7-8 Kasım 2014 tarihlerinde Akdeniz Üniversitesi ve İSAV tarafından organize edilen ‘İslam ve Sanat Sempozyumu’nun altıncı oturumu ‘müzik’ ana başlığı altında yapılmıştı. Prof. Dr. Ramazan Altınay, tebliğinde, Emeviler dönemindeki musiki faaliyetlerini ele aldı. Cahiliye döneminde Arap müziğinin gayet basit bir yapıya sahip olduğunu, Emeviler döneminde ise bir medeniyet unsuruna ve sanat dalına dönüştüğünü dile getirdi. Emeviler’de sarayın müzisyenlere destek olmasıyla, müzik alanında nitelik ve niceliğin arttığını, saray tarafından müzisyenlere yüksek meblağlarda ücret verildiğini belirtti.
Yrd. Doç. Ahmet Güzel ise tebliğinde erken dönem Abbasî toplumunda müziğin yerini ele aldı. Abbasiler'in altınçağı olan ilk 100 yılda müziğin de zirveye ulaştığını belirtti ve müziğin gelişmesindeki temel faktörleri şu şekilde özetledi: “1- Halifelerin musikişinasları sahiplenmesi üzerine müzik toplumda popülerlik kazanmıştır. Bunun üzerine müzikle uğraşan kişiler sanatlarını icra etmek için Bağdat’a gelmişlerdir. 2- Yabancı dilden musikiyle alakalı eserler Arapçaya çevrilmiştir. Müziğin matematiksel yönü Grekler'den alınmış, ama Araplar'a has bir şekilde uygulanmıştır. 3- Müslümanların yaptığı fetihler ile Fas ve Rum sanatçılar köle olmuştur. Onlar da kendi usulleriyle Arapça şarkıları okumaya başlamışlardır. 4- Ülke sınırlarının genişlemesi ile farklı kültürlerle tanışılmıştır. 5- İbn Haldun bir toplumda müziğin gelişimini, ekonomik gelişim ile bağlantılı kabul eder. Bu bağlamda Abbasiler döneminde müzisyenlere çok yüksek meblağlarda ödeme yapıldığı bilinmektedir.”
Şerife Nihal Zeybek, türkülerde ahiret inancını ele aldığı tebliğinde öncelikle ‘kültür, din ve edebiyat’ın birbirleriyle etkileşim içinde olan, ayrılmaz ögeler olduğunu dile getirdi. Zeybek kısaca şunları belirtti: “Halk edebiyatı ürünlerinden olan türküler, halkın duygu ve inanç dünyasını yansıtmaları açısından birinci derecede kaynaktır. Anadolu türküleri, aynı zamanda Müslüman halkın türküleridir. Bu nedenle içinde pek çok dinî öge taşımaktadır. Türküler üzerine yapılan çalışmada ahirete ve ahiretle ilgili diğer dinî kavramlara yönelik çok sayıda söyleyiş tespit edilmiştir. Anadolu insanının ahirete şeksiz şüphesiz inandığı türküler üzerinden rahatça anlaşılmaktadır.” Zeybek, ahiret, mahşer, hesap- sorgu gibi kavramlara türkülerden misaller verdi.
Sırat-ı müstakîm üzere film çekmek
Yedinci ve son oturumun ama başlığı ‘Görsel Sanatlar- Resim’ idi. Feyza Güler, ‘Âlemin Hayal Oluşu ve Gölge Oyunu’ adlı tebliğinde Hacivat ve Karagöz oyununun taşıdığı tasavvufî derin manadan bahsetti. Bu oyunun değerinin anlaşılmadığı, eğlence şeklinde dar bir kalıpta değerlendirildiğini belirtti. Karagöz oyununda halk arasında bulunan hemen her tip insanın canlandırıldığı ve bunlar üzerinden mesaj verildiğini söyledi. Tasavvuf ehli kimselerin hayali seyrederken gerçeği izlediğinin farkında olduklarını söyledi. Karagöz oyunu başlarken söylenen ‘perde gazelleri’nin de tasavvufî manalar taşıdığını söyleyerek bu gazellerden bir örnek verdi.
