızın bizi nasıl yönettiğine ve bizi yöneten algıların nasıl oluştuğuna dair bir pencere açtı ufkumuzda. Elbette bunları, inançla ilişkilendirerek yaptı. Tevfik Yücedoğru’nun sohbetinden notlar şöyle:
Ayrışan dünyada inanç
Kişilerin ve toplumların birbirlerini çeşitli biçimlerde isimlendirdiğini söyleyen Tevfik Yücedoğru, bunların kişilerin ve toplumların kendilerini konumlandırması için gerekli olduğunu söyleyerek bunun dozajının önemli olduğunu vurguladı. Yücedoğru, konuya ilişkin sohbetini şöyle sürdürdü: “Yaşadığımız dünyada birbirimizi Müslümanlar ve diğerleri, Batılılar ve diğerleri, gelişmişler ve diğerleri diye ayırıyoruz; hatta ayrışmayı kendi içimizde de Sünni-Şii, laik-muhafazakâr gibi ifadelerle yapıyoruz. Bunu yapıyoruz ama bunu bir de düşmanca yapıyoruz. Oysa bizim kadim tarzımız bu değil. İşte bu tip bir ayrıştırma, Batı’nın bize dayattığı bir anlayıştır. Biz, ötekileştirip ayrıştıran bir medeniyetin çocukları değiliz. Kur’an insanları ‘müminler ve kâfirler’ diye ikiye ayırır ama bu ayrımı her iki tarafın da hukukunu gözeterek yapar, dışlayıcı bir ifadeyle yapmaz. Oysa günümüzde ‘öteki’ olan sanki insan değilmiş, her şeye müstahakmış gibi bir anlayış hâkim. Bu anlayış da vahşeti körükleyen bir anlayıştır.”
Zengin ama yine de öteki
Tevfik Yücedoğru, Batı’nın kendisinden olmayanlara acımadığını ve onların beyinlerini yıkayarak neredeyse “gönüllü köleliğe” ikna ettiğini şöyle anlattı: “İslam dünyası, yer altı zengini bir dünya. Ama ne yapacağını bilmediği için bugün ‘öteki’ muamelesi görüyor. Ama ‘öteki’ durumuna düşmekten de öte, zihin olarak düştüğümüz durumdur trajik olan. Kendisini, kendi değerlerini inkâr noktasına gelmiştir. Yazık ki biz, zihin olarak kendi değerlerimize yabancılaştık. Oysa bizlerin dünyaya vereceği çok şey var.”
Batı, bedel ister!
Yücedoğru, Fukuyama ve Huntington’u kendisine referans alan Batı’nın, kendi sahip olduklarına başkalarının da sahip olması için bedel istediğini vurgulayarak şunları söyledi: “Batılılar, kendilerinden olmayanların, Batılıların sahip olduğu teknoloji ve konfora sahip olmaları için bedel ödemeleri gerektiğini düşünürler. Çünkü kendileri bu aşamaya gelinceye kadar bedel ödemişlerdir. Bunu sadece düşünmekle kalmazlar, uygularlar da. Eski teknolojilerini ‘3. dünya ülkeleri’ne bugüne kadar çok pahalıya sattıkları yetmezmiş gibi, demokrasi diyerek, insan hakları diyerek bir de kanla bu bedeli ödetmişlerdir. Bunun en yakın, en yakıcı örneği Irak’tır. İnsan hakları ve demokrasi diyerek Irak’a giren Batılılar, milyonun üstünde can aldıkları gibi, geride de yıkım, kan ve gözyaşı bırakmışlardır.
Günümüzde de Batılılar, sömürdükleri ülkelere az gelişmiş diye dudak bükerek onların geri kalmasının sebebinin kendi sömürüleri olduğunu görmezden gelirler ve orada açlık, ilaçsızlık vb sebepler yüzünden gerçekleşen ölümleri ise onların az gelişmişliğine bağlayıp kendileriyle gururlanırlar.”
Batı, vahyi yeryüzünden kovdu!
Pozitivist anlayışla beraber Batı’nın aklı putlaştırıp vahyi yeryüzünden kovduğunu söyleyen Yücedoğru, aslında Batı’nın genlerinde inkârın olduğunu şu sözlerle anlattı: “Tarih boyunca Batı hep vahyi yeryüzünden kovmuştur. Geçmişe dönüp baktığımızda da bunu görürüz. Batı kimi zaman parayı, kimi zaman bir nesneyi kimi zamansa bir insanı putlaştırır. Batı’nın son putu ise akıldır. Kısacası Batı, hep bir sapkınlık içindedir. Dün Sodom ve Gomore’de yaşananların daha şiddetlisi bugün Batı’da yaşanıyor. Birçok Batı ülkesinin parlamentosu erkek erkeğe, kadın kadına evliliği yasalaştırıyor. Bunu da, akla sahip insanı kutsallaştırma adına yapıyorlar. Ama bu hem akla hem de vahye aykırıdır. Kısacası Batı, günümüzde hem aklı hem de vahyi yeryüzünden kovmuştur.”
Makul olan mı, makbul olan mı seçilmeli?
Tevfik Yücedoğru, Müslüman zihninin çok hırpalandığını söyleyerek bunu örnekler üzerinden şöyle anlattı: “İslam, akılla çatışmaz. Akla uygun olanın İslam’a uygun olduğu söylenebilir. Ama şu unutulmamalı ki Müslüman ‘makul’ olana değil ‘makbul’ olana taliptir. Nuh (as) gemisini çölün ortasında yapmıştı. Gemisini yapması, orada yaşayanlar için alay konusuydu çünkü çölde gemi yapmak ‘makul’ değildi. Ama Allah katında ‘makbul’ olanlar da, Peygambere iman ederek o gemiye binenlerdi. İşte Müslüman, zihin kodlarına bunu iyice yerleştirmeli, ‘makul’u reddetmemekle beraber ‘makbul’un peşinde olduğunu unutmamalı. Bir de, ‘makul’u yapmadığımızda belki paramızı, itibarımızı kaybederiz ama ‘makbul’ olanı yapmadığımızda ruhumuz paramparça olur.”
Bizde iki çeşit din algısı var
Zaman zaman sosyolojik analizler de yapan Yücedoğru, toplumda belli başlı iki din algısı olduğunu şu sözlerle açıkladı: “Bizde iki çeşit din algısı var. Birincisi, dini din olarak bilip öyle yaşamak isteyenlerin algısı. Bu anlayış, kadim anlayıştır, sahih olan anlayıştır. Bu yüzden de bu anlayışa sahip olanlar ötekileştirilmeye çalışılıp güçten uzak tutulmak istenmektedir. Batı’nın bozmaya çalıştığı din anlayışı budur, Batı’nın savaş açtığı din budur. Bu anlayışa biz, Ehl-i sünnet anlayışı diyoruz. Batı, dünyanın her tarafında Ehl-i sünnet ile kavgalıdır. Anlayış Ehl-i sünnet olmadıktan sonra yönetimin krallık ya da demokrasi olması Batı’nın umurunda değildir. Çünkü Ehl-i sünnet anlayışı makbul olanın peşindedir ve bu yüzden de Batı, onu kendisine düşman görmektedir.
İkinci din algısı da makbul olanı değil makul olanı kendine rehber edinen anlayıştır. Bu anlayışı şöyle anlayabiliriz: Kendisine metafizikle ilgili bir şey sorulduğunda, cevabını inancının kaynaklarından mı veriyor yoksa aklı mı referans alıyor? İlk anda bilim ve aklı referans alan bir zihin, makbul olandan uzak düşmüş demektir. Günümüzde hal böyledir. Bu da bizim din algımızın bozulduğuna işaret etmektedir. Yine Peygamberimizin (sav) hayatına bakalım: O, inancı söz konusu olduğunda makul olanı yapmadı. Zamanın gücüne karşı çıkmak makul değildi ama o karşı çıktı. Kendi çıkarını düşünmek makul olandı ama o kendi çıkarını düşünmedi, bu uğurda ölümle bile yüzleşti. O zaman biz de kendimizle yüzleşmeliyiz. İslam’ın izzeti söz konusu olduğunda ne yaparız? ‘Gücümüz yetmez, bu iş beni aşar.’ deyip makul olana sığınıyorsak, kodlarımız bozulmuş demektir. Batı’nın bize sunduğu hayat tarzının sahte olduğunun ve insanların artık bencillikten, namussuzluktan, huzursuzluktan bıktığının farkına vararak bir mümin olarak üzerimize düşeni yapmalıyız.”
Tevfik Yücedoğru’ya, konuşmasından sonra Bursa Birlik Vakfı adına bir plaket takdim edildi.
Ahmet Serin aktardı