Yrd. Doç. Bilal Yorulmaz, ‘Sinemada Dinî Mesajların Fıtrî Sunumu: Mecid Mecidî Örneği’ adlı tebliğinde şunları belirtti: “Eğitimde ‘model alarak öğrenme’ çok etkili bir metoddur. Bu bağlamda sinemanın yeri önemlidir. Mecid Mecidî dindar bir Müslüman. Filmlerinden bu anlaşılır. Ama o filmlerinde, bizim Türkiye’de yaptığımız hatayı yapmıyor. Filmlerinde ayet- hadis metinleri okumuyor. Fakat filmin tamamında ayet ve hadislere atıf yapıyor. Mecidî’nin filmi sanki Kur’an okumak gibidir. Ben kendisine filimlerindeki bu durumu sorduğumda şöyle yanıt verdi: ‘Ben sırat-ı müstakîm üzere yaşamaya çalışan bir insanım.”’ Yorulmaz, tebliğinde Mecidî’nin filmlerinden birkaç sahneyi izleterek ilgili ayet meallerini verdi ve vurgulanan dinî mesajı açıkladı.
Yiğit düştüğü yerden kalktı
Sempozyum sona ermeden önce değerlendirme oturumu yapıldı. Bu oturumda söz alan Prof. Dr. Mahmut Kaya, sempozyumdaki tebliğlerden memnuniyetini şöyle ifade etti: “Hayatımın müstesna günlerinden birini yaşadım. Fetret devrini tüm acılarıyla yaşadık, çok şükür ki bugünlere eriştik. Artık fetret dönemi bitti. Su mecrasını buldu, akmaya devam ediyor. Yiğit düştüğü yerden kalkar derler, yiğit düştüğü yerden kalkmıştır.” Prof. Dr. Hüsrev Subaşı da “Biz hocayız ama aynı zamanda da öğrenciyiz. Bu sempozyumda sanki bir mutfak sultanı yemekleri hazırlamış, bizi davet etmiş…” diyerek memnuniyetini belirtti.
Prof. Dr. Turan Koç, sempozyumdan kışkırtıcı mesajlar aldığını söyleyerek, diyanetimizi sanatın her türünde görünür kılma durumunda olduğumuzu vurguladı. Prof. Dr. Ahmet Yaman, ‘İslam Sanatı’ ifadesinin ne derece doğru bir kavram olduğu üzerinde şöyle durdu: “İslam’ın sanata bakışı vardır. Sanatın ise İslam’a göre bir konum alışı vardır. İslam sanatı dediğimiz zaman bahsedilen sanat dalının bizzat İslam tarafından meydana getirilmesi gerekir. Mesela tezyinât İslam sanatıdır dersek bunu İslam’ın ürettiği anlaşılır. Ama tezyinât sadece İslam dinine has değildir. Bu nedenle ‘İslam sanatı’ yerine ‘İslam ve sanat’ ibaresi daha doğru bir kullanımdır.”
İSAV başkanı Prof. Dr. Ali Özek ise duygusal bir konuşma yaparak şunları dile getirdi: “44 sene önce bu vakfı kurduğumuzda çok şeyler yapmak istiyorduk, yapabileceğimizi düşünüyorduk ama elde malzeme yoktu. Böyle sempozyumlar düzenlemek istiyorduk ama özellikle sosyal bilimler alanında yetişmiş ilim adamlarımız yoktu. Şu an geldiğimiz noktaya baktığımızda elhamdülillah artık Türkiye’de araştırmacı âlimlerin yetişmeye başladığını görüyoruz.”
Tebliğlerin basılacağı bilgisi verilen ‘İslam ve Sanat Sempozyumu’, Akdeniz İlahiyat’ın ev sahipliği, İSAV’ın maddî ve manevî desteği ile verimli ve başarılı şekilde gerçekleşti.
Ayşe Sümeyye Şalcı haber verdi